Gevezeçiçeğinyeri
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Sw10
Gevezeçiçeğinyeri
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Sw10
Gevezeçiçeğinyeri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Gevezeçiçeğinyeri

        GevezeçiçeğinyeriHoşgeldiniz :
En son ziyaretiniz : 1969-12-31
Mesaj Sayınız : 0

 
AnasayfaportalLatest imagesKayıt OlGiriş yap
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
İlginizi çekebilecek Başlıklar



Bizi Takip Edin

   
Gevezeçiçekten memnun
kaldıysanız Lütfen
forumumuzu  destekleyin!

En son konular
» Şafak vaktin de Carmen'i canlandıran Amanda De Cadenet
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2011-08-03, 23:45 tarafından SEMENTA

» Kız ve Kurt Red Riding Hood
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2011-08-01, 07:42 tarafından sahin

» BREAKING DAWN PART 1 Comic-Con Poster
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2011-07-31, 23:26 tarafından gamze cullen

» Nessié'nin maması xD
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2011-07-31, 23:23 tarafından gamze cullen

» Üniversite Bilgi için istek!
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2011-07-28, 21:33 tarafından SEMENTA

» AUTODESK AUTOCAD 2012 ISZ (x86-x64-ENG)
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2011-07-28, 06:59 tarafından sahin

» Tuba Büyüküstün, Cem Yılmaz'ı da fethetti!
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2011-07-28, 06:55 tarafından sahin

» Twilight oyucularının sahneler hakkındaki düşünceleri =D
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2011-07-26, 21:29 tarafından SEMENTA

» Jessica'nın Mezuniyet konuşması
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2011-07-26, 21:27 tarafından SEMENTA

Haftanın en aktif yollayıcıları
No user
En iyi yollayıcılar
SEMENTA
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
gamze cullen
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
eftelya
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
tekinim01tekinim
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
NİMET
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
sahin
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
crazylady
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
_meRve_
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
Cullen's Black
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
rosalie cullen
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
En çok konu başlayanlar
SEMENTA
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
tekinim01tekinim
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
sahin
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
gamze cullen
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
eftelya
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
sabah.engin
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
Cullen's Black
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
videoturka
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
EGOZUBUYUK
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
bigozitto
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcapHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Voting_barHz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap 
En bakılan konular
matemetik performans ödevi/performans ödevi kapakları
YILDIZ NAME NASIL BAKILIR???
Kristen Stewart (Bella Swan)
mustafa ceceli ve ailesi
tuba büyüküstün gelinlik
İstek ödevler için buraya!
SİVAS KANGAL
GENİŞ AİLE FAN CLUB
Pop müziğin hacı aranjörü(mustafa ceceli)
alacakaranlık bellanın vampire dönüsmesi
Anket
En çok hangi kitabını sevdin?
1.Alacakaranlık
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcap33%Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap
 33% [ 3 ]
2.Yeni Ay
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcap22%Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap
 22% [ 2 ]
3.Tutulma
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcap0%Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap
 0% [ 0 ]
4.Şafak vakti
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcap44%Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap
 44% [ 4 ]
5.Gece Yarısı Güneşi
Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_lcap0%Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Vote_rcap
 0% [ 0 ]
Toplam Oylar : 9
Site rehberi








Facebook
Anahtar-kelime
Similar topics
    G.ASTROLOJİ
    ArkadaŞLar hadi herkes burcunu ve birkaç özelliğini yazsın

    visitors counter
    Zirve100 Site ekle
    Gevezeciceginyeri/tasarım ve dizayn by Sementa 2007@

     

     Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı

    Aşağa gitmek 
    YazarMesaj
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:15

    Hz. Muhammed (s.a.s.) Mekke'de doğdu. 40 yaşında
    Peygamber oldu. 23 yıllık Peygamberlik hayâtının 13 yılı Mekke'de, 10
    yılı da Medine'de geçti. Medine'de 63 yaşında vefât etti. Bu sebeple:

    Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in hayâtı (571-632):

    a) Peygamberliğinden Önceki Hayâtı (571-610),

    b) Peygamberlik Devri (610-632) olmak üzere iki kısma ayrılır.

    Peygamberlik devri de:

    a) Mekke devri (610-622)

    b) Medine devri (622-632)

    olarak iki döneme ayrılır.

    Bu
    sebeple Siyer ve İslâm Târihi ile ilgili kitaplarda, Rasûlullah
    (s.a.s.)'in hayâtı, "Peygamberlikten (Bi'setten) öncesi" ve
    "Peygamberlik devri" diye iki devreye ayrılarak incelenmiştir.
    Peygamberlikten önceki hayatını da:

    1- Çocukluk devresi (8 yaşına kadar olan süre),

    2- Gençlik çağı (8-25 yaşına kadar olan devre),

    3- Evlilik dönemi (25-40 yaşı arasındaki devre) olmak üzere genellikle üç bölüme ayırmışlardır.

    Peygamber
    olduktan sonra, "Mekke Devri"nde geçen olayları incelerken, târihbaşı
    olarak, Peygamberliğin (Nübüvvetin) l. 2. veya 5 inci yılı gibi,
    Nübüvvetin başlangıcını; "Medine devri" olaylarında ise,-Hicretin, 1.,
    2. veya 3 üncü yılı şeklinde Rasûl�i Ekrem (s.a.s.)'in Hicret olayını
    esâs almışlardır.

    Bu kitapta da aynı usûle uyulacaktır.

    HZ.MUHAMMED (S.A.S)´İN PEYGAMBERLİKTEN ÖNCEKİ HAYÂTI

    " Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik".

    (el-Enbiyâ Sûresi, 107)

    l- HZ. MUHAMMED (S.A.S)'İN ÇOCUKLUK DÖNEMİ

    1- DOĞUMU:

    Hz.
    Muhammed (s.a.s.) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yılı'nda, 12
    Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke'nin
    doğusunda bulunan "Hâşimoğulları Mahallesi"nde, babasından kendisine
    mirâs kalan evde doğdu. Arapların takvim başı olarak kullandıkları "Fil
    Vak'ası", Peygamberimiz (s.a.s.)'in doğumundan 52 gün kadar önce
    olmuştu.(18)

    Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği ziyâfette çocuğun adını soranlara:

    "Muhammed
    adını verdim. Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk, O'nu hayırla
    yâdetsinler..." cevâbını verdi. Annesi de "Ahmed" dedi. (Muhammed,
    üstünlük ve meziyetleri anılarak çok çok övülüp senâ edilen; Ahmed de
    Cenab-ı Hakk'ı yüce sıfatları ile öven, hamdeden kimse demektir.(19)

    İslâm
    târihçileri, Peygamberimiz (s.a.s.)'in doğduğu gece bir takım
    olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler. O gece İran Kisrâsı
    (Hükümdarı)'nın Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütûnu yıkılmış,
    mecûsîlerin İran'da Istahrâbat şehrinde bin yıldan beri yanmakta olan
    "ateşgede"leri sönmüş, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmış, bin yıldan
    beri kurumuş olan Semâve deresi'nin suları taşmış, mecûsîlerin büyük
    bilgini Mûdibân korkunç bir rüya görmüş, Kâbe'deki putların yüz üstü
    devrildikleri görülmüştü. Gerçekten O'nun doğması ile bütün dünyada
    hüküm sürmekte olan cehâlet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik
    yıkılmış, zulmün baskısı son bulmuştur.


    2- SOYU (NESEBİ)

    Peygamberimiz
    Hz.Muhammed (s.a.s.)'in babası, Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah; annesi
    ise Vehb'in kızı Âmine'dir. Babası Abdullah, Kureyş Kabîlesinin
    Hâşimoğulları kolundan, annesi Âmine ise Zühreoğulları kolundandır. Her
    ikisinin soyu, bir kaç batın yukarıda, "Kilâb"da birleşmektedir. Her
    ikisi de Mekke'lidir.

    Peygamber
    (s.a.s.) Efendimiz, Hz.İbrâhim'in büyük oğlu Hz. İsmâil'in
    neslindendir. Soyu Adnân'a kadar kesintisiz bellidir.(20) Adnân ile
    Hz.İsmâil arasındaki batınların sayısında neseb bilginleri ihtilâf
    etmişlerdir.(21)

    Peygamber (s.a.s.) Efendimizin soyu, çok temiz ve çok şerefli bir neseb zinciridir. Bir hadisi şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

    "Ben
    devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek intikal
    eden Âdemoğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde
    bulunduğum 'Hâşimoğulları' âilesinden neş'et ettim", buyurmuştur.(22)

    Diğer bir hadisi şerifte bu seçilme işi şöyle anlatılmıştır.

    "Allah,
    Hz İbrâhim'in oğullarından Hz. İsmâil'i, İsmâiloğullarından
    Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyşi, Kureyşden
    Hâşimoğul-larını, Hâşimoğullarından da beni seçmiştir." (23)

    Bir başka hadis-i şerifinde de Rasûl�i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:

    "Allah
    beni, dâima helâl babaların sulbünden, temiz anaların rahmine
    naklederek, sonunda babamla annemden ızhâr etti. Âdem'den, anne-babama
    gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız birleşen olmamıştır". (24)

    Hz.
    Muhammed (s.a.s.)'in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah,
    Suriye seyâhatinden dönerken Yesrib (Medine)'de hastalanarak 25 yaşında
    vefât etmiş ve orada defnedilmişti. Peygamberimiz (s.a.s.)'e,
    babasından mirâs olarak beş deve, bir sürü koyun, doğduğu ev ve künyesi
    Ümmü Eymen olan Habeşli Bereke adlı bir câriye kalmıştır.(25)

    Alıntı
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:15

    3- HZ. MUHAMMED (S.A.S.) SÜT ANNE YANINDA

    Başlangıçta
    çocuğu (3 veya 7 gün) annesi Âmine emzirdi.(26) Sütü yetmediği için,
    daha sonra amcası Ebû Leheb'in azatlı câriyesi Süveybe tarafından
    emzirildi.(27)

    Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.)'in devamlı süt annesi Hevâzin Kabîlesinin Sa'doğlulları kolundan Halîme oldu.

    Mekke'nin
    havası ağır olduğu için, Mekkeliler yeni doğan çocuklarını çölden gelen
    süt annelere verirlerdi. Çöl ikliminde çocuklar hem daha gürbüz
    yetişiyor, hem de bozulmamış (fasih) Arapça öğreniyorlardı. Hz.
    Muhammed (s.a.s.)'de bu âdete göre süt annesi Halîme'ye verildi.
    Halîme, yetim bir çocuğu emzirmenin kârlı bir iş olmayacağı
    düşüncesiyle, başlangıçta tereddüt göstermişse de, daha sonra bu
    çocuğun evlerine uğur ve bereket getirdiğini görmüş ve O'nu öz
    çocuklarından daha çok sevmiştir. Süt kardeşi Şeyma da bakımında
    annesine yardımcı olmuştur.(28)

    Hz.Muhammed
    (s.a.s.) süt annesi ve süt kardeşleri ile sonraki yıllarda dâima
    ilgilenmiştir. Halîme kendisini ziyârete geldiği zaman onu "anacığım"
    diyerek karşılamış, altına elbisesini yayarak, saygı göstermiştir.(29)

    Hz.
    Muhammed (s.a.s.) dört yaşına kadar, süt annesinin yanında çölde kaldı.
    Dört yaşında Halîme çocuğu Mekke'ye götürerek annesine teslim etti.
    İslâm târihçileri, bu esnada "şakk-ı sadr" (göğüs açma) olayının
    meydana geldiğini, çocukta görülen bu gibi olağanüstü hallerin
    Halîme'yi endişelendirdiğini, bu yüzden çocuğu annesine teslime mecbûr
    kaldığını naklederler.(30)


    4- MEDİNE ZİYÂRETİ

    Hz.
    Muhammed (s.a.s.) dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi Âmine ile
    kaldı, O'nun şefkat ve ihtimâmı ile yetişip büyüdü. Altı yaşında iken,
    babasının Medine'de bulunan kabrini ziyâret etmek üzere, annesi ve
    sadık hizmetçileri Ümmü Eymen'le beraber Medine'ye gittiler.
    Medine'deki akrabaları Neccâroğullarında bir ay kadar misâfir kaldılar.
    Dönüşte, Medine'nin 23 mil güneyinde Ebvâ Köyü'nde Âmine
    hastalandı.(31) Henüz doğmadan babasından yetim kalmış olan Hz.
    Muhammed (s.a.s.) altı yaşında iken annesinden de öksüz kalıyordu. Bu
    acıyı bütün varlığı ile hisseden anne, oğlunu şefkat dolu gözlerle
    süzdü. Bağrına basıp uzun uzun öptü. Masûm yüzüne bakarak

    "Her yeni eskiyecek, her fâni yok olup gidecek,

    Ben de öleceğim, fakat buna gam yemem,

    Namımı ebedi kılacak hayırlı bir halef bırakıyorum..." anlamına bir şiir söyledi. Bu sözlerden sonra vefât etti.(32)

    Annesinin ölümünden sonra çocuğu Ümmü Eymen Mekke'ye götürüp dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti.

    Altı
    yaşından sekiz yaşına kadar, çocuğa dedesi Abdülmuttalib baktı.
    Abdülmuttalib seksen yaşını geçmiş bir ihtiyârdı. Peygamber (s.a.s.)
    Efendimiz sekiz yaşında iken dedesi de öldü. Ölürken, on oğlu içinden
    Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimizin yetiştirilmesini, öz amcası Ebû
    Tâlib'e bıraktı.(33/1)

    Yıllar
    sonra, Hicret'in 6'ıncı yılı Hudeybiye Barışı dönüşünde Rasûlullah
    (s.a.s.) Efendimiz, annesinin kabrini ziyâret edip, teessürle gözyaşı
    döktü.

    Annemin bana olan şefkatini hatırlayarak ağladım, buyurdu. (33/2)


    (18)
    Siyer ve İslâm Târihi müellifleri, Rasûlüllah (s.a.s.)'in doğumunun
    Rebiülevvel ayında bir pazartesi günü sabaha karşı olduğunda genellikle
    ittifak etmişlerse de, ayın kaçıncı günü olduğu konusunda
    birleşememişlerdir.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) 1 Rebiülevvel 11 H./27 Mayıs 632 M. târihine rastlayan
    Pazartesi günü öğleden sonra vefât etmiştir. (Bkz. Tecrid
    Tercemesi,9/298 ve 11/5-6) Sahih hadislerde, Peygamber (s.a.s.)
    Efendimiz'in 63 yaşında vefât ettiği belirtilmiştir (Bkz. Tecrid
    Tercemesi, 9/298, Hadis No. 1442 ve 11/33, Hadis No.1671)

    Rasûlüllah
    (s.a.s.)'in, Hz. Mâriye'den olan oğlu İbrâhim'in vefât ettiği gün,
    güneş tutulmuştu. (Bkz. Buhârî, 2/29-30; Tecrid Tercemesi, 3/428, Hadis
    No. 547) Mısır'lı Muhammed Felekî Paşa, yaptığı hesaplama ve araştırma
    sonucu, bu tutulma olayının, Milâdi 632 yılının 7 Ocak günü saat 8.30'a
    rastladığını tesbit etmiştir. Rasûlüllah (s.a.s.)'in vefâtı, 1
    Rebiülevvel 11 H/27 Mayıs 632 M. Pazartesi günü olduğuna göre, Muhammed
    Felekî Paşa bu tarihten 63 kameri yıl geri giderek, Rasûlüllah
    (s.a.s.)'in doğumunun 9 Rebiülevvel/20 Nisan 571 veya 2 Rebiülevvel/13
    Nisan 571 pazartesi olması gerektiği sonucuna varmıştır. (Bkz. Asr-ı
    Saadet 1/191).

    (19)
    Peygamberimizin en meşhûr ve Kur'an-ı Kerim'de geçen isimleri;
    "Muhammed" ve "Ahmed"dir. Muhammed (s.a.s.) ismi Kur'ân-ı Kerîm'de 4
    yerde (Âl-i İmrân Sûresi 144, Ahzâb Sûresi 40, Muhammed Sûresi 2 ve
    Fetih Sûresi 19); Ahmed ismi ise 1 yerde (Saf Sûresi, 6) geçmektedir.

    Fetih Sûresinde bu ism�i şerif, ayrıca "Rasûlüllah" olarak vasıflanmıştır. Saf Sûresinin 6. âyetinde ise:

    "Meryem
    oğlu İsâ: Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce indirilen
    Tevrât'ı tasdik edici, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir
    peygemberi de müjdeleyici olarak, Allah'ın size gönderilmiş bir
    peygemberiyim demişti..." buyrulmuştur.

    Bu ayet-i celilede Hz. İsâ'nın, kendinden sonra "Ahmed" adında bir peygamberin geleceğini müjdelediği bildirilmektedir.

    Bugün
    elimizde, Hz. İsâ'ya indirilen İncil'in orjinal nüshası bulunmayıp,
    ondan çok sonraki târihlerde kaleme alınmış muharref nüshalar
    bulunduğundan Hz. İsâ tarafından verilen bu müjdenin aslını bugünkü
    İncillerde aynen bulmak mümkün olmamaktadır. Ancak Yunanca'dan
    Türkçe'ye çevrilen Yuhanna İncili'nin 14. babı'nın 26 âyeti şöyledir:

    "Baba'dan size göndereceğim "Tesellici", "Babadan çıkan hakikat Ruhu geldiği zaman benim için o şehâdet edecektir."

    Burada
    geçen "Tesellici" kelimesi, İncilin Yunancasında "Faraklit" dir.
    İncil'in eski Arapça tercemelerinde bu kelime "Hammâd" veya "Hâmid"
    olarak terceme edilmiştir. Nitekim bir kısım Hıristiyan bilginleri de
    bu kelimeyi "Hammâd, yani çok hamd eden kimse olarak açıklamışlardır ki
    aşağı yukarı "Ahmed" anlamındadır.

    İncil'deki
    "Faraklit" kelimesini "Tesellici" diye terceme etmiş de olsalar, Hz.
    İsâ ile Hz. Muhammed (s.a.s.) arasında bilinen bir peygamber
    bulunmadığına ve günümüze kadar da zuhûr etmediğine göre, Hz. İsâ'nın
    gönderileceğini bildirdiği "Tesellici" veya "Faraklit" Rasûlüllah
    (s.a.s.) den başka kim olabilir? (Bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-293,
    Hadis No: 1439 ve izâhı.)

    Buhârî'nin
    Cübeyr b. Mut'ım'den rivâyetine göre, Hz. Peygamber (s.a.s)'in eski
    kutsal kitaplarda, eski ümmetlerce bilinen üç adı daha vardır: Mâhi,
    Hâşir, Âkıb. Bu konuda şöyle buyurmuştur:

    "Bana
    âit beş yüce isim vardır. Ben Muhammed ve Ahmed'im. Ben Mâhi'yim, ki
    Allah benim (nübüvvetim)le küfrü izâle edecektir. Ben Hâşir'im ki
    (kıyamet gününde) insanlar benim ardımdan haşrolunacaklardır. Ben
    Âkib'im, Çünkü peygamberlerin sonuyum. (Buhârî 4/11;Tecrid Tercemesi,
    9/291, Hadis No: 1439; Müslim, 4/1827, Hadis No: 2354. Rasûlüllah
    (s.a.s.)'in diğer isimleri için bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-294 ve
    10/43)

    (20) Hz.
    Muhammed (s.a.s.)'in Adnân'a kadar kesintisiz bilinen nesebi sırasıyla
    şöyledir: Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdümenâf, Kusayy, Kilâb,
    Mürre, Kâab, Lüey, Galib, Fihr (Kureyş), Mâlik, en-Nadr, Kinâne,
    Huzeyme, Müdrike, İlyâs, Mudar, Nizâr, Meadd, Adnân, (el-Buhârî, 4/238;
    İbn Hişâm, 1/1-2)

    Annesinin
    nesebi de şöyledir: Vehb, Abdümenâf, Zühre, Kilâb, Mürre... Görüldüğü
    üzere her iki tarafın nesebi Kilâb'da birleşmektedir. (İbn Hişam,
    1/115)

    (21) Aynî, Umdetü'l-Karî, 8/54; Tecrid Tercemesi, 10/43; Asr-ı Saâdet, 1/178-179

    (22) El-Buhârî, 4/166; Tecrid Tercemesi, 9/316 (Hadis No: 1454) ve 10/44

    (23) Müslim, 4/1782 ( Hadis No: 2276); Tirmizi, 5/583 (Hadis No: 3605); Tecrid Tercemesi 10/44

    (24) Bkz. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/255-256, Tecrid Tercemesi, 10/44;

    Târih-i Din-i İslâm, 2/5

    (25) Asr-ı Saâdet, 1/187

    (26) Târih-i Din-i İslâm, 2/16

    (27) İbnü'l-Esir, el-Kâmil, 1/459; İbn Sa'd, Tabakat 1/108

    (28) İbnü'l-Esir, a.g.e., 1/460

    (29) Mansur Ali Nâsıf, et-Tâc, 5/6, Kahire, 1382/ 1962 (Ebû Dâvud'dan)

    (30) Bkz. İbn Hişâm, 1/174; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 461-462; Hamîdullah, İslâm Peygamberi 1/40

    Rasûlüllah
    (s.a.s.)'in hayatında şakk-ı sadr olayı bir kaç defa olmuştur. İlki,
    süt annesi Halîme'nin yanında iken meydana gelmiştir. Melekler, göğsünü
    açıp, "işte şeytanın sendeki nasibi" diyerek bir pıhtı çıkarıp
    atmışlardır. (Müslim, 1/147 K. İmân B. 74, Hadis No: 261). İlk vahyin
    gelişinden önce de, vahyin ağırlığına dayanabilmisi için, şakk-ı sadr
    olayının tekrarlandığı rivâyet edilmiştir. Mirâc mucize'sinden önce de
    Cebrâil (a.s.) Rasûlüllah (s.a.s.)'in göğsünü açıp "zemzem suyu" ile
    yıkadıktan sonra imân ve hikmet doldurmuştur. (Tecrid Tercemesi, 2/227,
    Hadis No: 227 ve izâhı)

    (31) İbn Hişâm, 1/177; Tecrid Tercemesi, 4/699

    (32) Târih-i Din-i İslâm, 2/23; Tecrid Tercemesi, 2/699

    (33/1)
    Abdülmuttalib'in çeşitli zevcelerinden 10 oğlu ve 6 kızı vardı. Bunlar
    içinde Hz. Ali'nin babası Ebû Tâlib ile Peygamberimiz (s.a.s)'in babası
    Abdullah ana baba bir kardeşti. (Asr-ı Saâdet 1/ 197; Târihi-i Din-i
    İslâm, 2/27)

    Oğulları:
    Abbâs, Hamza, Abdullah, Ebû Tâlib (asıl adı Abdimenâf) Zübeyr, Hâris,
    Hacl, Mukavvim, Dırar, Ebû Leheb (asıl adı Abduluzza) dır. Kızları ise:
    Safiyye, Ümmü Hakim el- Beyda, Âtike, Ümeyme, Eravâ, Berre. (İbn Hişâm,
    1/113)

    (33/2) İbn Sa'd, et-Tabakat, 1/116-117; Tecrid Tercemesi, 4/683

    Kelime Açıklamaları:

    Hasrân:
    Sapıklık, aldanma-Mamûre-i dünya: Dünyada insanların yaşadığı yerler,
    kalkınmış ülkeler-Beter: daha kötü-Beşer: İnsan cinsi, bütün
    insanlar-Dişsiz: (burada) güçsüz, zayıf, kimsesiz-Fevza: Kargaşa,
    anarşi-Âfak: Ufuklar-Ufuk: Uzaklara bakıldığında yeryüzünün gökyüzüyle
    birleşmiş gibi görünen yeri-Zemin: Yeryüzü. Şark: Doğu
    ülkeleri-Tefrika: Fikir ayrılığı-Nefha: Üfürme-Mâsûm: Günahsız-Hamle:
    Atılma, saldırma-Kayser: Bizans imparatorlarına verilen ünvan-Kisrâ:
    İran hükümdarlarına verilen ünvan-Acz: Güçsüzlük- Zevâl: Yok olma-Şer'i
    mübin: İslâm dini-Şehbal: kanat, kanattaki uzun tüyler-Adl:
    adalet-Medyûn: Borçlu-Beşeriyyet: İnsanlık-Mahşer: Kıyâmette insanların
    toplanacağı yer-Haşretmek: Kıyâmet günü insanları dirildikten sonra
    mahşerde toplamak.


    II- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)´İN GENÇLİK DÖNEMİ

    1- EBÛ TÂLİB'İN HİMÂYESİ

    Peygamberimizin
    hayâtının sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar olan dönemine "gençlik
    devresi" denilir. Bu devrede Rasûlullah (s.a.s.) amcası Ebû Tâlib'in
    yanında, onun himâyesi altında bulunmuştur.

    Ebû
    Tâlib, zeki ve âlicenâb bir zâtdı. Zengin olmamakla beraber, asâleti ve
    âlicenâplığı sebebiyle herkesten saygı görüyordu. Yeğeni Hz. Muhammed'i
    çok seviyor, hiç yanından ayırmıyordu.


    2- SEYÂHATLERi

    a) Şam Seyâhati

    Mekke
    iklimi zirâate elverişli olmadığından, Mekkeliler ticâretle uğraşırlar,
    çocuklarını da ticârete alıştırırlardı. Ticâret için kervanlarla, yazın
    Şam'a, kışın Yemen'e seyâhet ederlerdi. Ebû Tâlip de diğer Mekkeliler
    gibi kervan ticâreti yapıyordu. Bir defasında Şam'a giderken, Hz.
    Muhammed (s.a.s.)'e amcasından ayrılmak zor geldi; kendisini de yanında
    götürmesini istedi. Ebû Tâlib çok sevdiği yeğenini kırmadı. O'nu da
    kafileyle beraberinde götürdü. Bu esnâda henüz oniki yaşındaydı.

    Şam'ın
    90 km. kadar güneyinde Busrâ (Eski Şam) denilen kasabada "Bahîra"
    adında bir Hıristiyan râhibi vardı. Kasabaya uğrayan kervanlarla hiç
    ilgilenmediği halde, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in içinde bulunduğu kervanı
    karşılayarak bütün kafileye bir ziyâfet verdi. Bahîra okuduğu kutsal
    kitaplardan edindiği bilgilerle, Hz Muhammed (s.a.s.)'in simâsından,
    O'nun istikbâlini sezmişti. O'nunla konuştu. Sorular sordu. Aldığı
    cevâplar, kanâatini kuvvetlendirdi. Şam yolculuğunun bu çocuk için
    tehlikeli olacağını düşündü. Ebû Tâlib'e:

    -"Bu
    çocuk son Peygamber olacaktır. Şam Yahûdîleri içinde O'nun alâmet ve
    vasıflarını bilen kâhinler vardır. Tanırlarsa, ihânet ve
    kötülüklerinden korkulur. Bu çocuğu Şam'a götürmeyiniz..."dedi. Bu
    sözler üzerine Ebû Tâlib Şam'a gitmekten vazgeçti. Alışverişini burada
    bitirip, geri döndü.(34)

    Son
    Peygamberin geleceği ve O'nun bir çok vasıfları Tevrât ve İncil'de
    bildirilmişti. Bu sebeple, Yahûdî ve Hristiyan bilginleri, O'nun
    alâmetlerini ve vasıflarını biliyorlardı. Hicretten sonra Müslüman olan
    Medineli Yahûdi âlimi Abdullah İbn Selâm'ın "Tevrat'ta Hz. Muhammed
    (s.a.s.) ve Hz. İsa (a.s.)'ın sıfatları vardır" dediğini, "Kütüb-i
    Sitte" denilen altı güvenilir hadis kitabından Tirmizi'nin
    es-Sünen'inde rivâyet edilmiştir."(35)

    Gülünç Bir İddiâ

    Hz.
    Muhammed (s.a.s.)'in 12 yaşında yaptığı bu seyâhatta râhip Bahîra ile
    görüşmesini, bazı Hıristiyan yazarlar, Hıristiyanlığın bir zaferi gibi
    göstermek istemişler, Peygamberimiz (s.a.s.)'in bütün dinî esasları bu
    râhipten öğrendiğini iddia etmişlerdir.

    Bu
    iddia son derece gülünç ve tutarsızdır. Oniki yaşındaki bir çocuğun,
    İslâm gibi mükemmel bir dinin esaslarını bir kaç saatlik görüşme
    esnâsında öğrenmesi mümkün değildir. Bu râhip bu esasları bilseydi,
    kendisi tebliğ ederdi. Eğer burada böyle bir konu konuşulsaydı,
    kafilenin gözü önünde yapılan bu konuşma ağızdan ağıza yayılırdı.
    Peygamberliğini ilân ettiği zaman inanmayanlar, "bunlar Bahîra'nın
    sözleri" demezler miydi? Üstelik İslâmiyet, Hıristiyanların "teslis"
    (üçlü tanrı sistemi) inancını tamâmen reddetmiş "Tevhid inancını"
    getirmiştir. Görüldüğü üzere, bu iddia son derece çürük ve çirkin bir
    iftirâdan başka bir şey değildir.

    b) Yemen Seyâhati

    Hz.
    Muhammed (s.a.s.) 17 yaşında iken de, diğer bir ticâret kafilesi ile
    amcalarından Zübeyr ve Abbâs'la birlikte Yemen'e gidip gelmiştir.(36)


    3- FİCÂR SAVAŞINA KATILMASI

    Müslümanlıktan
    önce (Câhiliyet Döneminde) Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazdı.
    Yalnızca "Eşhür-i hurum" denilen dört ayda savaşmak haram sayılırdı. Bu
    dört ayda (Zilka'de, Zilhicce, Muharrem, Receb) savaş yapılacak olursa
    fâcirane sayıldığı için buna "Ficâr Savaşı" denirdi.

    Kureyş
    kabîlesi ile Hevâzin kabîlesi arasında kan davası yüzünden bir savaş
    başlamış, dört yıl sürmüştü. Savaş, kan dökülmesi haram olan aylarda da
    devâm ettiği için "Ficâr Savaşı" denildi.

    Peygamberimiz
    (s.a.s.) yirmi yaşlarında iken bu savaşa amcaları ile birlikte katıldı.
    Fakat kimseye ok atmamış, kimsenin kanını dökmemiştir. Sâdece karşı
    taraftan atılan okları toplayıp, amcalarına vermiştir.(37)


    4- HILFU'L-FUDÛL CEMİYETİNDE ÜYELİĞİ

    Uzun
    süren Ficâr savaşı esnâsında Mekke'de âsâyiş bozulmuş, can ve mal
    güvenliği kalmamıştı. Özellikle dışarıdan mal getiren yabancıların
    malları yağmalanıyordu.

    Vâil
    oğlu Âs, Mekke'ye gelen Yemen'li bir tâcirin bütün malını gasbetmiş,
    haksız olarak elinden almıştı. Yemen'li, Ebû Kubeys dağına çıkarak
    uğradığı haksızlığa karşı, bütün kabîleleri yardıma çağırdı. Yemenlinin
    bu feryâdı üzerine Peygamberimiz (s.a.s.)'in amcası Zübeyr, Kureyşin
    bütün ileri gelenlerini çağırdı. Hâşimoğulları, Zühreoğulları,
    Esedoğulları, Temimoğulları, Abdülluzzaoğulları, Zübeyrin dâvetine
    icâbet ederek, Beni Temîm'den Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde
    toplandılar."Mekke'de zulmü önlemeğe yerli-yabancı hiç kimseye karşı
    haksızlık ettirmemeğe" karar verdiler. Haksızlığa uğrayan kimselere
    yardım edeceklerine yemin ettiler. Yemenlinin hakkını Âs'tan alıp geri
    verdiler. Mekke'de âsâyişi yoluna koydular.

    Vaktiyle,
    Cürhümîler zamanında Fadl b. Hâris,, Fudayl b. Vedâa ve Mufaddal b.
    Fedâle isimlerinde üç kabîle başkanı, kabîleleri ile
    toplanarak,"Mekke'de zulme meydan vermeyeceğiz, zayıfların hakkını
    adâlet üzere alacağız..."(38) diye yemin etmişlerdi. Onların bu
    yeminlerine "Hılfu'l-fudûl" (Fadılllar yemini) denilmişti. Cüd'ân oğlu
    Abdullah'ın evinde aynı konuda yapılan yemine de bu sebeple
    "Hılfu'l-fudûl" denildi.

    Peygamberimiz
    (s.a.s.) 20 yaşında iken bu toplantıda amcaları ile beraber üye olarak
    bulundu. Bu cemiyetin çalışmalarından son derece memnun kaldığını
    Peygamberliğinden sonra: "İslâm'da da böyle bir cemiyete cağrılsam,
    yine icâbet ederim", sözleriyle ifâde etmiştir.(39)


    (34) Bkz. et-Tirmizi, es-Sünen, 5/590-591 (Hadis No: 3620); İbn Hişâm, 1/91-194; İbnü'l-Esîr,a.g.e., 2/37

    (35) et-Tirmizi, 5/588, (Hadis No:3617)

    (36) Târih-i Din-i İslâm, 2/33

    (37) İbn Hişâm, 1/198

    (38) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/41

    (39) İbn Hişâm 141-142; Tarih-i Din-i İslâm, 2/ 36; Tecrid Tercemesi, 7/101



    III- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)´İN EVLİLİK DÖNEMİ

    1- TİCÂRET HAYÂTI

    Bütün
    Mekke'liler gibi Hz. Muhammed (s.a.s.) de amcasıyle birlikte ticâret
    yapıyordu. Gerek çocukluğunda, gerekse ticâret hayâtında, dürüstlüğü
    ile tanınmıştı. Sözünde durmadığı, yalan söylediği, başkalarına zarar
    verecek bir davranışta bulunduğu, bir kimseyi incittiği asla
    görülmemiş; dürüstlüğü dillere destan olmuştu. Bu yüzden Mekke'liler
    O'na "el-Emîn" (her konuda güvenilir kişi) diyorlardı. O'nun bu yüksek
    ahlâkını öğrenen Kureyşin zengin kadınlarından Hatice, kendisine
    sermâye vererek ticâret ortaklığı teklif etti. Böylece Peygamber
    (s.a.s.) ile Hatice arasında ticâret ortaklığı başladı.


    2- HZ. HATİCE İLE EVLENMESİ

    Kureyşin
    Esed oğulları kolundan Huveylid kızı Hatice zeki, dirâyetli, şeref ve
    asâlet sâhibi, 39-40 yaşlarında zengin ve güzel bir hanımdı. Daha önce
    iki defa evlenmiş ve dul kalmıştı. Kureyşin ileri gelenlerinden pek çok
    isteyenler olmuş, fakat hiç biri ile evlenmemişti. Güvendiği kimselere
    sermâye vererek ticâret ortaklığı yapıyor, böylece servetini
    artırıyordu. Yüksek ahlâk ve âli-cenâblığı sebebiyle, kendisine
    Müslümanlıktan önce "Tâhire" denildiği gibi, sonra da
    "Haticetü'l-Kübra" denilmiştir.

    Hz.
    Hatice bir ticâret kafilesiyle Peygamberimiz (s.a.s.)'i Şam'a gönderdi.
    Kölesi Meysere'yi de hizmetine verdi. Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.)
    Şam'a kadar gitmedi; malları Busra'da satarak geri döndü. Çünkü
    Bahîra'nın ölümünden sonra yerine geçen Râhip Nestûra da, Hz. Muhammed
    (s.a.s.)'in Şam'a gitmesini uygun bulmamıştı.(40)

    Üç
    ay kadar sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.) beklenilenin çok üzerinde kazanç
    elde ederek döndü. Hz. Hatice, bu büyük insanın emniyet, dürüstlük ve
    gayretine hayran oldu. Daha sonra araya vasıtalar girdi; evlenmeleri
    kararlaştırıldı. Bu esnâda Hz.Muhammed (s.a.s.) 25, Hz Hatice ise 40
    yaşlarındaydı.(41)

    Nikâh,
    Hatice'nin amcazâdesi, Varaka oğlu Nevfel tarafından Hz. Hatice'nin
    evinde kıyıldı. Ebû Tâlib ile Varaka birer hitâbede bulunarak, her iki
    âilenin üstünlük ve meziyetlerini dile getirdiler.(42) Esâsen, Hz.
    Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Hatice'nin nesebleri Kusayy'da birleşir. Hz.
    Hatice'ye 20 dişi deve mehir verildi.(43) Nikâhtan sonra develer
    kesilerek dâvetlilere ziyâfet çekildi.

    Evlenmelerinden
    sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. Hatice'nin evine geçti. Örnek ve
    mutlu bir âile yuvası kurdular. Hz. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e
    derin bir saygı ve sevgi ile bağlıydı. Peygamberliğinden önce olduğu
    gibi, Peygamberlik devrinde de en büyük yardımcısı oldu. Yüksek ve
    eşsiz ruhlu bir hanım olduğunu gösterdi.

    Peygamberimiz
    (s.a.s.)'de ondan son derece memnundu. O devirde çok evlilik âdet
    olduğu ve bir çok teklifler aldığı ve aralarında yaş farkı da bulunduğu
    halde, onun üzerine evlenmedi; ölümünden sonra da onu hep hayırla andı.



    3- HZ. PEYGAMBER (S.A.S)'İN ÇOCUKLARI

    Peygamberimiz
    (s.a.s.)'in Hz. Hatice'den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere
    sırasıyla, Kaasım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah
    adlarında altı çocuğu oldu. Arablarda ilk çocuğun adı ile künyelendirme
    âdet olduğundan Hz.Peygamber (s.a.s.)'e de "Ebü'l-Kaasım" denildi.
    Kaasım ile Abdullah küçük yaşta öldüler. Kızları büyüdüler. Fakat
    Fâtıma'dan başka hepsi de babalarından önce vefât ettiler. Yalnız
    Fâtıma, Peygamber (s.a.s.)'in vefâtından sonra altı ay daha yaşadı.

    Rasûl-i
    Ekrem (s.a.s), kızlarının en büyüğü Zeyneb'i Ebu'l-Âs ile evlendirdi.
    Ebü'l Âs, Müslüman olmadığı için, Zeyneb'in hicretine izin vermemişti.
    Bedir Savaşında esir düştü. Zeyneb'i Medine'ye göndermek şartı ile
    serbest bırakıldı. Daha sonra Müslüman olarak Medine'ye geldi. Zeyneb'i
    tekrar aldı.(44)

    Rukiyye
    ile Ümmü Gülsüm'ü, amcası Ebû Leheb'in oğullarından Utbe ve Uteybe ile
    evlendirmişti. İslâmiyetten sonra Ebû Leheb, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e
    olan düşmanlığı sebebiyle oğullarına eşlerini boşamaları için baskı
    yaptı. Onlar boşadıktan sonra, Rasûlullah (s.a.s.) Rukiyye'yi Hz.
    Osman'la evlendirdi. Rukiyye'nin ölümünden sonra da Ümmü Gülsüm'ü
    nikâhladı. Bu yüzden Hz. Osman'a "iki nûr sâhibi" anlamına
    "Zi'n-nûreyn" denildi.

    En
    küçük kızı Fâtıma'yı ise Hz. Ali ile evlendirdi. Hasan ve Hüseyin, Hz.
    Fâtıma'nın çocuklarıdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in nesli, Hz. Fâtıma
    ile devâm etmiştir.

    Peygamberimiz
    (s.a.s.)'in Mısırlı eşi Mâriye'den de İbrâhim adlı bir oğlu olmuş,
    fakat Hicretin 10'uncu yılında henüz iki yaşına girmeden ölmüştür.

    4- KÂBE'NİN TÂMİRİNDE HAKEMLİĞİ (605 M.)

    Hz.
    İbrâhim ve Hz. İsmâil tarafından yapılmış olan Kâbe, geçen uzun asırlar
    içinde yağmur ve sel suları ile harabolmuş, tâmir edilmesi gerekmişti.

    Kureyşliler,
    Kâbe binasını yıkarak, yeniden yapmaya karar verdiler. Yardımlar
    toplandı, gerekli malzeme temin edildi. Hz. İbrâhim'in yaptığı temele
    kadar yıkarak, duvarları yeniden örmeğe başladılar. Ancak; "Hacer-i
    Esved"i yerine koyma sırası gelince anlaşamadılar. Kureyş'in bütün
    kolları, bu şerefin kendilerine âit olmasını istiyordu. Anlaşmazlık
    dört gün sürdü, kan dökülmek üzereydi ki,(45) Kureyş'in en ihtiyarı Ebû
    Ümeyye veya Huzeyfe b. Muğîre"Harem kapısından ilk girecek zâtın hakem
    yapılarak, onun vereceği karara uyulmasını" teklif etti.(46) Bu teklif
    kabul edildi. Az sonra kapıdan Hz. Muhammed (s.a.s) girmişti. Buna o
    kadar sevindiler ki, "el-Emîn, el-Emîn, O'nun hakemliğine râzıyız..."
    diye bağrıştılar.Yanlarına gelince, durumu anlattılar.

    Hz.
    Muhammed (s.a.s.), üzerine Hacer-i Esved-i koyduğu yaygının uçlarını
    Kureyşin ulularına tutturdu; hep berâber, konulacağı yere kadar
    taşıdılar. Hz. Peygamber (s.a.s.)'de taşı alıp yerine yerleştirdi.
    Anlaşmazlığın bu şekilde çözümlenmesi herkesi memnûn etti. Böylece
    büyük bir felâket önlenmiş oldu.(47)

    Bu
    olay, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in zekâ ve dirâyeti yanında, O'nun
    Mekkeliler arasındaki sonsuz itibâr ve güvenini de göstermektedir. Bu
    esnâda Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) 35 yaşında idi.

    Kâbe'nin
    tâmirinde Hz. Peygamber (s.a.s.) de bizzât çalışmış, taş taşımış, hatta
    bu yüzden omuzları yara olmuştu. Bir defa, amcası Abbâs'ın sözüne
    uyarak, taş acıtmasın diye elbisesini omuzuna topladığında vücûdu
    açılıverince baygın halde yere düşmüştü. Rasûlullah (s.a.s.) o andan
    sonra hiç üryân görülmemiştir.(48)


    (40) İbnü'l-Esîr, el-Kâmil 2/39

    (41) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/39

    (42) Her iki hutbenin metin ve tercemeleri için bkz. Târih-i Din-i İslâm, 2/ 47-48

    (43) İbn Hişâm, 1/201. Beşyüz altın veya beşyüz dirhem.. gibi rivâyetler de vardır.

    (44) Ebûl-Âs ile ilgili daha geniş bilgi için, bkz. Tecrid Tercemesi, 2/373-376, (Hadis No: 313'ün izâhı)

    (45)
    Abdü'd-dâroğulları, ellerini bir çanaktaki kana batırarak, "kanımız
    dökülmedikçe, bu konuda kimse bizim önümüze geçemez" diye yemin
    etmişlerdi. (Tarih-i Din-i İslâm, 2/55)

    (46) Târihi-i Din�i İslâm, 2/55

    (47) Bkz. İbn. Hişâm, 1/209; İbnü'l-Esir, a.g.e., 2/45; Tecrid Tercemesi, 6/40-44

    (48) el-Buhârî, 1/96; Tecrid Tercemesi, 2/240, Hadis No. 237 ve 6/48

    HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN PEYGAMBERLİK DEVRİ (610-632)

    Hz. Muhammed (s.a.s.) 40 yaşında Peygamber oldu. 23 yıllık Peygamberlik
    devresinin 13 yılı Mekke'de, 10 yılı Medine'de geçti. Bu itibârla
    Peygamberlik devresinin:

    a) Nübüvvet'den Hicret'e kadar devâm eden 13 yıllık süresine "Mekke Devri" (610- 622);

    b) Hicretten vefâtına kadar olan 10 yıllık süresine de "Medine Devri" (622-632) denir.



    MEKKE DEVRİ


    I- HZ.MUHAMMED (S.A.S.)'İN PEYGAMBER OLUŞU


    1- HİRA'DA İNZİVÂ

    Eskiden
    beri Mekke'deki hanîf ve zâhitler, recep ayında inzivâya çekilirlerdi.
    Her biri, Mekke'nin 3 mil (bir saat) kuzeyinde Hira (Nûr) dağında bir
    köşeye çekilir, tefekküre dalardı. (49)

    40
    yaşlarına doğru Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kalbinde de bir yalnızlık
    sevgisi belirdi. O da Hira (Nûr) Dağında bir mağaraya çekilip, günlerce
    orada kalıyor, Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz kudret ve azametini düşünerek
    O'na ibâdet ediyordu. Giderken azığını da berâberinde götürüyor,
    bitince evine dönüyor, sonra tekrar gidiyordu. Böylece Cenâb-ı Hakk,
    O'nu büyük vazifesine hazırlıyordu. Zaman zaman "Sen Allah
    elçisisin..." diye kulağına sesler geliyor, fakat etrafta hiç bir şey
    göremiyordu.(50)

    Hz.
    Muhammed (s.a.s.)'e ilâhi vahyin başlangıcı, sâdık rüyâlar şeklinde
    oldu. Gördüğü her rüya, olduğu gibi çıkıyordu. (51) Bu hâl, altı ay
    kadar devam etti.


    2-İLK VAHY

    610
    yılı Ramazan ayının(52) Kadir Gecesinde,(53) ridâsına bürünüp Hira'daki
    mağarada düşünmeye dalmış olduğu bir sırada, bir sesin kendisini ismi
    ile çağırmakta olduğunu duydu. Başını kaldırıp etrafına baktı; kimseyi
    göremedi. Bu sırada her tarafı ansızın bir nûr kaplamıştı; dayanamayıp
    bayıldı. Kendisine geldiğinde karşısında vahiy meleği Cebrâil'i gördü.
    Melek O'na:

    -"Oku" Dedi. Hz. Muhammed (s.a.s.):

    -"Ben okuma bilmem", diye cevap verdi. Melek, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıkdı.

    -"Oku" diye emrini tekrarladı. Hz. Muhammed (s.a.s.) yine:

    -"Ben
    okuma bilmem..." cevâbını verdi. Melek emrini tekrarlayıp üçüncü defa
    Hz. Peygamber (s.a.s.)'i sıktıktan sonra "el-Alak" Sûresi'nin ilk beş
    âyetini okudu.

    "Yaratan
    Rabb'ının adıyle oku. O, insanı alak'tan (aşılanmış yumurtadan)
    yarattı. Oku, kalemle (yazmayı) öğreten, insana bilmediğini belleten
    Rabb'ın sonsuz kerem sahibidir." (El-Alak Sûresi, 1-5).

    Meleğin
    arkasından Hz. Peygamber (s.a.s.)'de bu âyetleri tekrarladı. Heyecanla
    mağaradan çıkarak evine geldi. Yolda ilerlerken gök yüzünden bir sesin:


    "Ya Muhammed. Sen
    Allah'ın elçisisin, Ben de Cibril'im" dediğini duydu. Başını kaldırdığı
    zaman, Cebrâil'i gördü.(54) Korku içinde evine vardı. Eşi Hz.
    Hatice'ye:

    "Beni
    örtünüz, çabuk beni örtünüz" dedi. Bir müddet dinlenip heyecânı
    geçtikten sonra gördüklerini Hz. Hatice'ye anlattı, kendimden
    korkuyorum, dedi. Hz. Hatice, O'nu şu ölmez sözlerle teselli etti.

    "Öyle
    deme. Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk hiç bir vakit seni
    utandırmaz. Çünkü sen , akrabanı gözetirsin. İşini görmekten âciz
    kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin, Fakire verir, kimsenin
    kazandıramayacağını kazandırırsın. Misâfiri ağırlarsın. Hak yolunda
    zuhûr eden olaylarda halka yardım edersin..." (55)


    3- VARAKA'NIN SÖZERİ

    Hatice
    daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s.)'i amcazâdesi Nevfel oğlu Varaka'ya
    götürdü. Varaka hanîflerdendi. Tevrât ve İncil'i okumuş, İbrânî dilini
    ve eski dinleri bilen bir ihtiyardı. Varaka Peygamberimiz (s.a.s.)i
    dinledikten sonra:

    -"Müjde
    sana yâ Muhammed, Allah'a yemin ederim ki sen Hz. İsâ'nın haber verdiği
    son Peygambersin. Gördüğün melek, senden önce Cenâb-ı Hakk'ın Musâ'ya
    göndermiş olduğu Cibril'dir. Keşki genç olsaydım da, kavmin seni
    yurdundan çıkaracağı günlerde sana yardımcı olabilseydim... Hiç bir
    Peygamber yoktur ki, kavmi tarafından düşmanlığa uğramasın, eziyet
    görmesin..." (56) dedi. Aradan çok geçmeden Varaka öldü.

    (49) Tarih-i Din-i İslâm, 2/60

    (50) İbn Hişâm, 1/250

    (51) el-Buhârî, 1/3; Tecrid Tercemesi, 1/3 (Hadis No:3); İbn Hişâm, 1/249-250

    (52) Bkz. el- Bakara Sûresi, 185

    (53) Bkz. el- Kadr Sûresi, 1

    (54) İbn Hişâm, 1/253

    (55) Bkz. el-Buhârî, 1/3; Tecrid Tercemesi, 1/3-10. (Hadis No:3)

    (56) Bkz. el-Buhârî, 1/3;Tecrid Tercemesi, 1/3-10. (Hadis No:3)Alıntı
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:16

    II- NEBÎLİK VE RASÛLLUK

    Şüpheziz, seni biz, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik".

    (Fetih Sûresi, Cool

    İlk
    vahiy'den sonra, kısa bir süre vahyin arkası kesildi.(57) Bir gün Hz.
    Peygamber (s.a.s.) Hira'dan dönerken, bir ses işitti. Başını kaldırıp
    semâya bakınca, kendisine daha önce Hira'daki mağarada gelen meleği
    gördü. Korku ve heyecân içinde evine döndü.

    "Hemen beni örtünüz, beni örtünüz." dedi. Bu esnada Cebrâil, el-Müddessir Sûresinin ilk âyetlerini getirdi.

    "Ey
    örtüsüne bürünen (peygamber). Kalk, (insanları) azâb ile korkut.
    Rabb'ının adını yücelt (Namaz'da tekbir getir.) Elbiseni temiz tut.
    Kötü şeyleri terket." (el-Müddessir Sûresi, 1-5).

    İlk
    vahiy ile Hz. Muhammed (s.a.s.) "Nebî" olmuş, henüz başkalarına "Hak
    Dini" tebliğ ile görevlendirilmemişti. Bu ikinci vahiy ile "Risâlet"
    verildi. Hak Dini tebliğ ile görevlendirildi. Ancak açık dâvet
    emredilmedi.

    1- İSLÂMDA İLK İBÂDET

    İslâmda
    Allah'a imândan sonra ilk farz kılınan ibâdet, namazdır. İkinci vahiy
    ile el-Müddessir Sûresinin ilk âyetlerinin indirilmesinden sonra,
    Mekke'nin üst yanında bir vâdide, Cibril (a.s.), Rasûlullah (s.a.s.)'e
    gösterip öğretmek için abdest almış, peşinden Cibril'den gördüğü
    şekilde Rasûlullah (s.a.s.) de abdest almıştır.

    Sonra Cibril (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'e namaz kıldırmış ve namaz kılmayı öğretmiştir.(58)

    Eve
    dönünce Rasûlullah (s.a.s.) abdest almayı ve namaz kılmayı eşi Hz.
    Hatice'ye öğretmiş, o da abdest almış ve ikisi birlikte cemâatle namaz
    kılmışlardır.


    2- İLK MÜSLÜMANLAR

    "İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır."

    (Vâkıa Sûresi, 10)

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.)'e ilk imân eden ve O'nunla birlikte ilk defa namaz
    kılan kişi, eşi Hz. Hatice oldu. Daha sonra evlâtlığı Hârise oğlu
    Zeyd.(59) ve amcasının oğlu Hz. Ali Müslüman oldular.


    a ) Hz. Ali'nin İslâm'ı Kabûl Etmesi

    Ebû
    Tâlib, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i, 8 yaşından 25 yaşına kadar evinde
    barındırmış O'nu öz çocuklarından daha çok sevmişti. Evliliğinden sonra
    Hz. Muhammed (s.a.s.), eşi Hz. Hatice'nin evine geçmiş ve maddî
    bakımdan refâha kavuşmuştu. (60) Ebû Tâlib'in âilesi ise pek
    kalabalıktı. Peygamberimiz (s.a.s.) amcasının sıkıntısının biraz
    azalması için 5 yaşından itibâren Ali'yi yanına almıştı. Bu yüzden Ali,
    Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında kalıyordu.(61)

    Hz.
    Ali, Peygamberimiz (s.a.s.) ile Hz. Hatice'yi namaz kılarken görünce,
    bunun ne olduğunu sordu. Peygamber Efendimiz, O'na Müslümanlığı
    anlattı. O da Müslümanlığı kabûl etti. Bu esnâda Hz. Ali henüz on
    yaşlarında bir çocuktu.


    b) Hz. Ebû Bekir'in Müslüman Olması

    Hz.
    Muhammed (s.a.s.)'in yakın ve en samîmi dostu olan Ebû Kuhâfe oğlu Ebû
    Bekir, Kureyş kabîlesi'nin Teymoğulları kolundandır. Baba ve anne
    tarafından soyu, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in soyu ile Mürre'de birleşir.

    Hz.
    Ebû Bekir'in Mekke'de Kureyş arasında büyük bir itibârı vardı. Zengin
    ve dürüst bir tüccârdı. Aralarındaki güven ve samîmiyet sebebiyle,
    Peygamberimiz (s.a.s.) âilesi dışındakilerden ilk olarak Hz. Ebû
    Bekir'i İslâm'a dâvet etti. Hz. Ebû Bekir bu dâveti tereddütsüz kabûl
    etti. Esâsen, câhiliyet devrinde bile putlara hiç tapmamış, ağzına bir
    yudum içki koymamıştı. Hz. Ebû Bekir'in Müslüman olmasıyla,
    Peygamberimiz (s.a.s.) büyük bir desteğe kavuştu. Onun gayret ve
    delâletiyle, Mekke'nin önemli şahsiyetlerinden Affân oğlu Osmân, Avf
    oğlu Abdurrahman, Ebû Vakkas oğlu Sa'd, Avvâm oğlu Zübeyr, Ubeydullah
    oğlu Talha da Müslümanlığı kabûl ettiler. Hz. Hatice'den sonra Müslüman
    olan bu 8 zata "İlk Müslümanlar" (Sabıkûn-i İslâm) denilir.

    (57)
    İlk vahiy ile ikinci vahiy arasında geçen "fetret-i vahy" süresinin ne
    kadar devâm ettiğine dâir rivâyetler 15 gün ile 3 yıl arasında
    değişmektedir. (Bkz. Tecrid Tercemesi, 1/11. Hadis No: 4'ün açıklaması)
    Olayların seyrine göre, 1-2 aydan daha çok olmaması gerekir. 2-3 yıl
    gibi uzun süre olduğunu söyleyenler, "gizli dâvet" süresi ile "fetret-i
    vahy"i ayıramamış olmalıdırlar.

    (58)
    İbn Hişâm, 1/260-261; Tecrid Tercemesi, 2/231, (Hadis No: 227'nin
    açıklaması); Tâhir Olgun, İbâdet Târihi, 28, İstanbul, 1946

    (59)
    Zeyd, Kudâa kabilesindendi. Küçük yaşta esir edilmiş, köle olarak
    satılmıştı. Hz. Hatice, evliliklerinden sonra O'nu Hz. Muhammed
    (s.a.s.)'e hediye etti. Babası Hârise, oğlunu araya araya nihâyet Hz.
    Peygamber (s.a.s.)'in yanında buldu. Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisini
    âzâd ederek babası ile gitmesine izin verdi. Fakat Zeyd, babası ile
    gitmedi; "babam da sensin, annem de..." diyerek, Hz. Muhammed
    (s.a.s.)'den ayrılmadı. Hz. Muhammed (s.a.s.)'de onu evlâd edindi. (İbn
    Hişâm, 1/265), Kur'an-ı Kerîm'de açık olarak adı geçen sahâbî, yalnızca
    Zeyd'dir. (el-Ahzâb Sûresi, 37) Peygamberimiz (s.a.s.) onu Ümmü Eymen
    ile evlendirmiş, bu evlilikten meşhûr komutan "Üsâme" doğmuştur. Zeyd,
    Hicretin 8'inci yılında Mûte Savaşında şehid olmuştur. (Geniş bilgi
    için bkz. Tecrid Ter. 4/538 - 540, Hadis No: 644)

    (60) Bkz. ed-Duhâ Sûresi, 8

    (61) Abbas da aynı maksatla Câfer'i yanına almıştı. (Bkz. İbn Hişâm, 1/263)

    3- AÇIK DÂVETİN BAŞLAMASI (613-614 M)

    Peygamber
    (s.a.s.) Efendimiz ilk üç yıl halkı gizlice İslâm'a dâvet etti.
    Yalnızca çok güvendiği kimselere İslâm'ı açıkladı. (62) Başta Hz. Ebû
    Bekir olmak üzere, Hak dini kabul etmiş olanlar da, el altından
    güvendikleri arkadaşlarını teşvik ediyorlardı. Bu üç yıl içinde
    Müslümanların sayısı ancak 30'a çıkabildi.(63) Bunlar ibâdetlerini
    evlerinde gizlice yapıyorlardı.

    Peygamberliğin
    dördüncü yılında (614 M.) inen: "Sana emrolunan şeyi açıkca ortaya koy,
    müşriklere aldırma". (el-Hicr Sûresi, 94) anlamındaki âyet-i celile ile
    İslâm'ı açıktan tebliğ etmesi emrolundu. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem
    (s.a.s.) halkı açıktan İslâm'a dâvete başladı.

    Harem-i Şerif'e gidip kendisine inen âyetleri açıktan okuyordu:

    "Ey
    insanlar şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülk (ve hâkimiyetine) sâhip
    ve kendinden başka hiç bir tanrı olmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın
    sizin hepinize gönderdiği Peygamberiyim. O halde Allah'a, ümmî nebiy
    olan Rasûlune-ki O'da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmıştır,- imân
    edin, O'na uyun ki doğru yolu bulmuş olasınız..." (el-A'raf Sûresi,
    158) diyerek onları İslâm'a dâvet ediyordu.

    Açık
    dâvetin başlamasından sonra, halkla daha kolay temas edebilmek için
    Rasûlullah (s.a.s.), kendi evinden, Safâ ile Merve arasında işlek bir
    yerde bulunan "Erkam"ın evine taşındı. Bir çok kimse bu evde İslâm'la
    şereflendiği için bu eve "Dâr-ı İslâm" denildi.(64/1)

    4- YAKIN AKRABASINI İSLÂM'A DÂVETİ

    "Önce
    en yakın akrabanı (Allah'ın azâbıyla) korkut" (eş Şuarâ Sûresi, 214)
    anlamındaki âyet-i celîle inince Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), Safâ Tepesi'ne
    çıkarak:

    "Ey
    Abdülmuttaliboğulları, Ey Fihroğulları, Ey Abdimenâfoğulları, Ey
    Zühreoğulları..." diyerek bütün akrabasına oymak oymak seslendi. Hepsi
    toplandıktan sonra:

    -"Ey
    Kureyş cemâati, size "şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman süvârisi
    var. Üzerinize baskın yapacak desem, bana inanır mısınız?" diye sordu.
    Hepsi bir ağızdan:

    -"Evet,
    inanırız, çünkü şimdiye kadar senden hiç yalan duymadık, sen yalan
    söylemezsin..." dediler. O zaman Rasûlullah (s.a.s.):

    -"O
    halde ben size, önümüzde şiddetli bir azâb günü bulunduğunu, Alah'a
    inanıp, O'na kulluk etmeyenlerin bu büyüyk azâba uğrayacaklarını haber
    veriyorum... Yemin ederim ki, Allah'tan başka ibâdete lâyık tanrı
    yoktur. Ben de Allah'ın size ve bütün insanlara gönderdiği
    Peygamberiyim...(Rasûl-i Ekrem her bir oymağa ayrı ayrı hitâb ederek)
    Allah'tan kendinizi ibâdet karşılığında satın alarak, azâbından
    kurtarınız. Bu azâbtan kurtulmanız için, ben Allah tarafından verilmiş
    hiç bir nüfûza sâhip değilim..."(64/2)

    -"Ey
    Kureyş Cemâati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi
    dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah divânına varınca, muhakkak
    dünyadaki bütün yaptıklarınızdan hesâba çekileceksiniz. İyiliklerinizin
    mükâfâtını, kötülüklerinizin de cezâsını göreceksiniz. "O Mükâfât ebedi
    Cennet, cezâ da Cehennem'e girmektir..." (65) diyerek sözlerini
    bitirdi.

    Peygamberimiz (s.a.s.)'in bu sözleri, umumi bir muhâlefetle karşılanmadı. Yalnızca Ebû Leheb:

    -"Helâk olasıca, bizi bunun için mi çağırdın?" sözleriyle Rasûlullah (s.a.s.)'in gönlünü kırdı. Bunun üzerine onun hakkında:

    "Ebû
    Leheb'in iki elleri kurusun,yok olsun. O'na ne malı ne de kazandığı
    fayda verdi. Alevli bir ateşe yaslanacaktır O. Boynunda bükülmüş bir ip
    olduğu halde, karısı da odun hammalı olarak." (Leheb Sûresi, 1-5)
    meâlindeki sûre-i celîle nâzil oldu.(66)


    (62) İbn Hişâm, 1/280

    (63)
    Târih-i Din-i İslâm, 2/145; Bu esnâda Müslümanlık çevrede de yavaş
    yavaş duyuluyor, ağızdan ağıza yayılıyordu. "Muhammed (s.a.s.) yeni bir
    din çıkarmış.. Abdülmuttalib'in yetimine gökten haberler geliyormuş...
    diye alay edenler oluyordu.

    (64/1) Târih-i Din-i İslâm, 2/151,

    (64/2) Bkz. Riyâzü's-sâlihîn Tercemesi, 1/361, (Hadis No: 327)

    (65) el-Buhârî, 3/191 ve 4/161; Tecrid Tercemesi, 8/252-255 (Hadis No: 1170) ve 9/283-289; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/60-61

    (66) İbnü'l-Esîr,a.g..e., 2/60-61; Târih-i Din-i İslâm, 2/154


    III- MEKKE MÜŞRİKLERİNİN MÜSLÜMANLARA KARŞI DAVRANIŞLARI

    İslâm'ın Mekke'de yayılmaya başlaması ile Mekke halkı iki kısma
    ayrıldı. l) Müslümanlar, 2) Müslümanlığı kabûl etmeyen müşrikler.

    Müşriklerin,
    Müslümanlara karşı davranışları, sırasıyla beş safha geçirdi: Alay,
    hakaret, işkence, ilişkileri kesme (boykot), memleketten çıkarma ve
    öldürme (şiddet politikası).

    1- ALAY VE HAKARET DÖNEMİ

    Kureyşliler
    başlangıçta Hz. Muhammed (s.a.s)'in Peygamberliğini önemsememiş
    göründüler. İmân etmemekle beraber, putlar aleyhine söz söylemedikçe,
    Hz. Peygamber (s.a.s.)'in dâvetine ses çıkarmadılar. Yalnızca,
    Rasûlullah (s.a.s.)'i gördüklerinde, "İşte gökten kendisine haber
    geldiğini iddia eden..." diyerek eğlendiler. Müslümanları alaya alıp
    küçümsediler. Böylece "alay devri" başlamış oldu.

    Kurân-ı Kerîm, onların bu tutumlarını bize bildirmektedir.

    "Suçlular,
    şüphesiz mü'minlere gülerlerdi. Yanlarından geçtiklerinde, birbirlerine
    göz kırpıp, kaş işâretiyle istihzâ ederlerdi. Arkadaşlarına
    döndüklerinde, eğlenerek (neş'e içinde) dönerlerdi. Mü'minleri
    gördüklerinde, "bunlar gerçekten sapık kimseler" derlerdi.
    (el-Mutaffifîn Sûresi, 29-32)

    Putlarla
    ilgili, "Siz de; Allah'ı bırakıp tapmakta olduklarınız (putlar) da, hiç
    şüphesiz Cehennem odunusunuz..." (el-Enbiya Sûresi, 98) anlamındaki
    âyet-i kerîme inince, müşrikler son derece kızdılar. Artık Müslümanlara
    düşman olup, hakaret ettiler. Böylece, "hakaret devri" başladı.

    Kureyş'in
    puta tapıcılıkta yararı vardı. Mekke puta tapıcıların merkezi
    durumundaydı. Kâbe ve civârındaki putları ziyâret için gelenlerle Mekke
    hergün dolup taşıyor, bu yüzden Kureyş, hem para, hem itibâr
    kazanıyordu. Mekke'de Müslümanlık yayılırsa bütün bu menfaatler elden
    gittiği gibi, diğer kabîleler Kureyş'e düşman olabilirlerdi. Üstelik
    Müslümanlık herkesi eşit sayıyor, soy-sop, asâlet, zenginlik-fâkirlik
    farkı gözetmiyordu. Bu yüzden Kureyş ileri gelenleri Müslümanlığı kendi
    çıkarları için tehlikeli gördüler. Müslümanlığın yayılmasını önlemek ve
    ortadan kaldırmak için her çâreye başvurdular.


    2- İŞKENCE DÖNEMİ

    a) Kureyş'in Ebû Tâlib'e Başvurması:

    Kureyş'in
    ileri gelenlerinden Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebû Cehil, Ebû
    Süfyan, Velîd b. Muğıra, Âs b. Vâil ve Âs b. Hişâm'dan oluşan bir
    hey'et Hâşimoğullarının reisi Ebû Tâlib'e gelerek:

    "Kardeşinin
    oğlu ilâhlarımıza hakaret ediyor, dinimizi yeriyor, bizi aptal,
    dedelerimizi sapık gösteriyor. Ya O bu işten vazgeçsin, yahut sen
    himâyeden vazgeç de, biz hakkından gelelim..." dediler. Ebû Tâlib
    onları tatlılıkla savdı.(67) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in eskisi gibi
    görevine devam ettiğini görünce yeniden Ebû Tâlib'e geldiler.

    "Artık
    sabır ve tahammülümüz kalmadı. Ne olacaksa olsun, iki taraftan biri yok
    olsun, diğeri kurtulsun..." diye tehdit ettiler. Ebû Tâlib durumun
    nâzik olduğunu gördü. Bütün Kureyş'e karşı koyamazdı. Yeğeni Hz.
    Muhammed (s.a.s.)'e durumu anlatarak:

    -"Bak
    oğlum, akraba arasında düşmanlık sokmak iyi olmaz. Sen yine dinine göre
    hareket et, ama onların putlarını aşağılama, onlara sapık deme. Kendini
    de , beni de koru, bana gücümün üstünde yük yükleme..." dedi. Hz.
    Peygamber (s.a.s.) üzüldü. Artık amcası da kendisini koruyamıyacaktı.
    Müslümanlar henüz sayıca az ve zayıftı. Mübârek gözleri yaşlarla
    dolarak:

    -"Ey
    amca, Allah'a yemin ederim ki, onlar sağ elime Güneş'i, sol elime de
    Ay'ı koysalar, ben yine görevimi bırakmam..." diyerek ayrılmak üzere
    yerinden kalktı.Yeğeninin gücenmesine dayanamayan Ebû Tâlib:

    -"Ey
    kardeşimin oğlu, istediğini söyle, yemin ederim ki, seni hiç bir zaman,
    hiç bir şey karşısında himâyesiz bırakacak değilim." dedi.(68) Daha
    sonra Ebû Tâlib, Hâşimoğullarını toplayarak durumu anlattı ve Kureyş'e
    karşı âile şerefi adına Hz. Peygamber (s.a.s.)'in korunmasını istedi.
    Ebû Leheb'den başka bütün âile fertleri, Müslüman olsun, olmasın, bu
    teklifi kabûl ettiler.(69)


    b) Kureyş'in Hz.Peygamber (s.a.s)'e Başvurması

    Ebû Tâlib'e yaptıkları mürâcaatlardan bir sonuç alamayınca Kureyş uluları bizzât, Hz. Peygember (s.a.s.)'e geldiler:

    -"Yâ
    Muhammed! Sen soy ve şeref yönünden hepimizden üstünsün. Fakat Araplar
    arasında, şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadığını yaptın; aramıza
    ayrılık soktun, bizi birbirimize düşürdün. Eğer maksadın zengin
    olmaksa, seni kabîlemizin en zengini yapalım. Reislik istersen, başkan
    seçelim. Evlenmek düşünüyorsan, Kureyş'in en asil ve en güzel kadınları
    ile evlendirelim. Eğer cinlerin kötülüğüne kapılmışsan, seni tedâvî
    ettirelim. İstediğin her fedakârlığa katlanalım. Bu davâ'dan vazgeç,
    düzenimizi bozma..." dediler. Rasûlullah (s.a.s.):

    -"Söylediklerinizden
    hiç biri bende yok. Beni Rabb'ım size Peygamber gönderdi, bana kitâp
    indirdi. Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini size tebliğ ediyorum. İmân
    ederseniz, dünya ve âhirette mutlu olursunuz. İnkâr ederseniz, Cenâb-ı
    Hak aramızda hükmedinceye kadar sabredip bekleyeceğim. Putlara
    tapmaktan vazgeçip, yalnızca Allah'a ibadet ediniz...." diye cevâp
    verdi. (70)

    - "Bizim 360 tane putumuz Mekke'yi idâre edemezken bir tek Allah dünyayı nasıl idâre eder..." diyerek gittiler.(71)

    "O
    kâfirler, içlerinden bir uyarıcının (Peygamberin) geldiğine şaştılar.
    'Bu yalancı bir sihirbâzdır' dediler. O (Peygamber) bütün ilâhları tek
    bir Tanrı mı yapmış? Bu cidden şaşılacak birşey... dediler". (Sa'd
    Sûresi, 4-5).


    c) İlk Müslümanların Gördükleri Eza ve Cefalar

    Müşrikler,
    Ebû Tâlib ve Hz. Peygamberle yaptıkları görüşmelerden netice alamayınca
    Müslümanlara ezâ ve işkenceye başladılar.(72)

    Hz.
    Ebû Bekir, Hz. Osman gibi kuvvetli ve itibârlı bir âileye mensup
    olanlara pek ilişemiyorlardı. Fakat kimsesiz, fakir Müslümanlara,
    özellikle köle ve câriyelere cihân târihinde eşine rastlanmayan vahşet
    derecesinde işkenceler yapıyorlardı. Ebû Füheyke, Habbâb, Bilâl,
    Suhayb, Ammâr, Yâsir ve Sümeyye bunlardandı.

    Safvân
    b. Ümeyye'nin kölesi olan Ebû Füheyke, efendisi tarafından her gün
    ayağına ip bağlanarak, kızgın çakıl ve kumlar üzerinde sürükletilirdi.

    Demirci
    olan Habbâb, kor hâlindeki kömürlerin üzerine yatırılmış; kömürler
    sönüp kararıncaya kadar, göğsüne bastırılarak kıvrandırılmıştı.

    Ammâr'ın
    babası Yâsir, bacaklarından iki ayrı deveye bağlanıp, develer ters
    yönlere sürülerek parcalanmış, kocasının bu şekilde vahşice
    öldürülmesine dayanamayıp müşriklere karşı söz söyleyen Sümeyye, Ebû
    Cehil'in attığı bir ok darbesiyle öldürülmüştü.(73)

    Halef
    oğlu Ümeyye, kölesi Habeşli Bilâl'i hergün çırılçıplak kızgın kumlar
    üzerine yatırır, göğsüne kocaman bir taş koyarak güneşin altında
    saatlerce bırakır; Hz. Peygamber (s.a.s.)'e küfretmesi, Müslümanlığı
    terk etmesi için ezâ ederdi. Birgün, ellerini ayaklarını sımsıkı
    bağlayarak boynuna bir ip geçirmiş, sokak çocuklarının eline vererek
    çıplak vücûdunu kızgın kumlar üzerinde Mekke sokaklarında sürütmüştü.
    Sırtı yüzülüp kanlar içinde kalan Bilâl, bu durumda yarı baygın halde
    bile "Ehad, Ehad" (Allah bir, Allah bir) diyordu.(74)

    Anne
    ve babası vahşice öldürülen Ammâr, gördüğü işkencelere dayanamamış,
    müşriklerin istedikleri sözleri söylemişti. Ellerinden kurtulunca,
    ağlayarak Hz. Peygamber (s.a.s.)'e durumu anlatmış, Rasûlullah
    (s.a.s.)'de: "Sana tekrar eziyet ederlerse; kurtulmak için yine öyle
    söyle" demişti."(75)

    Hz.
    Ebû Bekir, müşrik sâhiplerinin işkencelerinden kurtarmak için, yedi
    tane Müslüman köle ve câriyeyi büyük bedeller ödeyerek satın alıp âzâd
    etmişti. Rasûlullah (s.a.s.)'in müezzini Bilâl bunlardandı.(76)

    Hâşimîlerden
    çekindikleri ve Ebû Tâlib'in himayesinde olduğu için önceleri
    Rasûlullah (s.a.s.)'in şahsına dokunamıyorlardı. Zamanla "mecnûn,
    falcı, şâir sihirbaz" gibi sözler söylemeğe başladılar. En sonunda
    fırsat buldukça O'na da hakaret, işkence ve her türlü kötülüğü
    yapmaktan çekinmediler. Geçeceği yollara dikenler döküyorlar, üzerine
    pis şeyler atıyorlar, kapısına kan ve pislik sürüyorlar, evinin önüne
    pislik atıyolardı. Bir defa Harem-i Şerifte namaz kılarken "Ukbe b. Ebî
    Muayt" saldırıp boğmak istemiş, Hz. Ebû Bekir kurtarmıştı (77) Başka
    bir zaman, Kâbe'nin yanında namaz kılarken, Ukbe b. Ebî Muayt Ebû
    Cehil'in teşvikiyle yeni kesilmiş bir devenin iç organlarını, secdeye
    vardığında üzerine atmış; kızı Fâtıma yetişip üzerindeki pislikleri
    temizledikten sonra, başını secdeden kaldırabilmişti.(78) Müşriklerin
    kötülükleri giderek dayanılmaz bir duruma gelmiş. Müslümanlar Mekke'de
    barınamaz hâle gelmişlerdi.

    (67) İbn Hişâm, 1/283-284; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/63

    (68) İbn Hişâm, 1/284; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/64; Târih-i Din-i islâm, 2/156

    (69) İbn Hişâm, 1/287; Târih-i Din-i İslâm, 2/158

    (70) İbn Hîşâm, 1/315-316; Târih-i Din-i İslâm, 2/161

    (71) Târih-i Din-i İslâm, 2/163

    (72) İbn Hişâm, 1/287

    (73) Zâdü'l-Meâd, 2/116; Asr-ı Saâdet, 1/254

    (74) Zâdü'l-Meâd, 2/116; Asr-ı Saâdet, 1/253

    (75)
    "Kalbi imânla dolu olduğu halde, zor ve baskı altında olan kimseler
    dışında, imândan sonra Allah'ı inkâr edip gönlünü küfre açan kimselere
    Allah katından bir gazap vardır. Büyük azâb da onlar içindir." (en-Nahl
    Sûresi, 106) anlamındaki âyet-i kerime o olaydan sonra indi.

    (76) İbnü'l-Esîr, 2/66-70; Zâdü'l-Meâd, 2/117; Tecrid Tercemesi 6/ H.No 1017'nin izahı.

    (77) el-Buharî, 4/240; Tecrid Tercemesi 10/45-48 (Hadis No : 1544); İbnül Esîr, a.g.e. 2/279

    (78)
    el-Buhârî, 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161-164 (Hadis No: 177) ve
    2/377-378 (Hadis No: 314); Rasûlüllah (s.a.s.) namazını bitirdikten
    sonra, üç defa: "Allahım, Kureyş'i Sana havale ediyorum" buyurmuş sonra
    da orada aralarında gülüşüp istihza etmekte olan Ebû Cehil, Utbe b.
    Rabia, Şeybe, b. Rabia, Velid b. Ukbe b. Ebî Muayt, Ümeyye b. Halef'i
    isim isim sayarak, "Allahım, şu güruhu sana havale ediyorum"
    buyurmuştur. Bunların hepsi de Bedir Savaşında öldürülerek bir çukura
    atıldılar. Tecrid Tercemesi, 1/161 (Hadis No: 177) ve 10/47-48


    3- HABEŞİSTAN'A HİCRET

    "Zulme uğradıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri, and olsun ki,
    dünyada güzel bir yerde yerleştiririz. Âhiret ecri ise daha büyüktür."

    (en-Nahl Sûresi, 41)

    a) Habeşistan'a İlk Hicret Edenler (615 M.)

    Müşriklerin
    ezâları dayanılmaz bir hal almıştı. Müslümanlar serbestçe ibâdet
    edemiyorlardı. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) Müslümanların
    Habeşistan'a hicret etmelerine izin verdi.

    Müslümanlar
    Habeşistan'a iki defa hicret ettiler. İlk defa 12'si erkek, 4'ü kadın
    16 kişi Mekke Devri'nin (Peygamberliğin) 5'inci yılında (615 M.) Recep
    ayında Mekke'den gizlice ayrılarak Kızıldeniz kıyısında birleştiler.
    Başlarında bir reisleri yoktu. Buradan kiraladıkları bir gemi ile
    Habeşistan'a geçtiler. İçlerinde, Hz. Osman, eşi Rukiyye, Zübeyr b.
    Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve Abdulllah b. Mes'ûd gibi muhterem zâtlar
    da vardı.(79)


    b) İkinci Habeşistan Hicreti (616 M.)

    İlk
    hicret edenler Habeşistan'da iken inen "en-Necm Sûresi"ni Hz. Peygamber
    (s.a.s.) Hârem-i Şerifte müşriklere okudu. Bitince, sûrenin sonunda
    "secde âyeti" bulunduğu için, Allah'a secde etti. Bu sûrenin 19 ve
    20'inci âyetlerinde müşriklerin putlarından "Lât, Uzza ve Menât'ın"
    isimleri de geçtiğinden müşrikler de Hz. Peygamber (s.a.s.)'le birlikte
    putları için secde etmişlerdi. Bu olay, "Mekkeliler toptan Müslüman
    oldu" diye bir şâyianın çıkmasına sebep olmuş, bu asılsız şâyia tâ
    Habeşistan'da duyulmuş, bu yüzden hicret eden Müslümanlar da,
    Habeşistan'da üç ay kaldıktan sonra dönmüşlerdi.(80) Müslümanlar,
    Habeşistan'dan döndüklerine pişman oldular. Çünkü müşrikler zulüm ve
    işkencelerini daha da artırmışlardı. Bu sebeple Müslümanlar, Mekke
    Devri'nin 7'inci yılında (616 M.) 77'si erkek, 13'ü kadın olmak üzere
    90 kişi 2'inci defa Habeşistan'a hicret ettiler. Bu ikinci hicrette
    kafile başkanı Hz. Ali'nin ağabeyi Câfer Tayyar'dı.(81)


    c) Kureyş Elçileri İle Câfer Arasında Geçen Münâzara

    Müslümanların
    Habeşistan'a hicreti, müşrikleri endişelendirdi. Müslümanlığın etrâfa
    yayılmasından korktular. Hicret eden Müslümanların kendilerine teslim
    edilmesi için Habeşistan Necâşi'si (82) Ashame'ye kıymetli hediyelerle
    Amr b. Âs ile Abdullah b. Ebî Rabia'yı elçi olarak gönderdiler.(83)
    Necâşi Müslümanlarla Kureyş elçilerini huzurunda karşılaştırdı.
    Müslümanlara:

    -"Kureyşliler elçi göndermişler, sizi geri istiyorlar, ne dersiniz" diye sordu. Müslümanların reisi Câfer ayağa kalkarak:

    -"Ey hükümdar, sorunuz onlara, biz onların kölesi miyiz?"

    Kureyş delegeleri adına Âs oğlu Amr (Amr b.Âs) cevâp veriyordu:

    -Hayır, hepsi hürdür.

    -Onlara borcumuz mu var?

    -Hayır, hiç birinde alacağımız yok.

    -Kısas edilmemiz için, onlardan öldürdüğümüz kimse var mı?

    -Öyle bir isteğimiz yok.

    -O halde bizden ne istiyorlar?

    Amr cevap verdi:

    -"Bunlar
    atalarımızın dininden çıktılar, ilâhlarımıza hakaret ettiler, gençlerin
    inançlarını bozdular, aramıza ayrılık soktular."

    Bu iddialara karşı Câfer:

    -"Ey
    hükümdar, biz câhil bir kavimdik. Taştan, ağaçtan yaptığımız putlara
    tapıyorduk. Kız çocuklarımızı diri diri taprağa gömüyor, ölmüş
    hayvanların leşlerini yiyorduk. İçki, kumar, fuhuş ve hertürlü
    ahlâksızlığı yapıyorduk. Hak hukuk tanımıyorduk. Kuvvetliler zayıfları
    eziyor, zenginler fakirlerin sırtından geçiniyordu.

    Cenâb-ı
    Hakk bizim hidâyetimizi diledi. İçimizden soyu-sopu, asâleti, ahlâk,
    fazilet ve dürüstlüğü hakkında kimsenin kötü söz edemeyeceği bir
    Peygamber gönderdi. O bizi puta tapma zilletinden kurtardı. Tek,
    Allah'ı tanıttı. Yalnız O'na kulluğa çağırdı. Bütün ahlâksızlıklardan
    uzaklaştırdı. Doğru söylemeği, emâneti gözetmeyi, akrabalık haklarına
    riâyeti, komşularla hoş geçinmeyi öğretti. Yalan söylemeği, yetim malı
    yemeği, haksızlık etmeği yasakladı.

    Biz
    O'na inandık. O'nun gösterdiği Hak Dini kabûl ettik. Bu yüzden
    kavmimizin hakaret ve işkencelerine uğradık. Fakat dinimizden dönmedik.
    Dayanamaz hâle gelince onlardan kaçıp, sizin himâyenize sığındık..."
    dedi. Kur'ân-ı Kerim'den âyetler okuyarak herkesi heyacâna getirip
    ağlattı.(84) Hz. İsâ ve Meryem'le ilgili olarak:

    "Meryem
    çocuğu alıp kavmine getirdi. Onlar: Meryem, utanılacak bir şey yaptın.
    Ey Harûn'un kızkardeşi, baban kötü bir kimse değildi, annen de iffetsiz
    değildi... dediler. Meryem çocuğu gösterdi: Biz beşikteki çocukla nasıl
    konuşabiliriz... dediler. Çocuk: Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum, bana
    kitap verdi ve beni Peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni
    mübârek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve
    anneme iyi davranmamı emretti, beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum
    günde, öleceğim günde ve dirileceğim günde bana selâm olsun.. dedi".

    İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsâ gerçek söze göre budur." (Meryem Sûresi, 27, 34)

    Bu âyetleri dinleyen Habeş hükümdarı:

    -"Allah'a
    yemin ederim ki, bu sözler Hz. İsây'a gelen sözlerle aynı kaynaktan,"
    dedi ve Kureyş elçilerinin teklifini reddetti.(85)

    Ertesi gün, Amr Necâşi'nin huzuruna çıkarak:

    -"Onlar
    Hz. İsâ hakkında yakışıksız sözler söylüyorlar", diyerek hükümdarı
    tahrik etmek istedi. Çünkü Habeş Necâşisi Ashame Hırıstiyandı.

    Bu idiaya karşı Câfer:

    -"Biz, Hz. İsâ hakkında Cenâb-ı Hak Kur'ân'da ne bildirmişse ancak onu söyleriz" dedi ve sonra şu anlamdaki âyeti okudu.

    "Meryem
    oğlu İsâ Mesih, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesidir.
    O, Allah tarafından bir rûhdur..." (en-Nisâ Sûresi, 171)

    Bunun üzerine Necâşi yerden bir çöp alıp göstererek:

    "-Hz.
    İsâ'nın dedikleri ile sizin söyledikleriniz arasında şu çöp kadar bile
    fark yok. Sizi ve Peygamberinizi tebrik ederim. Şehâdet ederim ki, O
    zât, hak Peygamberdir. O'nu Hz İsâ müjdelemişti..." dedi. Sonra, Kureyş
    elçilerine:

    "-Peygamberlerini yalanlayan kavmin hediyesi bana lâzım değil," diyerek getirdikleri hediyeleri geri verdi.(86)

    Habeşistan'da
    Müslümanlar güven içinde kaldılar. Bunlardan bir kısmı, Müslümanlar
    Medine'ye hicret edince Medine'ye gittiler (622 M.). Bir kısmı
    Hudeybiye barışına kadar orada kaldılar. (628 M.) Câfer'in
    başkanlığında son 16 kişilik kafile ise Hayber'in fethi esnâsında
    Medine'ye döndü. (628 M.)


    (79) İbn Hişâm, 2/344-353; İbnü'l-Esir, a.g.e., 2/76-77; Zâdü'l-Meâd, 2/117

    (80) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/77; İbn Hişâm, 2/3; Zâdü'l-Meâd, 2/118

    (81) İbnü'l-Esîr, a.g.e, 2/78.

    (82) "Necâşi", Habeş hükümdârlarının ünvanıdır.

    (83) İbn Hişâm, 1/356-357; İbnü'l-Esîr, 2/79; Zâdü'l-Meâd, 2/121

    (84) İbn Hişâm, 1/359-360; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/79-81; Târih-i Din-i İslâm, 2/216-218

    (85) İbn Hişâm, 1/360; Târih-i Din-i İslâm, 2/221

    (86) İbn Hişâm, 1/361-362; İbnü'l-Esîr, 2/81

    4- HZ. HAMZA VE HZ. ÖMER'İN MÜSLÜMAN OLMALARI

    a) Hz. Hamza'nın Müslüman Olması

    Hamza,
    Peygamberimizin amcalarındandır. Süveybe'den O da emdiği için,
    Rasûlullah (s.a.s.) ile süt kardeştir. Mekke Devri'nin 6'ıncı (616 M.)
    yılında Müslüman olmuştur.

    Peygamberimiz
    bir gün "Safâ" tepesinde otururken yanından Ebû Cehil geçti. Rasûlullah
    (s.a.s.)'e çirkin sözlerle hakarette bulundu. Peygamberimiz hiç bir
    karşılık vermedi.

    Hamza
    o gün ava gitmişti. Dönüşünde, bir câriye, olayı Hamza'ya anlattı.
    Hamza henüz Müslüman olmamıştı. Yeğenine hakaret edilmesine dayanamadı,
    silahını çıkarmadan, derhal Kureyşin toplantı yerine gitti. "Kardeşimin
    oğluna hakaret eden sen misin?" diyerek yayı ile Ebû Cehil'in kafasına
    vurup yaraladı. Ebû Cehil, "Hamza Müslüman oluverir" korkusu ile ses
    çıkarmadı. (87) Ebû Cehil'den, Peygamberimize yaptığı hakaretin öcünü
    alan Hamza, Rasûlullah (s.a.s.)'e giderek O'nu teselli etmek istedi.
    Rasûlullah (s.a.s.)'in ancak imân etmesi ile memnûn olacağını söylemesi
    üzerine, şehâdet getirip Müslüman oldu.(88)

    Hz.
    Hamza son derece cesûr, kuvvetli, gözünü budaktan sakınmaz bir kişiydi.
    Kendisinden üç gün sonra da Ömer Müslüman oldu. Bu ikisinin Müslüman
    olmalarıyla, Müslümanlar büyük destek buldular.


    b) Hz. Ömer'in Müslüman Olması

    Hz.
    Hamza'nın İslâm'ı kabûlü, Müslümanları sevindirmiş fakat müşrikleri
    telaşlandırmıştı. Kureyş ileri gelenleri "Dârü'n-Nedve" de toplandılar.
    "Bunlar gittikce çoğalıp kuvvetleniyorlar, çabuk çâresine bakmazsak,
    ileride önünü alamayacağımız tehlikeler doğar... Buna kesin çâre
    bulmalayız" dediler. Çeşitli teklifler ortaya atıldı. Ebû Cehil:

    "-Muhammed
    (s.a.s.)'i öldürmekten başka çıkar yol yok. Bu işi yapana şu kadar deve
    ve altın verelim," deyince Ömer ayağa kalktı:

    "-Bu
    işi ancak Hattâb oğlu yapar"? dedi. Ömer alkışlar arasında yola çıktı.
    Silahlarını kuşanıp giderken yolda Abdullah oğlu Nuaym'e rastladı.
    Nuaym:

    "-Nereye böyle ya Ömer"? diye sordu. Ömer:

    "-Araplar arasına ayrılık sokan Muhammed'in vücûdunu ortadan kaldırmağa"... diye cevâp verdi.

    "-Ya
    Ömer, sen çok zor bir işe kalkışmışsın. Müslümanlar Muhammed
    (s.a.s.)'in etrafında pervane gibi dönüyor, seni O'na yaklaştırmazlar.
    Yapabildiğini kabûl etsek, Hâşimoğulları seni yaşatmazlar"... dedi.
    Ömer bu sözlere kızdı.

    "-Yoksa sen de mi onlardansın"? diye çıkıştı. Nuaym:

    "-Sen benden önce kendi yakınlarına bak. Enişten Saîd ile kız kardeşin Fâtıma Müslüman oldular," dedi.

    Ömer
    buna hiç ihtimâl vermedi. Fakat içine düşen şüpheyi gidermek için,
    yolunu değiştirip doğru eniştesi Saîd b. Zeyd'in evine vardı. Bu esnâda
    içeride Kur'ân-ı Kerîm okunuyordu. Ömer, kapı önünde okunanları işitti.
    Kapıyı kırarcasına vurdu.

    İçerdekiler
    Ömer'i görünce telaşlandılar. Ömer'in İslâm'a olan düşmanlığını
    biliyorlardı. Hemen Kur'ân sahifesini sakladılar ve kapıyı açtılar.
    Ömer:

    -"Nedir o okuduğunuz şey"? diye bağırdı. Eniştesi:

    -"Bir şey yok", diye cevap verdi. Ömer:

    -"İşittiklerim
    doğruymuş" diyerek, hiddetle eniştesinin üzerine atıldı. Araya giren
    kız kardeşinin, bir tokatla yüzünü kan içinde bıraktı. Canı yanan
    kızkardeşi Fâtıma:

    -"Ya
    Ömer, Allah'tan kork. Ben ve eşim Müslüman olduk, bundan gurur
    duyuyoruz ve senden korkmuyoruz. Öldürsen de dinimizden dönmeyiz"...
    dedi ve şehâdet getirdi. Yüzü kan içindeki kız kardeşinin bu hâli ve
    sözleri Ömer'i sarstı, kalbinde bir yumuşama başladı, âdeta
    yaptıklarına pişmandı. Olduğu yere oturdu:

    -"Hele
    şu okuduğunuz şeyi getirin, göreyim", dedi. Kız kardeşi Kur'ân-ı Kerîm
    sahifesini O'na verdi. Bu sahife "Tâ Hâ" veya "Hadîd" Sûresinin ilk
    âyetleriydi. Ömer büyük bir ilgi ile sahifeyi okumaya başladı.

    "Göklerde
    ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ı tesbîh ederler. Yegâne galip ve hikmet
    sahibi olan O'dur. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur, hem
    diriltir, hem öldürür. O her şeye hakkıyla kâdirdir. O her şeyden
    öncedir. Kendisinden sonra hiç bir şeyin kalmayacağı Son'dur, varlığı
    aşikârdır, gerçek mâhiyeti insan için gizlidir, O her şeyi bilir"...
    (el- Hadîd Sûresi, 1-3)

    Ömer
    bu âyetleri okuduktan sonra derin bir düşünceye daldı. Allah Kelâmı'nın
    yüksek mânâ ve fesâhati onun kalbine işlemişti. "Göklerde ve yerde olan
    şeyler hepsi Allah'ın, bizim putlarımızın bir şeyi yok...," diye
    düşündü. "Beni Rasûlullah (s.a.s.)'in yanına götürün" dedi O esnada Hz.
    Peygamber (s.a.s.) Safâ semtinde Erkâm'ın evindeydi.

    Ömer'in silahlı olarak geldiğini gören Müslümanlar telaşlandılar. Yalnızca, Hz. Hamza:

    -İyilik
    için gelirse ne âlâ, aksi halde geleceği varsa, göreceği de var, telâşa
    gerek yok... dedi. Sağından ve solundan iki kişi tutarak Rasûlullah
    (s.a.s.)'in huzuruna götürdüler. Ömer, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in önünde
    diz çökerek şehâdet getirdi. Orada bulunanlar sevinçlerinden hep birden
    tekbir getirdiler. Safâ tepesinde yükselen "Allâhü Ekber" sadâsı ile
    Mekke ufuklarını çınlattılar.(89)

    Ömer:

    -"Kaç kişiyiz"? diye sordu.

    -"Seninle 40 olduk," dediler. Ömer:

    -"O halde ne duruyoruz"? Hemen çıkalım, Harem-i Şerîf'e gidelim, dedi. Bütün Müslümanlar toplu halde Kâbe'ye gittiler.

    Kureyş, Dâru'n-Nedve'de sonucu merak içinde beklemekteydi. Müslümanların toplu halde Harem-i Şerîf'e ilerlediğini görünce:

    -"İşte Ömer, hepsini önüne katmış getiriyor... " dediler.

    Ömer Kureyşlileri görünce:

    -"Beni
    bilen bilsin, bilmeyen öğrensin, Ben Hattab oğlu Ömer'im. İşte Müslüman
    oldum..." dedi ve şehâdet getirdi. Kureyşliler şaşkına döndüler. Her
    biri bir tarafa savuştu.

    Müslümanlar ilk defa Harem-i Şerîfte saf olup topluca namaz kıldılar.(90)

    Hamza
    ve Ömer'in Müslüman olmalarıyla, İslâm'ın yayılması hız kazandı. Daha
    önce 6 yılda sayıları ancak 40 kişiye ulaşabilmişken bir yıl sonra
    Müslümanların sayısı 300'ü geçmiş, bunlardan 90 kişi Habeşistan'a
    hicret etmişti.

    (87) İbn Hişâm, 311-312; İbnü'l-Esîr, 2/83

    (88) Târih-i Dini İslâm, 2/228

    (89) İbn Hişâm, 1/366-371; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/84-87

    (90) Târih-i Din-i İslâm, 2/238-239

    5- MÜŞRİKLERİN BOYKOT İLÂNI

    a) Müslümanların Muhâsaraya Alınması (616 M.)

    Mekke
    müşrikleri, İslâm nûrunun sönmesi için , ellerinden gelen her şeyi
    yaptılar. Alay, hakaret ve işkencenin her çeşidini denediler. Bütün
    bunlar İslâm'ın yayılmasına, Müslümanların sayılarının günden güne
    artmasına engel olamıyordu.

    Mekke
    Devri'nin 7'nci yılı (616 M.) Muharrem ayında Kureyş ileri
    gelenlerinden 40 kişi Ebû Cehil'in başkanlığında toplandılar. Hâşim
    oğullarıyla alış-veriş yapmamağa, kız alıp-vermemeğe, görüşüp
    buluşmamağa, ekonomik ve sosyal her türlü ilişkiyi kesmeğe karar
    verdiler. Bu kararı bir ahidnâme şeklinde yazıp mühürlediler ve bir
    beze sararak Kâbe'nin içine astılar. Böylece Müslümanları canlarından
    bezdirip Hz. Peygamberin kendilerine teslim edileceğini umdular. Karara
    aykırı hiç bir şey yapmayacaklarına dâir yemin ederek karar hükümlerini
    müsâmahasız uygulamağa başladılar.(91)

    Bu
    karardan sonra, şurada-burada dağınık halde olan bütün Müslümanlar Ebû
    Tâlib mahallesi'nde Hâşimî'lerle birleştiler. Ebû Leheb, Hâşimî'lerden
    olduğu halde, müşriklerle beraber oldu ve mahalleden çıktı. Ebû Tâlib,
    Müslüman olmadığı halde, Müslümanların başına geçti. Hz. Peygamber de
    üç yıldan beri ikamet etmekte olduğu Erkâm'ın evinden, Ebû Tâlib
    Mahallesine taşındı. Müslümanlar burada üç yıl (616-619 M.) abluka
    altında kaldılar.


    b) Acıklı Günler

    Müslümanlar
    abluka altında kaldıkları bu üç yıl içinde çok sıkıntı çektiler. Yeteri
    kadar erzâk temin edemedikleri için, açlıktan ağaç yapraklarını
    yediler. Bazı küçük çocuklar, gıdasızlıktan öldü. Ebû Cehil gece-gündüz
    Ebû Tâlib Mahallesi'ne girip çıkanları kontrol ediyor, mahalleye
    gizlice yiyecek maddesi sokulmasına imkân vermiyordu. Hamza ve Ömer
    gibi cesûr olanların dışında kimse çarşıya çıkıp alış-veriş
    yapamıyordu. Sa'd İbn Ebî Vakkas, bir defa bulduğu bir deri parçasını
    ıslatmış, ateşte kavurarak yemişti. Kadınların ve çocukların açlıktan
    feryatları mahalle dışından duyuluyordu. Müslümanlar yıllık yiyecek ve
    diğer ihtiyâçlarını ancak "eşhür-i hurum" denilen kan dökülmesi yasak
    dört ayda (Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep) temin etmeğe
    çalışıyorlardı. Peygamber Efendimiz de dâvet ve tebliğ vazifesini,
    özellikle Mekke'ye dışarıdan gelenlere ancak bu aylarda yapabiliyordu.
    Müslümanlar üç yıl süren bu boykot esnâsında dayanılmaz sıkıntılara
    katlandılar. Fakat Kureyş bundan da hiç bir netice alamadı.


    c) Boykot Anlaşması'nın Yırtılması

    Müslümanların
    bu acıklı durumu müşriklerden bazı insaflı kimseleri de rahatsız etmeğe
    başladı. Hişâm b. Amr, Züheyr b. Ebî Ümeyye, Mut'im b. Adıy,
    Ebu'l-Bahterî, Zem'a b. Esved ve Adıy b. Kays bu kararı bozmak üzere
    anlaştılar.(92) Kureyş'in toplu bulunduğu bir anda Harem-i Şerîf'e
    gittiler. İçlerinden Züheyr:

    -"Ey
    Kureyş topluluğu, şu yaptığımız şey, insanlığa yakışmaz. Biz her
    imkândan yararlanırken, bizim kabilemizin bir kolu olan
    Hâşimoğullarının aç bırıkılması insâfla bağdaşmaz. Bu kararın bozulması
    gerekir... Yemin ederim ki bu zâlim ahidnâme yırtılmadıkça buradan
    ayrılmıyacağım." diye söze başladı. Ebû Cehil, Züheyr'i susturmak
    istediyse de, diğerleri de onu destekledikleri için muvaffak
    olamadı.(93)

    Esâsen
    Kâbe' ye astıkları bu ahidnâmenin ağaç kurtları tarafından yendiğini
    Hz. Peygamber (s.a.s.) haber vermişti. Bir köşede oturmakta olan Ebû
    Tâlib de:

    -"Gidin,
    bakın. Eğer yeğenimin sözü doğru çıkmazsa ben her istediğinize râzıyım.
    Ama doğru ise sizin de bu zulme son vermeniz gerekir." demiş, bu haber
    bütün Mekke'de yayılmıştı. Gerçekten, ahidnâmeyi yırtmak için ellerine
    aldıklarında, bütün yazıların kurtlar tarafından yenilmiş olduğunu
    gördüler.(94) Müslümanlar Mekke Devri'nin 10'uncu yılında böylece bu
    korkunç boykottan kurtulmuş oldular.

    (91)
    el-Buhârî, 2/158; Tecrid Tercemesi, 6/132 (Hadis No: 786); İbnü'l-Esîr,
    2/87; Târih-i Din-i İslâm, 2/243-246; İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, 2/122

    (92) İbn Hişâm, 2/14-17; İbnü'l-Esîr, 2/ 88; Târih-i Din-i İslâm, 2/200-252

    (93) İbn Hişâm, 2/15-16; İbnü'l-Esîr, 2/89.

    (94) İbn Hişâm, 2/16; İbnü'l-Esîr, 2/89-90; Zâdü'l-Meâd, 2/123; Tecrid Tercemesi, 6/133


    IV- HÜZÜN YILI (Nübüvvet'in 10.Yılı)

    1- İKİ BÜYÜK ACI;

    EBÛ TÂLİB VE Hz. HATİCE'NİN VEFATLARI

    Müslümanlar
    ablukadan kurtuldukları için sevindiler. Çektikleri sıkıntıları
    unutmağa başladılar. Fakat sevinçleri uzun sürmedi. Boykotun
    kalkmasından 8 ay kadar sonra, iki büyük acı ile karşılaştılar. Mekke
    Devri'nin 10'uncu yılı Şevvâl ayında önce Ebû Tâlib, üç gün sonra da
    Hz. Hatice vefât etti.(95/1)

    Ebû
    Tâlib, Müslüman olmamıştı.(95/2) Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.)'e son
    derece bağlıydı. O'nu çok seviyor, bu yüzden her fedâkârlığa
    katlanarak, müşriklerden gelecek kötülüklere karşı O'nu koruyordu.
    Ölürken bile, Hâşimoğullarına, "O'na bağlı kalmalarını, uğrunda her
    fedâkârlığı yapmalarını, sözünden çıkmamalarını" vasiyyet etmişti.

    Hz.
    Hatice O'nun gam ortağı, şefkatli bir hayat arkadaşıydı. En sıkıntılı
    anlarında O'nu teselli ediyor, bütün varlığı ile O'na destek oluyordu.

    En
    büyük desteği olan, sevdiği iki insanı peşpeşe kaybettiği için
    Rasûlullah (s.a.s.) çok üzüldü. Bu sebeple Mekke Devri'nin 10'uncu
    yılına "Senetü'l-huzn" (Hüzün yılı ) denildi.

    Müşrikler,
    Ebû Tâlib'in sağlığında, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şahsına pek
    ilişemiyorlardı. O'nun ölümünden sonra, Rasûlullah (s.a.s.)'in şahsına
    da her türlü kötülüğü yapmağa başladılar. Bir defa, Kâbe'de namaz
    kılarken, Ebû Cehil'in teşvîki ile Ebû Muayt oğlu Ukbe, yeni kesilmiş
    bir devenin barsaklarını getirip, secdede iken üzerine koymuş,
    Rasûlullah (s.a.s.) başını secdeden kaldıramamıştı. Kızı Fâtıma
    yetişerek, üzerini temizlemiş, Rasûlullah (s.a.s.) namazını bitirdikten
    sonra etrâfında gülüşen müşrikleri işâret ederek üç defa:

    -"Allah'ım Kureyşten şu zümreyi sana havâle ediyorum" dedikten sonra:

    "Ebû
    Cehil'i, Ebû Muayt oğlu Ukbe'yi, Haccâc oğlu Şu'be'yi, Rabîa'nın
    oğulları Utbe ve Şeybe'yi, Halef'in oğulları Übeyy ve Ümeyye'yi, sana
    havâle ediyorum." diye isimlerini birer birer saymıştı. Rasûlullah
    (s.a.s.)'in isimlerini saydığı bu azılı müşriklerin hepsi de Bedir
    Savaşı'nda katledilip, leşleri Bedir'deki "Kalîb" denilen kuyuya
    atılmıştır.(96)


    2- TÂİF YOLCULUĞU (620 M.)

    a) Hz. Peygamber'in Tâif'te Karşılanışı

    Kureyş'in
    zulümleri artık katlanılamaz bir duruma gelmişti. Bu yüzden Hz.
    Peygamber (s.a.s.) Mekke Devri'nin 10'uncu yılı (620 M.) Şevvâl ayında,
    yanına evlâtlığı Hârise oğlu Zeyd'i de alarak Tâif'e gitti. Tâiflileri
    "Hak Din"e dâvet edecekti.

    Tâif'te
    Sakiyf Kabîlesi vardı, onlar da putperestti. Rasûlullah (s.a.s.) 10 gün
    kadar, onlara İslâm'ı anlatmağa çalıştı, ileri gelenleri ile görüştü.
    Hiç biri Müslüman olmadığı gibi, "Senden başka Peygamberlik gelecek
    kimse kalmadı mı?" diye alay ettiler "Memleketimizden çık da nereye
    gidersen git.." diye Allah sevgilisini kovup hakaret ettiler. Tâif'ten
    ayrılırken de çoluk çocuğu ve ayak takımı düşük tabîatlı kişileri yolun
    iki tarafına sıralayıp taşlattılar. Rasûlullah (s.a.s.)'in ayakları,
    atılan taşlarla yara-bere içinde kaldı, ayakkabıları kanla doldu.
    Ayaklarındaki yaraların verdiği acıdan yürüyemez hâle gelip oturmak
    istedikçe, zorla kaldırıp yaralı ayaklarını taşlamağa devâm ediyorlar,
    bu yürekler parçalayan acıklı hâline gülüp eğleniyorlardı. Vucûdunu
    atılan taşlara siper eden evlâtlığı Zeyd, bir kaç yerinden yaralandı.
    Rasûlullah (s.a.s.) hayâtı boyunca karşılaştığı sıkıntılardan en
    büyüğünü o gün yaşamıştı. Nihâyet Rabîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe'nin
    yol üstündeki bağına sığınarak ayak takımının tâkiplerinden
    kurtulabildi. Burada bir çardağın gölgesinde, ellerini kaldırıp şu
    hazîn duâyı yaptı:

    -"İlâhi,
    kuvvetimin za'fa uğradığını, çâresizliğimi, halkın gözünde hor ve hakîr
    görüldüğümü ancak sana arzederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi,
    herkesin zayıf görüp de dalına bindiği bîçârelerin Rabbı sensin, İlâhî,
    huysuz ve yüzsüz bir düşmanın eline beni düşürmeyecek, hatta hayâtımın
    dizginlerini eline verdiğim akrabamdan bir dosta bile bırakmayacak
    kadar bana merhametlisin.


    Rabb, eğer bana karşı gazablı değilsen, çektiğim belâ ve sıkıntılara
    hiç aldırmam, fakat senin esirgeyiciliğin bunları da göstermeyecek
    kadar geniştir.


    Rabb gazabına uğramaktan, rızandan mahrûm kalmaktan, senin karanlıkları
    aydınlatan, din ve dünya işlerini dengeleyen yüzünün nûruna sığınırım.
    Râzı oluncaya kadar işte affını diliyorum. Bütün kuvvet ve kudret ancak
    seninledir..." (97)

    Görüldüğü
    üzere yapılan bunca ezâ ve cefâya rağmen bedduâ etmemiş, hatta yolda
    Mekke'ye iki konak mesâfede "Karn" denilen yerde kendisine Cebrâil
    gelerek:

    -"Ey
    Allah'ın Rasûlü, Allah kavminin sana söylediklerini işitti,
    yaptıklarını gördü, sana şu Dağlar Meleği'ni gönderdi. Kavmin hakkında
    ne dilersen, bu meleğe emredebilirsin..." dedi. Dağlar emrine verilmiş
    olan melek de kendisini selâmladıktan sonra:

    -"Ya
    Muhammed, emrine hazırım. (Ebû Kubeys ile Kayakan denilen) şu iki
    yalçın dağın Mekkeliler üzerine devrilip, birbirine kavuşarak
    müşrikleri tamâmen ezmelerini istersen emret..." dedi. Fakat Rasûlullah
    (s.a.s.):

    -"Hayır,
    onların ezilip yok olmalarını değil, Rabbımın bu müşriklerin sulbünden,
    O'na hiç bir şeyi ortak kılmayan ve yalnız Allah'a ibâdet eden bir
    nesil meydana getirmesini istiyorum..." demiştir.(98)

    Rabîa'nın
    oğulları, Peygamber Efendimizin acıklı hâlini gördüler. Hıristiyan köle
    Addâs ile O'na bir salkım üzüm gönderdiler. Rasûlullah (s.a.s.)
    "Bismillah..." diyerek üzümü yemeğe başlayınca, Addâs hayretle:

    -"Bu bölge halkı böyle söz söylemezler, onlar Allah adını anmazlar", dedi. Hz. Peygamber ona nereli olduğunu sordu. Addâs:

    -"Ninovalıyım, Hıristiyanım", diye cevâp verdi. Rasûlullah(s.a.s.):

    -"Demek kardeşim Yunus Peygamberin memleketindensin".... dedi. Addâs:

    -Sen Yûnus'u nerden biliyorsun? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):

    -Yûnus
    benim kardeşim, O'da benim gibi Peygamberdi, dedi. Daha sonra Rasûl-i
    Ekrem Addâs'a İslâmiyeti anlattı. Addâs da orada Müslüman oldu.(99)

    Hz. Muhammed (s.a.s.) en zor ve en sıkıntılı anlarında bile Peygamberlik görevini ihmâl etmiyordu.


    b) Mekke'ye Dönüş

    Rasûl-i
    Ekrem'in himâyesiz Mekke'ye girmesi imkânsızdı. Esasen, hayâtı
    tehlikede olduğu için Mekke'den Tâif'e gitmişti. Bu sebeple dönüşte,
    Hira (Nûr) Dağına çıkarak, Kureyşin hatırı sayılır büyüklerinden Adiyy
    oğlu Mut'im'e haber gönderdi. O'nun himâyesinde gece vakti Mekke'ye
    girdi. Kâbe'yi tavâf edip Hârem-i Şerif'de iki rek'at namaz kıldıktan
    sonra evine döndü. Arap âdetlerine göre, bir kimse himâyesine aldığı
    kişiyi korumağa mecburdu. Bu sebeple, Mut'im ve çocukları silahlanıp
    Kâbe'nin dört bir tarafını tuttular. Peygamber Efendimizin Mekke'ye
    girip serbestçe tavâf etmesini ve evine gitmesini sağladılar.(100) (620
    M.)

    Mut'im,
    Bedir savaşında müşrik olarak öldü. Peygamber Efendimiz, Mut'im'in bu
    iyiliğini unutmamış, Bedir esirlerinin kurtarılması için Medine'ye
    gelen oğlu Cübeyr b. Mut'im'e:

    - "Eğer senin o ihtiyar baban, sağ olsaydı da bu murdar herifleri benden isteseydi, hepsini ona bağışlardım." demişti. (101)


    (95/1)
    Zâdü'l-Meâd, 2/123; İbn-Hişâm, 2/57-58; İbnü'l-Esîr, 2/90-91 (Hz.
    Hatice'nin Ebû Tâlib'den 50-55 gün kadar sonra vefât ettiği rivâyeti de
    vardır.)

    (95/2)
    Ebû Talib ile Hz. Peygamber (s.a.s.)in anne ve babasının ehli necattan
    olup olmadığı hakkında bkz. Tecrid Tercemesi 4/679-703 (Hadis No: 665
    ve izahı) ve 10/57-59 (Hadis No: 1549)

    (96) Bkz. el- Buhârî 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161 (Hadis No: 177) ve 2/377 (Hadis No : 314) ve 10/45, (Hadis No: 1544)

    (97)
    Bkz. Tecrid Tercemesi, 2/614 (431 No'lu Hadis ve açıklaması) İbn;
    Hişâm, 2/61; İbnü'l-Esîr, 2/91-92; Zâdü'l-Meâd, 2/123-124.

    (98) Bkz. el-Buhârî 4/83; Tecrid Tercemesi, 9/ 35 (Hadis No: 1333); Zâdü'l Meâd, 2/124

    (99) İbn-Hişâm, 2/62; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/92

    (100) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/92-93; Zâdü'l-Meâd, 2/124; Târih-i Din-i İslâm, 2/278-279

    (101) Buhârî, 5/20; Tecrid Tercemesi, 10/170 (Hadis No: 1574)


    V- KABÎLELERİ İSLÂMA DÂVET ve AKABE BÎATLARI

    4- HZ. HAMZA VE HZ. ÖMER'İN MÜSLÜMAN OLMALARI

    a) Hz. Hamza'nın Müslüman Olması

    Hamza,
    Peygamberimizin amcalarındandır. Süveybe'den O da emdiği için,
    Rasûlullah (s.a.s.) ile süt kardeştir. Mekke Devri'nin 6'ıncı (616 M.)
    yılında Müslüman olmuştur.

    Peygamberimiz
    bir gün "Safâ" tepesinde otururken yanından Ebû Cehil geçti. Rasûlullah
    (s.a.s.)'e çirkin sözlerle hakarette bulundu. Peygamberimiz hiç bir
    karşılık vermedi.

    Hamza
    o gün ava gitmişti. Dönüşünde, bir câriye, olayı Hamza'ya anlattı.
    Hamza henüz Müslüman olmamıştı. Yeğenine hakaret edilmesine dayanamadı,
    silahını çıkarmadan, derhal Kureyşin toplantı yerine gitti. "Kardeşimin
    oğluna hakaret eden sen misin?" diyerek yayı ile Ebû Cehil'in kafasına
    vurup yaraladı. Ebû Cehil, "Hamza Müslüman oluverir" korkusu ile ses
    çıkarmadı. (87) Ebû Cehil'den, Peygamberimize yaptığı hakaretin öcünü
    alan Hamza, Rasûlullah (s.a.s.)'e giderek O'nu teselli etmek istedi.
    Rasûlullah (s.a.s.)'in ancak imân etmesi ile memnûn olacağını söylemesi
    üzerine, şehâdet getirip Müslüman oldu.(88)

    Hz.
    Hamza son derece cesûr, kuvvetli, gözünü budaktan sakınmaz bir kişiydi.
    Kendisinden üç gün sonra da Ömer Müslüman oldu. Bu ikisinin Müslüman
    olmalarıyla, Müslümanlar büyük destek buldular.


    b) Hz. Ömer'in Müslüman Olması

    Hz.
    Hamza'nın İslâm'ı kabûlü, Müslümanları sevindirmiş fakat müşrikleri
    telaşlandırmıştı. Kureyş ileri gelenleri "Dârü'n-Nedve" de toplandılar.
    "Bunlar gittikce çoğalıp kuvvetleniyorlar, çabuk çâresine bakmazsak,
    ileride önünü alamayacağımız tehlikeler doğar... Buna kesin çâre
    bulmalayız" dediler. Çeşitli teklifler ortaya atıldı. Ebû Cehil:

    "-Muhammed
    (s.a.s.)'i öldürmekten başka çıkar yol yok. Bu işi yapana şu kadar deve
    ve altın verelim," deyince Ömer ayağa kalktı:

    "-Bu
    işi ancak Hattâb oğlu yapar"? dedi. Ömer alkışlar arasında yola çıktı.
    Silahlarını kuşanıp giderken yolda Abdullah oğlu Nuaym'e rastladı.
    Nuaym:

    "-Nereye böyle ya Ömer"? diye sordu. Ömer:

    "-Araplar arasına ayrılık sokan Muhammed'in vücûdunu ortadan kaldırmağa"... diye cevâp verdi.

    "-Ya
    Ömer, sen çok zor bir işe kalkışmışsın. Müslümanlar Muhammed
    (s.a.s.)'in etrafında pervane gibi dönüyor, seni O'na yaklaştırmazlar.
    Yapabildiğini kabûl etsek, Hâşimoğulları seni yaşatmazlar"... dedi.
    Ömer bu sözlere kızdı.

    "-Yoksa sen de mi onlardansın"? diye çıkıştı. Nuaym:

    "-Sen benden önce kendi yakınlarına bak. Enişten Saîd ile kız kardeşin Fâtıma Müslüman oldular," dedi.

    Ömer
    buna hiç ihtimâl vermedi. Fakat içine düşen şüpheyi gidermek için,
    yolunu değiştirip doğru eniştesi Saîd b. Zeyd'in evine vardı. Bu esnâda
    içeride Kur'ân-ı Kerîm okunuyordu. Ömer, kapı önünde okunanları işitti.
    Kapıyı kırarcasına vurdu.

    İçerdekiler
    Ömer'i görünce telaşlandılar. Ömer'in İslâm'a olan düşmanlığını
    biliyorlardı. Hemen Kur'ân sahifesini sakladılar ve kapıyı açtılar.
    Ömer:

    -"Nedir o okuduğunuz şey"? diye bağırdı. Eniştesi:

    -"Bir şey yok", diye cevap verdi. Ömer:

    -"İşittiklerim
    doğruymuş" diyerek, hiddetle eniştesinin üzerine atıldı. Araya giren
    kız kardeşinin, bir tokatla yüzünü kan içinde bıraktı. Canı yanan
    kızkardeşi Fâtıma:

    -"Ya
    Ömer, Allah'tan kork. Ben ve eşim Müslüman olduk, bundan gurur
    duyuyoruz ve senden korkmuyoruz. Öldürsen de dinimizden dönmeyiz"...
    dedi ve şehâdet getirdi. Yüzü kan içindeki kız kardeşinin bu hâli ve
    sözleri Ömer'i sarstı, kalbinde bir yumuşama başladı, âdeta
    yaptıklarına pişmandı. Olduğu yere oturdu:

    -"Hele
    şu okuduğunuz şeyi getirin, göreyim", dedi. Kız kardeşi Kur'ân-ı Kerîm
    sahifesini O'na verdi. Bu sahife "Tâ Hâ" veya "Hadîd" Sûresinin ilk
    âyetleriydi. Ömer büyük bir ilgi ile sahifeyi okumaya başladı.

    "Göklerde
    ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ı tesbîh ederler. Yegâne galip ve hikmet
    sahibi olan O'dur. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur, hem
    diriltir, hem öldürür. O her şeye hakkıyla kâdirdir. O her şeyden
    öncedir. Kendisinden sonra hiç bir şeyin kalmayacağı Son'dur, varlığı
    aşikârdır, gerçek mâhiyeti insan için gizlidir, O her şeyi bilir"...
    (el- Hadîd Sûresi, 1-3)

    Ömer
    bu âyetleri okuduktan sonra derin bir düşünceye daldı. Allah Kelâmı'nın
    yüksek mânâ ve fesâhati onun kalbine işlemişti. "Göklerde ve yerde olan
    şeyler hepsi Allah'ın, bizim putlarımızın bir şeyi yok...," diye
    düşündü. "Beni Rasûlullah (s.a.s.)'in yanına götürün" dedi O esnada Hz.
    Peygamber (s.a.s.) Safâ semtinde Erkâm'ın evindeydi.

    Ömer'in silahlı olarak geldiğini gören Müslümanlar telaşlandılar. Yalnızca, Hz. Hamza:

    -İyilik
    için gelirse ne âlâ, aksi halde geleceği varsa, göreceği de var, telâşa
    gerek yok... dedi. Sağından ve solundan iki kişi tutarak Rasûlullah
    (s.a.s.)'in huzuruna götürdüler. Ömer, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in önünde
    diz çökerek şehâdet getirdi. Orada bulunanlar sevinçlerinden hep birden
    tekbir getirdiler. Safâ tepesinde yükselen "Allâhü Ekber" sadâsı ile
    Mekke ufuklarını çınlattılar.(89)

    Ömer:

    -"Kaç kişiyiz"? diye sordu.

    -"Seninle 40 olduk," dediler. Ömer:

    -"O halde ne duruyoruz"? Hemen çıkalım, Harem-i Şerîf'e gidelim, dedi. Bütün Müslümanlar toplu halde Kâbe'ye gittiler.

    Kureyş, Dâru'n-Nedve'de sonucu merak içinde beklemekteydi. Müslümanların toplu halde Harem-i Şerîf'e ilerlediğini görünce:

    -"İşte Ömer, hepsini önüne katmış getiriyor... " dediler.

    Ömer Kureyşlileri görünce:

    -"Beni
    bilen bilsin, bilmeyen öğrensin, Ben Hattab oğlu Ömer'im. İşte Müslüman
    oldum..." dedi ve şehâdet getirdi. Kureyşliler şaşkına döndüler. Her
    biri bir tarafa savuştu.

    Müslümanlar ilk defa Harem-i Şerîfte saf olup topluca namaz kıldılar.(90)

    Hamza
    ve Ömer'in Müslüman olmalarıyla, İslâm'ın yayılması hız kazandı. Daha
    önce 6 yılda sayıları ancak 40 kişiye ulaşabilmişken bir yıl sonra
    Müslümanların sayısı 300'ü geçmiş, bunlardan 90 kişi Habeşistan'a
    hicret etmişti.

    (87) İbn Hişâm, 311-312; İbnü'l-Esîr, 2/83

    (88) Târih-i Dini İslâm, 2/228

    (89) İbn Hişâm, 1/366-371; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/84-87

    (90) Târih-i Din-i İslâm, 2/238-239
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:18

    V- KABÎLELERİ İSLÂMA DÂVET ve AKABE BÎATLARI

    1- KABÎLELERİ İSLÂMA DÂVET

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.) Tâif'e Şevvâl ayında gitmişti. Dönüşünde "eşhür-i
    hurum" denilen kan dökülmesi yasak aylardan Zilkade girmiş hac mevsimi
    başlamıştı.

    Rasûlullah
    (s.a.s.) Hac mevsiminde Mekke yakınlarında kurulan Ukaz, Mecenne,
    Zülmecâz.. gibi panayırlara gidiyor, oralarda toplanan diğer Arap
    kabîleleriyle görüşüyor, onlara Kur'ân-ı Kerîm okuyor, Hak Dini tebliğe
    çalışıyordu.

    Kureyşin
    ileri gelenleri Müslümanlığın Mekke dışında, diğer kabîleler arasında
    yayılmasından endişeye düştüler. Rasûlullah (s.a.s.)'in gayretlerini
    boşa çıkarmak, O'nun sözlerine diğer kabîlelerin değer vermelerini
    önlemek için çâre aradılar. "Hz. Muhammed (s.a.s.) için ne diyelim?..."
    diye düşündüler. İçlerinden en isâbetli karar verdiğini kabûl ettikleri
    Muğire oğlu Velîd'den bu konuda yardım istediler.

    Velîd,
    edebiyatın her çeşidinden anlayan, pek çok şâir ve hatibin düşünce ve
    bilgisinden yararlandığı son derece zeki, zengin ve itibârlı bir
    yaşlıydı. Rasûlullah (s.a.s.) ile görüşerek O'ndan Kur'ân-ı Kerîm
    dinledikten sonra kanaatini şöyle özetledi.

    -
    "Ben şiirin her çeşidini bilirim. Muhammed'den dinlediklerim şiir
    değil. O halde O'na şâir denilemez. Dinlediklerim, nesir de değil. O
    sözlerdeki güzellik ve belâgat hiç bir sözde bulunmaz.

    Muhammed
    (s.a.s.)'e sihirbaz veya falcı da diyemeyiz. Çünkü sözlerinin sihir ve
    fal ile bir ilgisi yok. Mecnûn veya deli de denilemez. Çünkü bu
    takdirde size kimse inanmaz. Bu derece güzel sözleri, değil bir
    delinin, akıllı kimselerin bile söyleyebilmesi mümkün değildir.
    Muhammed (s.a.s.)'e sihirbâz da diyemezsiniz. Çünkü okuyup üflemiyor,
    düğüm bağlamıyor, sihirle ilgili hiç bir şey yapmıyor..."

    - "O halde ne diyeceğiz?" diye sordular.

    -
    "Ne diyeceğinizi bilemem. Fakat sizin isnâd ettiğiniz, (şâir, falcı,
    mecnûn, sihirbâz.. gibi) sözlerin hiç biri O'na uymuyor. O'nda böyle
    vasıflar yok. Kimseyi bu sözlere inandıramazsınız..." dedi.

    Fakat, Velîd ertesi gün:

    -
    "O'na sihirbâz demek, başka sıfatlardan daha uygun. Çünkü sözleri
    kardeşi kardeşten ayırıyor. Akraba arasına ayrılık sokuyor. Bu sebeple
    O'nun sözleri sihir ve büyüden başka bir şey değil. O'na sihirbâz
    deyin." dedi. (102)

    Kur'ân-ı Kerîm Velîd'in bu tutumunu şöyle anlatır:

    -"Çünkü
    o, düşündü, ölçtü, biçti. Canı çıkası ne biçim ölçtü biçti... Sonra
    baktı (düşündü), sonra kaşlarını çattı, suratını astı. Sonra da sırt
    çevirip büyüklük tasladı. Bu sâdece öğretilen bir sihirdir, bu Kur'ân
    yalnızca bir insan sözüdür" dedi... (el-Müddessir Sûresi, 18-25)

    Böylece O'na "sihirbâz, büyücü" demeğe karar verdiler. Rasûlullah (s.a.s.) kiminle, hangi toplulukla görüşse, arkasından gidip:

    Sakın
    O'nu dinlemeyin, sözlerine kanmayın. Büyücüdür, kardeşi kardeşten
    ayırır... diye propaganda yapıyorlardı.(103) Fakat müşriklerin bütün
    çabaları İslâm nûru'nun yayılmasını önleyemeyecekti.

    "Allah'ın
    nûrunu ağızlarıyle söndürmek isterler. Oysa, kâfirler istemese de Allah
    nûrunu mutlaka tamamlayacaktır." (et-Tevbe Sûresi, 32)


    2- AKABE BİATLARI Zilhicce (621 ve 622 M.)

    a) Akabe Görüşmeleri

    Peygamber
    (s.a.s.) Efendimiz Hac mevsimlerinde, Mekke yakınlarında kurulan
    panayırlara gelen, Kâbe'yi ve putlarını ziyâret eden kabîleler arasında
    dolaşıyor, onlara Kur'ân okuyor, onları İslâm'a dâvet ediyordu. Bir gün
    Mekke'nin kuzeyinde, Mekke ile Mina arasında "Akabe" denilen bir tepede
    altı kişilik bir topluluğa rastladı. Bunlar, Medine'den "Hazrec"
    kabîlesinden idiler.(104) Rasûlullah (s.a.s.) onlarla konuştu. Kur'an-ı
    Kerîm okudu, İslâm Dini'ni anlattı ve onları Müslümanlığa dâvet etti.

    Medine'deki
    "Evs" ve Hazrec" adlı Arap kabîleleri ile "ehl-i kitâb" olan Yahûdiler
    arasında eskiden beri geçimsizlik vardı. Ne zaman aralarında bir
    tartışma veya kavga çıksa, putperest olan Evs ve Hazreçlilere
    Yahûdîler:

    Yakında
    bir Peygamber gelecek, biz O'na uyar, kuvvetleniriz, öcümüzü sizden o
    zaman alırız.. derlerdi. Medine'liler yakında bir Peygamber geleceğini
    yaşlı kimselerden de sık sık duyuyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s.),
    onları yeni dine dâvet edince birbirlerine bakıştılar. "Yahûdilerin
    bekleyip durdukları, yaşlıların haber verdikleri Peygamber işte budur,
    biz Yahûdîlerin önüne geçelim..." diyerek, kelime-i şehâdet getirip,
    hemen Müslüman oldular.(105)

    Mekke
    Devri'nin 10'uncu yılının Zilhicce ayında (Nisan 620 M.) gerçekleşen bu
    olaya "Birinci Akabe Görüşmesi", burada İslâm'ı kabûl eden altı kişiye
    de "İlk Medineli Müslümanlar" denir.(106)

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.) ile Medine'liler arasında, hac mevsimlerinde "Akabe"
    tepesinde yapılan görüşmeler, Mekke Devri'nin 10-11 ve 12'inci
    yıllarında olmak üzere üç defa oldu 11 ve 12'inci yıllardaki
    görüşmelerde "Bîat" da yapıldı. Bu sebeple, Akabe görüşmelerinin sayısı
    üç; Akabe Bîatları'nın sayısı iki'dir.


    b) Birinci Akabe Bîatı (Zilhicce 621 M.)

    Akabe
    Tepesinde Hz. Peygamber (s.a.s.)'le görüşüp Müslüman olan bu 6 kişi,
    hac mevsimi sonunda Medine'ye döndüler. Gördüklerini, yakınlarına ve
    dostlarına anlatarak, Medine'de Müslümanlığı yaymağa başladılar.

    Bir
    sene sonra, hac mevsiminde Hz. Peygamber (s.a.s.) ile görüşmek üzere
    Medine'den Mekke'ye 10'u Hazrec, 2'si Evs kabîlesinden olmak üzere 12
    Müslüman geldi. Bunlardan 5'i, bir yıl önceki ilk Akabe görüşmesinde
    bulunanlardandı. Başkanları yine, birinci görüşmede olduğu gibi "Zürâre
    oğlu Es'ad"tı. Mekke Devri'nin 11'inci yılı Zilhicce ayında Rasûlullah
    (s.a.s.) ile buluştular. Bu ikinci buluşmada Medine'li 12 Müslüman(107)
    "Allah'a şirk koşmayacaklarına, hırsızlık ve zinâ yapmayacaklarına,
    (kız) çocuklarını öldürmeyeceklerine, kimseye iftirâ etmeyeceklerine,
    Allah ve Peygamberine itâatten ayrılmayacaklarına" dâir Rasûlullah
    (s.a.s.)'e taahhütte bulundular; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in elini
    tutarak bîat ettiler.(108)

    Medine'li
    Müslümanlar, bu görüşme ve bîattan sonra, Müslümanlığın yayılmasına
    gayret etmek üzere, memleketlerine döndüler. Rasûlullah (s.a.s.)'in
    Medine'de Müslümanlığı ve Kur'ân-ı Kerîm'i öğretmek üzere öğretmen
    olarak görevlendirdiği "Umeyr oğlu Mus'ab"ı da berâberlerinde
    götürdüler.(109)

    Mus'ab,
    Akabe'de bîat edenlerin reisi Hazrec kabîlesinden Es'ad b. Zürâre'nin
    evinde misâfir olmuştu. Evs ve Hazrec kabîlesi'nden Müslümanlığı kabûl
    edenlerin evlerine birer birer giderek, onlara Kur'ân-ı Kerîm ve din
    bilgileri öğretiyor, güzel ahlâkı, nezâketi ve kibarlığı ile herkesi
    İslâm'a bağlıyordu.

    Es'ad
    b. Zürâre ve Mus'ab b. Umeyr'in gayretleriyle Medine'de Müslümanların
    sayısı hızla artıyordu. Yalnız Evs kabîlesi reislerinden Sa'd b. Muâz
    ile Üseyd b. Hudayr Müslümanlığı henüz kabûl etmemişlerdi. Bir gün Esâd
    ile Mus'ab çevrelerine toplananlara Müslümanlığı anlatırken Üseyd
    yanlarına geldi, maksadı onlara mâni olmaktı.

    -
    Siz ne yapmak istiyorsunuz? Halkı atalarının yolundan
    saptırıyorsunuz... diye söylendi. Mus'ab O'na çok nâzik davrandı.
    Kurân-ı Kerîm okudu. Kısaca Müslümanlığı anlattı. Üseyd, Kur'ân-ı Kerîm
    'in tesirinde kaldı, "Bu ne güzel şey..." diyerek Müslüman oldu ve
    şöyle dedi:

    - Ben gidip Sa'd b. Muâz'ı göndereyim. Eğer o da Müslümanlığı kabûl ederse, bu memlekette Müslüman olmayan hiç kimse kalmaz.

    Sa'd, Medine'de Müslümanlığın yayılmasından memnûn değildi. Es'ad ve Mus'ab'ın yanlarına öfke ile gitti.

    Ey
    Es'ad, seninle aramızda akrabalık bağları olmasaydı, kabilemiz arasına
    bu ayrılık tohumlarını sokmana katlanmazdım... diyerek çıkıştı. Mus'ab
    ona da son derece yumuşak ve kibar davrandı. Kısaca Müslümanlığı
    anlattı. Kur'ân-ı Kerîm okudu. Neticede Sa'd b. Muâz da Müslüman olarak
    oradan ayrıldı. Bu iki reisin tesiriyle Evs ve Hazrec kabîleleri içinde
    hemen hemen Müslüman olmayan kimse kalmadı.(110)

    Mus'ab,
    Medine'deki bu memnûniyet verici gelişmeleri Hz. Peygamber (s.a.s.)'e
    bildirdi. Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar bu duruma çok sevindiler.
    Bundan dolayı bu seneye "Senetü'l İbtihâc" (Sevinç yılı) denildi.(111)


    c) İkinci Akabe Bîatı (Zilhicce 622 m.)

    Mekke
    Devri'nin 12'inci yılı hac mevsiminde, Medine'den Mekke'ye gelen
    ziyâretçiler arasında (73'ü erkek, 2'si kadın) 75 Müslüman vardı.
    Bunlar hac'dan sonra (eyyâm-ı teşrik'in 2'nci gecesi), gece yarısı Hz.
    Peygamber (s.a.s.) ile gene Akabe tepesi'nde gizlice buluştular.
    Dikkati çekmemek için, her biri, değişik zamanlarda ve ayrı yollardan
    gelerek burada toplandılar. İçlerinde, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
    Medine'li akrabası Neccâr oğullarından Zeyd oğlu Hâlid (Ebû Eyyûb
    el-Ensârî) de vardı.

    Rasûlullah
    (s.a.s.) toplantıya amcası Abbâs'la birlikte geldi. Abbâs henüz
    Müslüman olmamıştı. Fakat yeğenine son derece bağlıydı. Ebû Tâlib'in
    ölümünden sonra, Arab âdetine göre O'nu himâyesine almıştı. Bu sebeple
    önce toplantıda Abbâs konuştu:

    - Ey Hazrec ve Evs Cemaati,

    Siz
    de bilirsiniz ki, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in aramızda üstün bir yeri
    vardır. Biz, O'nu şimdiye kadar, düşmanlarına karşı koruduk, yine de
    koruyacağız. Siz şimdi O'nu, Medine'ye dâvet ediyor, orada kalmasını
    istiyorsunuz. Kendisi de böyle arzu ediyor.

    Ancak
    siz O'nu düşmanlarına karşı koruyabilecekseniz, götürünüz. O'nu ele
    verecekseniz, bundan şimdiden vazgeçiniz.".. dedi.(112) Medineliler
    Abbâs'ı dinledikten sonra:

    - Yâ Rasûlallah, siz de konuşunuz. Bizden, Allah için, kendiniz için istediğiniz andı alınız. Hazırız... dediler.

    Hz. Peygamber (s.a.s.) bir mikdâr Kur'ân-ı Kerim okuduktan sonra:

    -
    Sevinçli hâlinizde de, kederli hâlinizde de din işinde kusur
    etmeyeceğinize, hakkın yerine getirilmesi için hiç bir şeyden
    çekinmeyeceğinize, yurdunuza hicret ettiğimde beni âileleriniz ve
    çocuklarınız gibi koruyacağınıza.. sizden söz (and) istiyorum" dedi.
    Medineli Zürâreoğlu Es'ad:


    Rasûlallah, biz buraya sana bîat etmeğe geldik. Sen nasıl emredersen
    öyle yaparız. Çocuklarımızı, âilelerimizi nasıl korursak, seni daha
    fazla koruruz . Sözümüzde dururuz. İnâyet Allah'tandır... dedi.
    Medineliler:

    - Yâ Rasûlallah, Senin uğrunda, gösterdiğin yolda ölürsek bize ne var? diye sordular.

    Hz. Peygamber (s.a.s.):

    - Ahirette mükâfat olarak Cennet, dedi.

    -
    Öyleyse ver elini, dediler. Hepsi de Hz. Peygamber (s.a.s.)'in elini
    tutarak, "İslâm yolunda gerekirse öleceklerine" and verip bîat
    ettiler.(113)

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.)'in ve Müslümanların Medine'ye hicreti de bu
    görüşmede kararlaştırıldı. Toplantı bittikten sonra, müslümanlar,
    geldikleri gibi, gene gizlice ayrı ayrı yollardan dağıldılar.

    Kureyşliler 2'nci Akabe Bîatını, ancak kabîleler Mekke'den ayrıldıktan sonra duyabildiler.


    (102) İbn Hişâm, 1/288-289; Târih-i Din-i İslâm, 2/188-192

    (103) Bkz. İbn-Hişâm, 2/63-65; İbnü'l-Esîr, 2/93-94

    (104)
    Hz. Peygamber (s.a.s.)'in dedesi Abdülmuttalib'in annesi Selma hatunun
    Hazrec kabilesinden oluşu sebebiyle, Rasûlüllah (s.a.s.) ile
    Hazrecliler arasında akrabalık vardı.

    (105) İbni Hişâm, 2/70-71; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/95; Zâdü'l-Meâd, 2/131

    (106)
    Hepsi de Hazrec kabîlesinden olan bu altı kişi şunlardır. Zürâre oğlu
    Es'ad, Mâlik oğlu Râfi, Hâris oğlu Avf, Âmir oğlu Kutbe, Âmir oğlu
    Ukbe, Abdullah oğlu Câbir. (İbn Hişâm, 2/71-72; Zâdü'l-Mead. 2/132)

    (107)
    İsimleri: Es'ad b. Zürâre, Râfi b. Mâlik, Avf b. Hâris, Kutbe b. Âmir,
    Ukbe b. Âmir, Muâz b. Hâris, Zekvân b. Abd-i Kays, Ubâde b. Sâmit,
    Yezid b. Sa'lebe, Abbas b. Ubâde, Ebu'l Heysem b. Teyyihan, Uveym b.
    Sâide, (İbn Hişâm, 2/ 73-75; Zâdül-Meâd, 2/132)

    (108) Bkz. El-Mümtehine Sûresi, 12; el-Buhârî, 1/10; Tecrid Tercemesi, 1/29; (Hadis No: 18); İbn Hişâm, 2/75

    (109) İbn Hişâm, 2/76; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/96

    (110) İbn Hişâm, 2/77-79; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 1/97-98

    (111) Târih-i Din-i İslâm, 2/313

    (112) İbn Hişâm, 2/84; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/98-99

    (113) İbn Hişâm, 2/84-85; İbnü'l Esîr, a.g.e., 2/100


    3- İSRÂ VE MÎRÂC MÛCİZESİ (Receb 621 M.)

    a) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Mîrâcı

    İkinci
    Akabe görüşmesinden sonra, Mekke Devri'nin 11'inci yılı Recep ayının
    27'inci gecesi (Hicretten 19 ay önce) Peygamber Efendimizin "İsrâ ve
    Mîrâc" mûcizesi gerçekleşti.

    İsrâ,
    gece yolculuğu ve gece yürüyüşü; Mîrâc ise, yükseğe çıkmak ve yükselme
    âleti demektir. Bu büyük mûcize, gecenin bir bölümünde cereyân ettiği
    ve Rasûlullah (s.a.s.) bu gece semâlara ve yüce makamlara yükseldiği
    için bu mûcizeye "İsrâ ve Mîrâc" denilmiştir.

    Kur'ân-ı Kerîm'de el-İsrâ Sûresi'nin 1'inci âyetinde:

    "Kulu
    Muhammed (s.a.s.)'i, bir gece Mescid-i Harâm'dan, kendisine bir kısım
    âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i
    Aksâ'ya götüren Allah'ın şânı ne yücedir. Doğrusu O işitir ve görür."
    buyrulmuştur.

    Rasûl-i
    Ekrem (s.a.s.)'in Mekke'deki Mescid-i Harâm'dan Kudüs'teki Mescid-i
    Aksâ'ya olan mîrâcı, yukarıda anlamı yazılan âyet-i kerime ile
    sâbittir. Mescid-i Aksâ'dan semâlara ve yüce makamlara yükseldiğini
    ise, Peygamber Efendimizden nakledilen sahîh hadîs-i şerîflerden
    öğrenmekteyiz. Hadîs-i şerîflerde anlatılanların özeti şöyledir.(114)

    Rasûlullah
    (s.a.s.) bir gece Kâbe'nin "Hatîm" denilen kısmında iken, Cebrail'in
    getirdiği "Burak" denilen bineğe binerek Kudüsteki Mescid-i Aksâ'ya
    gelip burada namaz kılmıştır. Buradan da "Mîrâc" denilen âlete binerek,
    semâlara yükselmiştir. 1'inci semâda Hz. Âdem, 2'inci semâda Hz. Yahyâ
    ve Hz. İsâ, 3'üncü semâda Hz. Yûsuf, 4'üncü semâda Hz. İdrîs, 5'inci
    semâda Hz. Harûn, 6'ıncı semâda Hz. Mûsâ ve 7'inci semâda Hz. İbrâhim
    ile görüştü. Bunlardan her biri Rasûlullah (s.a.s.) 'i selâmlayıp
    tebrik ettiler, "hoşgeldin sâlih kardeş," dediler.

    Daha
    sonra "Sidretü'l-müntehâ"ya yükseldi. Orada kazâ ve kaderi yazan
    kalemlerin çıkardıkları sesler duyuluyordu. Sidretü'l-müntehâ'dan
    ötesi, sözle anlatılması mümkün olmayan bir âlemdi. Buraya kadar
    beraber oldukları Cebrâil de buradan öteye geçememiş, "benim için
    burası sınırdır, parmak uçu kadar daha ilerlersem, yanarım..." demiştir


    Mîrâcta Cenab-ı
    Hakk, sevgili Peygamberine nice âlemler gösterdi. Kuluna vahyedeceğini
    vâsıtasız vahyetti. Bu makamda Hz. Peygamber (s.a.s.)'e üç şey
    verildi.(115)

    1) Beş vakit namaz farz kılındı.(116)

    2) Bakara Sûresi'nin son iki âyeti (Amene'r-rasûlü...) vahyedildi.

    3) Ümmetinden şirk koşmayanların Cennet'e girecekleri müjdesi verildi.


    b) Mîrâc Mûcizesine Karşı Müşriklerin Tutumu

    Peygaber
    Efendimiz, mîrâcı ve mîrâcda gördüklerini ertesi sabah anlattı.
    Mü'minler Rasûlullah (s.a.s.)'i tasdik ve tebrik ettiler. Müşrikler ise
    inkâr ettiler. Bir gecede Kudüs'e gidip gelmek imkânsız bir şey,
    dediler. İçlerinde Kudüs'e gitmiş ve Mescid-i Aksâ'yı görmüş olanlar
    vardı.

    - Mescid-i Aksânın kaç kapısı var? Şurası nasıl, burasında ne var? diye Rasûlullah (s.a.s.)'i soru yağmuruna tuttular.(117)

    Hz. Peygamber bu konuyu daha sonra şöyle anlatmıştır:

    "Kureyş
    bana seyâhat ettiğim yerler, özellikle Mescid-i Aksâ ile ilgili öyle
    şeyler sordular ki, İsrâ gecesi bunlara hiç dikkat etmemiştim. Fakat
    Cenâb-ı Hakk, benimle Beyt-i Makdis arasındaki mesâfeyi kaldırdı. Ne
    sordularsa, oraya bakarak cevâp verdim".(118)

    Bu
    durumda ne yapacaklarını şaşıran müşrikler Hz. Ebû Bekir'e koştular.
    Muhammed dün gece Kudüs'e gidip geldiğini, göklere çıktığını...
    söylüyor. Buna da mı inanacaksın, dediler. Ebû Bekir, hiç tereddüt
    göstermeden:

    "Bunu
    O söylemişse inandım gitti. Ben O'nu bundan daha önemli olan konularda
    tasdik ediyorum. Akşam- sabah göklerden vahiy geldiğini söylüyor, buna
    inanıyorum..." dedi. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir'e "Sıddîk" denildi.

    Ehli-
    sünnet bilginlerinin çoğunluğuna göre, İsrâ ve Mîrâc aynı gecede;
    Rasûlullah (s.a.s.) 'in rûh ve vücuduyla birlikte uyanık hâlde iken
    olmuştur. İsrâ ile Mîrâcın ayrı gecelerde olduğunu, rüyâ hâlinde ve
    rûhâni olarak vuku bulduğunu kabûl eden bilginler de vardır; fakat
    bunların sayısı azdır.(119)

    c) Mîrâc'ta Teşri Kılınan Hükümler

    Kur'ân-ı Kerîm'de, Mirâc'ın en yüksek hâli anlatılırken:

    "(Rabbına)
    iki yay kadar veya daha da yakın oldu. Allah Kulu'na vahyettiğini o
    anda vahyetti..." (en Necm Sûresi, 9-10) buyrulmaktadır.

    Bu âyetlerden Rasûlullah (s.a.s.)'e, Mîrâc'ta pek çok esrâr ve maârifin bildirildiği anlaşılmaktadır.

    Baştan
    sona Mîrâc ve Mîrâc'ta teşri kılınan hükümlerin anlatıldığı el-İsrâ
    Sûresi'nin 80'inci âyetinde Hz. Peygamber (s.a.s.)'e: "Rabbim, beni
    şerefli bir girişle (Medine'ye) koy, sâlim bir çıkışla da (Mekke'den)
    çıkar" diye dua etmesi emredilerek yakında hicretine izin verileceğini;
    81 'inci âyetinde ise:

    "De
    ki: Hakk geldi, bâtıl yok olup gitti, esâsen bâtıl yok olmağa
    mahkûmdur" buyurularak çok yakında İslâm'ın küfre galebe çalacağına,
    neticede Mekke'nin Rasûlullah (s.a.s.) tarafından fethedilip Kâbe'nin
    putlardan temizleneceğine işâret olunmuştur. Yine aynı sûrenin
    23-29'uncu âyetlerinde dinin temelini teşkil eden hükümler yer
    almıştır. Bu âyetlerin anlamları şöyledir:

    "Rabb'ın
    şunları kesinlikle hükmetti: Kendisinden başkasına kulluk etmeyin.
    Ana-babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi, senin yanında
    ihtiyarlayacak olursa, onlara "öf" bile deme, onları azarlama, her
    ikisine de hep tatlı söyle. Onlara şefkatle tevâzu kanadını ger ve
    'Rabbım, onlar, küçükken beni nasıl ihtimâmla yetiştirmişlerse, sen de
    kendilerini öylece esirge..' diye onlar için duâ et.

    Rabbınız, içinizdekini en iyi bilendir. İyi kimseler olursanız, kendisine yönelip tevbe edenleri bağışlar.

    Hısıma,
    yoksula, yolda kalmışa, herbirine hakkını ver. Elindeki malını saçıp
    savurma, saçıp savuranlar, şüphesiz şeytânla kardeş olmuşlardır. Şeytân
    ise Rabb'ına karşı son derece nankördür.

    Rabbından
    umduğun rahmeti elde etmek için hak sahiplerinden yüz çevirmek zorunda
    kalırsan, bâri onlara yumuşak söz söyle (sert davranma).

    Elini boynuna bağlayıp cimrilik etme, onu büsbütün açıp hepsini de saçma. Yoksa pişmân olur, açıkta kalırsın,

    Şüphesiz
    Rabb'n, dilediği kimsenin rızkını genişletir, dilediğininkini daraltır,
    ölçü ile verir. O, kullarını gören ve her şeyden haberdâr olandır.

    Çocuklarınızı
    yoksulluk korkusu ile öldürmeyin. Onları da sizi de Biz
    rızıklandırırız. Şüphesiz ki onları öldürmek büyük bir suçtur.

    Sakın zinâya yaklaşmayın. Doğrusu bu çirkindir ve çok kötü bir yoldur.

    Allah'ın
    harâm kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça kıymayın. Haksız yere
    öldürülen kimsenin velisine bir yetki vermişizdir. Artık o da
    öldürmekte aşırı gitmesin. Çünkü o, ne de olsa yardım görmüştür.

    Erginlik
    çağına ulaşıncaya kadar, yetîmin malına, en güzel şeklin dışında
    yaklaşmayın. Bir de verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözde
    sorumluluk vardır.

    Ölçtüğünüz zaman ölçeği tam yapın, doğru terâzi ile tartın. Bu daha iyi ve sonuç bakımından daha güzeldir.

    Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalb, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.

    Yeryüzünde
    böbürlenerek yürüme. Çünkü ne yeri delebilir, ne de boyca dağlara
    ulaşabilirsin, (onlarla büyüklük yarışı yapabilirsin). Rabb'ının
    katında bunların hepsi, beğenilmeyen kötü şeylerdir.

    Bunlar
    Rabb'ının sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber bir
    başka tanrı edinme. Yoksa kınanmış ve kovulmuş olarak Cehennem'e
    atılırsın." (İsra Sûresi, 23-29).

    Bu âyetlerdeki ilâhî emirler şöylece özetlenebilir:

    1) Allah'tan başkasına kulluk etmeyin,

    2) Anne-babaya iyi muâmele edin,

    3) Hısıma,yoksula, yolda kalmışa haklarını verin,

    4) Ne hasis, ne cimri, ne de müsrif (savurgan) olun,

    5) Çocuklarınızı öldürmeyin,

    6) Zinâya yaklaşmayın,

    7) Haklı bir sebep olmadıkça cana kıymayın,

    Cool Daha iyiye götürmek amacı dışında yetim malına yaklaşmayın,

    9) Verdiğiniz sözü yerine getirin, sözünüzde durun,

    10) Ölçü ve tartıyı tam yapın,

    11) Hakkında bilginiz olmayan şeyin peşine düşmeyin,

    12) Yeryüzünde kibir ve azametle yürümeyin, alçak gönüllü olun.



    (114) Bkz. Buhârî, 1/91-93 ve 4/247-250; Tecrid Tercemesi, 218-232 (Hadis No: 227) ve 10/60-80; (Hadis No: 1550-1552)

    (115) Müslim, 1/157, (K.el-İmân, B.,76, Hadis No: 173/279)

    (116)
    Mîrâc'dan önce namaz, akşam va sabah olmak üzere günde iki vakit
    kılınıyordu. "Ey örtüsüne bürünen Peygamber! Kalk, azâb ile korkut.
    Rabbinin adını (namazda tekbir ile) yücelt..." (Müddessir Sûresi, 1-3)
    anlamındaki âyetler inince, Rasûlüllah (s.a.s.) Cibril (a.s.)'ın târifi
    ile abdest alıp namaz kılmıştır. Rasûlüllah (s.a.s.)'in Cibril'e uyarak
    kıldığı bu ilk namaz, sabah vaktinde kılınmıştır. Aynı gün akşam
    namazını Hz. Hatice ile cemâatle kıldılar. Ertesi gün bu cemâate Hz.
    Ali, daha sonra Hz. Ebû Bekir ve Zeyd b. Hârise de katıldı. Böylece,
    (Mîrâc'da 5 vakit namaz farz kılınmadan önce) Risâletin başlangıcından
    itibâren Rasûlüllah (s.a.s.) ve Müslümanlar, akşam ve sabah olmak
    üzere, günde iki vakit namaz kılıyorlardı.

    Bu
    iki vakit namazdan başka, "Müzzemmil Sûresi"nin ilk âyetleri ile "gece
    namazı" farz kılınmıştı. Müslümanlar geceleri ayakları şişinceye kadar
    namaz kılıyorlardı. Gece namazı bir sene kadar farz olarak devâm
    ettikten sonra, aynı sûre'nin son âyeti (Müzzemmil Sûresi, 20) ile
    farziyeti kaldırıldı, nâfile (tatavvu) namaz oldu. Mîrâc'da farz
    kılınan 5 vakit namaz ile bütün bu namazlar kaldırıldı. Ancak, Hz.
    Peygamber (s.a.s.)'e hâs, ona âit olmak üzere gece namazının farziyeti
    devâm etti. (Bkz. İsrâ Sûresi, 79; Tecrid Tercemesi, 2/231-232, Hadis
    No: 227'nin açıklaması; Tahir Olgun, İbâdet Târihi, 28-38, İst., 1946)

    (117) Tecrid Tercemesi, 10/64

    (118) Buhârî, 4/248;Müslim, 1/157; (K.el-İmân, B., 75); Tecrid Tercemesi, 10/63. (Hadis No: 1550)

    (119) Bkz. Zâdü'l-Meâd, 2/126-127


    VI- MEDİNEYE HİCRET

    "Rabb'ım, beni şerefli bir girişle (Medineye) koy, sâlim bir çıkışla da (Mekke'den) çıkar".

    (el-İsrâ Sûresi, 80)


    1- MÜSLÜMANLARIN MEDİNE'YE HİCRETLERİ

    Hicret
    bir yerden başka bir yere göç etme demektir. Müşriklerin zulümleri
    yüzünden Mekke'de Müslümanlar barınamaz hâle gelmişlerdi. Bu sebeple
    2'inci Akabe Bîatında Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanların Medine'ye
    hicretleri de kararlaştırılmıştı. Rasûlullah (s.a.s.) "Sizin hicret
    edeceğiniz yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana
    gösterildi..."(120) diyerek Müslümanların Medine'ye hicretlerine izin
    verdi. 2'inci Akabe Bîatı, Peygamberliğin 12'nci yılının son ayı olan
    Zilhicce'de yapılmıştı. 13'üncü yılın ilk ayı Muharrem'de (Temmuz 622)
    Medine'ye hicret başladı. Mekke'den Medine'ye ilk hicret eden, Beni
    Mahzûm'dan Abdülesed oğlu Ebû Seleme(121), en son hicret eden ise
    Rasûlullah (s.a.s.)'in amcası Abbâs'tır.

    Mekke'nin
    fethine kadar geçen süre içinde, dini uğruna, evini-barkını,
    malını-mülkünü, âilesini, kabîlesini, akrabasını, bütün varlığını
    Mekke'de bırakarak Rasûlullah (s.a.s.)'in müsâdesiyle Medine'ye göç
    eden Mekke'li Müslümanlara "Muhâcirûn" adı verilmiştir.

    Medine'de
    muhâcirleri misâfir eden, onlara bütün imkânları ile yardımcı olan
    Medine'li Müslümanlara da "Ensâr" denilmiştir. Muhâcirûn ve Ensâr,
    Kur'ân-ı Kerîm'de bir çok vesîlelerle övülmüşlerdir.(122)

    Muharrem
    ve safer aylarında Müslümanlar, âileleri ile birlikte hicret ettiler.
    Birer, ikişer, gizlice Mekke'den ayrılıp Medine'ye gittiler. Ensâr
    tarafından Medine civârındaki "Avâlî" denilen köylere yerleştirildiler.


    Hz. Ömer Mekke'den gizli ayrılmadı. Kılıcını kuşandı, Kâbe'yi tavâf etti. Bütün müşriklere meydan okuyarak:

    İşte
    ben Medine'ye gidiyorum. Analarını ağlatmak, karılarını dul,
    çocuklarını yetim bırakmak isteyenler peşime düşsün... dedi. Ömer'in
    hicreti Hz. Peygamber (s.a.s.)'in hicretinden 15 gün kadar önce
    olmuştu.

    Kısa
    zamanda, Mekke'li Müslümanların hemen hepsi Medine'ye göç etti.
    Yalnızca Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'yi Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'de
    alıkoymuştu.(123) Ebû Bekir hicret için izin istediğinde, Rasûlullah
    (s.a.s.):

    "Acele
    etme, Allah sana hayırlı bir arkadaş verecek..." diyerek hicretini
    geciktirmiştil(124). Mekke'de müslümanlıkları yüzünden âileleri
    tarafından hapsedilmiş olanlar ile köle ve câriyelerden başka Müslüman
    kalmamıştı. Rasûlullah (s.a.s.) düşmanları arasında, en büyük tehlike
    karşısında yapayalnız bulunuyordu.


    (120) el-Buhârî, 4/ 255; Tecrid Tercemesi, 10/86

    (121) İbn Hişâm, 2/112; Zâdü'l-Meâd, 2/136; Tarîh-i Din-i İslâm, 2/320

    (122)
    Bkz. el-Enfâl Sûresi 72, 74; Tevbe Sûresi, 20, 100; Nahl Sûresi,
    41,110; Hac Sûresi, 58; Haşr Sûresi, 9; Fetih Sûresi, 10,18, 29,

    (123) Zâdü'l-Meâd, 2/136

    (124) el-Buhârî, 4/255; İbn Hişâm, 2/ 124; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/101



    2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'İN HİCRETİ

    a) Dâru'n-Nedve'nin Korkunç Kararı

    Akabe
    görüşmeleri ile Müslümanlık Medine'de yayılmağa başlamış, müşrikler
    korktuklarına uğramışlardı. Üstelik Mekke'deki Müslümanlar da Medine'ye
    göç etmişlerdi. Şimdi Hz. Muhammed (s.a.s.)'de Medine'ye gider,
    Müslümanların başına geçerse, Mekke'lilerin Şam ticâret yolu
    kapanabilirdi. Mekke müşrikleri Müslümanlara son derece kötü
    davranmışlar, târihte eşine ender rastlanan işkence ve hakarette
    bulunmuşlardı. Bunlar Medine'lilerle birleşip, kuvvetlendikten sonra
    kendilerinden öç alabilirlerdi. Esâsen Mekke'lilerle Medine'liler
    arasında, öteden beri geçimsizlik vardı. Çünkü Mekke'liler
    Adnânîlerden; Medine'liler ise Kâhtânîlerdendi. Durumun ciddiliğini
    anlayan Kureyş müşrikleri, Mekke'de yapayalnız kalan Peygamber
    Efendimize ne yapmak gerektiğini kararlaştırmak üzere Dâru'n-nedve'de
    toplandılar. Toplantıda Ebû Cehil, Ebû Süfyan, Ebu'l-Bahterî, Utbe b.
    Rabîa, Cübeyr b. Mut'im, Nadr b.Hâris, Ümeyye b.Halef, Hakim
    b.Hızâm...... gibi Mekke ileri gelenlerinin hemen hepsi vardı.
    Müslümanlık tehlikesinin önlenmesiyle ilgili çeşitli fikirler ileri
    sürdüler. İçlerinden Ebûl Bahteri:

    - Muhammed (s.a.s.)'i bağlayıp her tarafı kapalı bir yerde ölünceye kadar hapsedelim, dedi. Amr oğlu Hişâm:

    - O'nu bir deveye bindirip Mekke'den çıkaralım, uzak yerlere sürelim, dedi. Ebû Cehil ise:

    -
    Kureyş'in bütün kollarından birer temsilci seçelim. Bunlar aynı anda
    hücûm edip Muhammed (s.a.s.)'i bir hamlede öldürsünler. Kimin vurduğu,
    kimin darbesiyle öldüğü belli olmasın. Böylece kanı bütün Kureyş
    kabîlesine dağılsın, Hâşimîler bütün Kureyş kollarına karşı
    çıkamayacaklarından kan davasına kalkışamazlar. Çâresiz diyete (kan
    bedeline) râzı olurlar. Bu iş böylece kapanır... dedi. Ebû Cehil'in
    teklifi ittifakla kabûl edildi. Diğer teklifler beğenilmedi. Hemen
    Kureyş kollarında 40 yeminli kişi seçip toplantıyı bitirdiler.(125)

    Müşriklerin Dâru'n-Nedve'deki bu konuşma ve plânları el-Enfâl Sûresi'nin 30'uncu âyetinde şöyle özetlenmektedir.

    "Ya
    Muhammed, hatırla şu zamanı ki, inkâr edenler (Mekke müşrikleri) seni
    bir yere kapatmak veya (hepsi birden) öldürmek yahut da (Mekke'den)
    çıkarmak için sana tuzak hazırlıyorlardı. Onlar sana tuzak kurarken,
    Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Allah tuzakların en iyisini kurar."


    b) Rasûlullah (s.a.s.)'in Evinin Müşrikler tarafından Kuşatılması

    Müşriklerin
    bu korkunç plânını Cebrâil (a.s.) Peygamber Efendimize haber verdi. "Bu
    gece, her zaman yatmakta olduğun yatağında yatmayacaksın, evini
    terkedeceksin..." dedi. Böylece Rasûlullah (s.a.s.)'e de hicret için
    izin verildi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Hz. Ali'yi çağırdı.

    "Ben
    Medine'ye gidiyorum. Sen bu gece benim yatağımda yat, hırkamı üstüne
    ört. Müşrikler beni yatıyor sansınlar, onlara bir şey sezdirme.
    Sabahleyin şu emânetleri sâhiplerine ver.(126) Ondan sonra sen de hemen
    gel" dedi.

    Ortalık
    kararınca, Kureyş'in seçme cânileri evin etrâfını sardılar.(127)
    Sabahleyin evinden çıkarken hep birden saldırıp öldüreceklerdi. Hz.
    Ali, Rasûlullah (s.a.s.)'in yatağına yattı. Hz. Peygamber (s.a.s.)
    eline bir avuç kum alıp, evini çeviren müşriklerin üzerine saçtı.
    Saçılan kum taneleri cânilerden herbirine isâbet etmiş, hepsi de derin
    bir uykuya dalmışlardı. Rasûlullah (s.a.s.) "Yâ-Sîn Sûresi"nin
    başından:

    "Biz
    onların önlerine ve arkalarına birer sed çektik, böylece gözlerini
    perdeledik. Onlar artık elbette görmezler" anlamındaki 9'uncu âyetine
    kadar olan kısmı okuyarak, aralarından geçip gitti.(128) Müşrikler Hz.
    Muhammed (s.a.s.)'in yatağında yattığını sanıyorlardı. Sabahleyin,
    yatakta yatanın Ali olduğunu görünce, donakaldılar, ne yapacaklarını
    şaşırdılar; hiddetlerinden çıldıracak hâle geldiler. Hemen her tarafı
    aramağa koyuldular. Mekke'yi alt üst ettiler. Fakat Hz. Peygamber
    yoktu.

    Muhammed
    (s.a.s.)'i bulana 100 deve verilecek, diye ilân ettiler. Bu haber
    duyulunca, ne kadar mâceracı, cânî, katil varsa, hepsi etrâfa yayıldı.
    Mekke'de ve Mekke dışında, harıl harıl Hz. Peygamber (s.a.s.)'i
    arıyorlardı.

    Rasûlullah
    (s.a.s.), gece evinden ayrıldıktan sonra Kâbe'yi tavâf etti. "Ey Mekke,
    sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı ve bana en sevimli yerisin;
    eğer çıkmak zorunda bırakılmasaydım, senden ayrılmazdım", dedi.(129)
    Ertesi gün öğle sıcağında Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah'ın emri
    ile, berâber hicret edeceklerini bildirdi. Hz. Ebû Bekir, sevinç göz
    yaşları ile, 4 aydır dışarıya bırakmayıp, ağaç yaprakları ile
    beslemekte olduğu iki cins devesini işâret ederek:

    Dilediğini seç, Yâ Rasûlallah, dedi. Rasûlullah (s.a.s.) bedelini ödeyerek devenin birini aldı.

    Rasûlullah
    (s.a.s.) ve Ebû Bekir için hazırlanan yol azığı bir dağarcığa konuldu.
    Ebû Bekir'in kızı Esmâ, belindeki bez kemeri ikiye ayırıp bir parçası
    ile bu dağarcığın ağzını bağladığı için Esma'ya "Zâtü'n-nitâkayn" (iki
    kemerli) ünvânı verild.(130/1)


    c) Mağarada Gizlenmesi

    Gece
    olunca, her ikisi evin arka penceresinden çıktılar. Ayakkabılarını
    çıkarıp, ayaklarının uçlarına basarak ıssız yollardan Mekke'nin
    güneyine doğru ilerlediler. 1.5 saat (3 mil) mesafede Sevr Dağı'nın
    tepesindeki mağaraya vardılar. Kureyşin araması bitinceye kadar,
    (perşembeyi cumaya bağlayan geceden pazar gününe kadar) üç gün bu
    mağarada gizlendiler.

    Ebû
    Bekir'in oğlu Abdullah, geceleri mağaraya gelip Mekke'de olup biteni
    anlatıyor, ortalık ağarmadan gene Mekke'ye dönüyordu. Kölesi Âmr b.
    Füheyre de koyunlarını otlatırken akşamları Sevr dağına götürüp onlara
    süt veriyordu.

    Peygamber
    Efendimizi ve Ebû Bekir'i arayanlar, iz sürerek, nihâyet Sevr'deki
    mağaranın ağzına kadar geldiler. Ayak sesleri ve konuşmaları içeriden
    duyuluyordu. Hz. Ebû Bekir, başını kaldırdığı zaman onların ayaklarını
    görmüş ve heyecanla:

    -"Yâ Rasûlallah, eğilip baksalar, bizi görecekler, demişti, bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

    -"Korkma, Allah'ın yardımı bizimledir.(130/2) İki yoldaş ki, üçüncüsü Allah'tır, hiç endişe edilir mi?" buyurdu.(131)

    Tâkipçiler
    Sevr dağı'na henüz çıkmadan, bir örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş, bir
    çift beyaz güvercin yuva yapıp yumurtlamıştı. Bu durumda Kureyşliler
    mağaranın içine bakmanın ahmaklık olacağını düşünerek bırakıp
    gittiler.(132)

    Kureyşlilerin
    aramaları üç gün sürdü. Peygamber Efendimiz ile Ebû Bekir Mekke'de iken
    Abdullah b. Uraykıt adında henüz müslüman olmamış, fakat son derece
    emîn bir şahsı kılavuz olarak kiralayıp develeri de ona teslim
    etmişlerdi.(133) Kılavuz Abdullah, üç gün sonra, dördüncü günün (Pazar)
    sabahı develeri mağaraya getirdi. Devenin birine Rasûlullah (s.a.s.)
    ile Ebû Bekir diğerine ise kılavuz Abdullah ile Ebû Bekir'in kölesi
    Âmir b. Füheyre bindiler. Sâhili takibederek Medine'ye doğru 24 saat
    hiç dinlenmeden yol aldılar Deve yürüyüşü ile 13 günlük olan Medine
    yolunu 8 günde katederek 12 Rabiulevvel/23 Eylül 622 pazartesi günü
    Kuba'ya ulaştılar.

    Rasûlullah
    (s.a.s.)ilk vahiy Hîra (Nûr) dağı'ndaki mağarada gelmişti. Hira'daki
    mağara ile Sevr'deki mağara arasında geçen müddet, Rasûlullah (s.a.s.)
    'in Peygamberlik hayatının Mekke Devri'ni teşkil etmişti. Sevr
    dağı'ndaki mağaradan başlayan hicret ise, Mekke Devri'nin sonu, Medine
    Devri'nin başı olmaktaydı.


    d) Rasûlullah (s.a.s.)'i Tâkibedenler

    Hicret yolculuğunda Peygamber Efendimiz iki önemli takiple karşılaştı.

    Müdliçoğullarından
    Sürâka, Kureyş'in ilân ettiği mükâfâtı ele geçirmek hevesiyle, kendi
    bölgelerinden geçmiş olan hicret kafilesini tâkibe koyuldu. Atını dört
    nala sürerek Rasûlullah (s.a.s.) ve arkadaşlarına yaklaştığı sırada,
    atı sürçüp kapaklandı. Kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden atına binip
    koşturdu. Tam yaklaştığı sırada, atının ön ayakları kuma saplandığı
    için, yine düştü. Atını zorlukla kurtardı. Sürâka'nın morali iyice
    bozulmuştu. Rasûlullah (s.a.s.)'den özür diledi. Yazılı bir emânnâme
    alarak geri döndü; diğer tâkipçileri de "ben aradım, boşuna yorulmayın,
    bu tarafta yok..." diyerek geri çevirdi.(134)

    Eslemoğullarından
    Büreyde de, Kureyşin ilân ettiği mükâfâtı alabilmek için Rasûlullah'ı
    tâkibe başlamıştı. Fakat ilk görüşte, yanındakilerle beraber Müslüman
    oldu. Daha sonra başındaki beyaz sarığı çözerek mızrağının ucuna
    bağladı. "Sizin gibi şanlı bir kafile bayraksız gitmez. İzin verirseniz
    ilk alemdârınız olayım" diyerek ta Kuba Köyü'ne kadar Rasûlullah
    (s.a.s.)'e bayraktarlık yaptı.

    Daha
    sonra, Şam'dan Mekke'ye dönmekte olan bir ticâret kafilesine
    rastladılar. Kafilede bulunan, ilk 8 Müslümandan Avvâm oğlu Zübeyr,
    Rasûlullah (s.a.s.) ve Ebû Bekir'e beyaz elbiseler giydirdi.(135) Ve
    Medine'lilerin kendilerini sabırsızlıkla beklediklerini haber verdi.

    Rasûlullah
    (s.a.s.)'ın yola çıktığı Medine'de duyulmuştu. Bu yüzden Medineliler,
    Rasûlullah (s.a.s.)'i karşılamak üzere her sabah şehir dışına çıkıp
    bekliyorlardı. 12 Rabiulevvel /23 Eylül 622 Pazartesi günü yine öğleye
    kadar beklemişler, sıcak bastırınca ümitlerini kesip dönmüşlerdi. Bu
    esnâda bir iş için evinin yüksek kulesinden etrafı seyreden bir Yahûdî,
    beyazlar giyinmiş bir kafilenin uzaktan gelmekte olduğunu gördü ve
    yüksek sesle:

    İşte günlerdir yolunu beklediğiniz devletli geliyor, diye haykırdı.



    (125) Bkz. İbn Hişâm, 2/125-126, İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/102; Zâdü'l-Meâd, 2/ 136-137; Tecrid Tercemesi, 10/87-88

    (126)
    Mekke'de en güvenilir kimse olduğu için, bütün Mekkeliler en değerli
    şeylerini Hz. Peygamber (s.a.s.)'e emânet ederlerdi. Bu güvenirliği
    yüzünden O'na "Muhammedü'l-Emin" diyorlardı. (İbn Hişâm, 2/129)

    (127)
    Bu câniler arasında:Ebû Cehil, Hakem b.el-Âs, Ukbe b. Ebî Muayt, Nadr
    b. Hâris, Ümeyye b. Halef, Zem'a b.Esved ve Ebû Leheb de vardı. (Tecrid
    Tercemesi, 10/88; Târih-i Din-i İslâm,2/32)

    (128)
    Kur'ân-ı Kerîm'de bu olaya işâretle: (Habibim, bir avuç kumu onların
    üzerine) attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı, hedeflerine O
    ulaştırdı. (el-Enfâl Sûresi, 17) buyrulmuştur.

    (129)
    İbn Mâce, 2/1037 (Hadis No: 3108), Kahire, 1378/1953; Tirmizi, 5/722
    (Hadis No: 3925), Kahire, 1385/1965; Asr-ı Saâdet, 1/294

    (130/1) Tecrid Tercemesi, 8/415 (Hadis No: 125) ve 10/100 (Hadis No : 1ğ)

    (130/2) et-Tevbe Sûresi, 40

    (131) el-Buhârî, 4/263; Tecrid Tercemesi, 10/119 (Hadis No: 1557)

    (132) Zâdü'l-Meâd, 2/137; Târih-i Din-i İslâm 2/330; M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, 1/124

    (133) Zâdü'l-Meâd, 2/137

    (134) el-Buhârî, 4/256-257; Tecrid Tercemesi, 10/102-104; (Hadis No: 1ğ)

    (135) el-Buhârî, 4/257; Tecrid Tercemesi, 10/105 (Hadis No: 1ğ)



    3- MEDİNE'YE VARIŞ

    a) Hz. Peygamber (s.a.s.) Kuba'da

    Medineliler
    derhal silahlanarak, bir bayram sevinci içinde yollara döküldüler.
    Rasûlullah (s.a.s.)'i Medine'ye bir saat uzaklıkta Kuba Köyünde
    karşıladılar. Rasûlullah (s.a.s.) burada Amr b. Avf Oğulları'nda 14
    gece misâfir kaldı.(136) Bu esnâda Kur'ân-ı Kerîm'de "takvâ üzere
    yapıldığı" bildirilen Kuba Mescidi'ni binâ etti ve burada namaz
    kıldı.(137)

    Rasûlullah
    (s.a.s.)'den 3 gün sonra tek başına yola çıkmış olan Hz. Ali de,
    gündüzleri gizlenip, geceleri yürüyerek, Kuba'da iken kafileye yetişti.



    b) İlk Cuma Namazı ve İlk Hutbe

    14
    gün sonra, bir cuma günü Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz devesine
    bindi. Karşılamağa gelenlerle muhteşem bir alay içinde Medine'ye
    hareket etti. Yolda "Sâlim b. Avf oğulları"na âit "Rânûnâ Vâdisi"nde
    öğle vakti oldu. Rasûlullah (s.a.s.) burada arka arkaya iki hutbe
    okuyarak ilk Cuma Namazını kıldırdı.

    İlk hutbede Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra:

    Ey
    nâs, ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz, fırsat elde iken iyi işlere
    koşunuz. Allah'ı çok anmak, gizli ve âşikâr çok sadaka vermek sûretiyle
    O'nunla aranızdaki bağı kuvvetlendiriniz. Böyle yaparsanız,
    rızıklandırılır, yardım görürsünüz, kaçırdıklarınızı tekrâr elde
    edersiniz.

    Biliniz
    ki, Cenab-ı Hakk, içinde bulunduğum yılın bu ayında, bugün şu
    bulunduğum yerde Cuma namazını kıyâmete kadar, üzerinize farz kıldı.
    Hayâtımda veya benden sonra, -âdil veya zâlim- bir imamı olduğu halde,
    önemsiz gördüğü veya inkâr ettiği için kim bu namazı terkederse, Allah
    onun iki yakasını bir araya getirmesin ve hiç bir işine hayır vermesin.
    Biliniz ki, böylesinin, tevbe etmedikçe, ne namazı, ne zekâtı, ne
    haccı, ne orucu, ne de herhangi bir iyiliği Allah katında bir değer
    taşır. Ancak, kim tevbe ederse Allah tevbesini kabûl eder.(138)

    Ey
    Nâs, kendinize âhiret için azık hazırlayıp önceden gönderin. Hepiniz
    ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Rabbınız, -arada
    tercümân veya perdedâr olmaksızın- bizzat:

    -
    Sana benim peygamberim gelip haber vermedi mi? Ben sana mal vermiş,
    ihsânda bulunmuştum. Sen bunlardan âhiretin için ne gönderdin? diye
    soracaktır. O kimse sağına, soluna bakacak, hiç bir şey göremeyecek.
    Sonra önüne bakacak, orada Cehennem'i görecek. Öyleyse yarım hurma ile
    de olsa, kendini ateşten korumağa gücü yeten, bunu yapsın. Buna gücü
    yetmeyen, bâri güzel sözle kendini kurtarsın. Çünkü bir iyiliğe 10'dan
    700 katına kadar sevap verilir. Allah'ın selâm ve rahmeti üzerinize
    olsun.(139)

    Rasûlullah (s.a.s.) birinci hutbeyi böylece bitirdikten sonra ikinci hutbede de şunları söylemiştir.

    Hamd
    Allah'a mahsustur. O'na hamdeder. O'ndan yardım dileriz. Nefislerimizin
    şerlerinden ve kötü işlerimizden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidâyet
    verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola
    koyamaz.

    Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. O birdir, eşi , ortağı ve benzeri yoktur.

    Sözlerin
    en güzeli, Allah Kitabı (Kur'ân-ı Kerîm) dir. Allah'ın kalbini Kur'ân
    ile süslediği, küfürden sonra İslâm'a soktuğu, Kur'ân'ı diğer sözlere
    tercîh eden kimse felâh bulup kurtulmuştur.

    Allah'ın
    sevdiğini seviniz. Allah'ı bütün kalbinizle (can ve gönülden) seviniz.
    Allah Kelâmı Kur'an'dan ve zikrinden usanmayınız.

    Allah'ın Kelâmına karşı kalbiniz katılaşmasın.

    Yalnız
    Allah'a kulluk edip ibâdetinizde O'na hiç bir şeyi ortak yapmayınız.
    O'ndan hakkıyla sakınınız. Yaptığınız iyi şeyleri dilinizle
    doğrulayınız. Aranızda Allah'ın rahmet ve merhametiyle sevişiniz.
    Allah'ın selâm ve rahmeti üzerinize olsun.(140)


    c) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'de Karşılanışı

    Cuma
    namazından sonra Rasûlullah (s.a.s.) Medine'ye hareket etti.(141)
    Medine, târihinin en önemli gününü yaşıyordu. Halk bayram sevinci
    içinde, Kuba'dan itibâren yolu iki taraflı doldurmuştu. Kadınlar
    şiirler söylüyor, çocuklar "Rasûlullah geldi, Rasûlullah geldi" diye
    bağrışıyor, küçük kızlar def çalarak şenlik yapıyorlardı. Medine halkı,
    Rasûlullah (s.a.s.)'in gelişinden duyduğu sevinci, hiç bir şeyden
    duymamıştı.

    Herkes
    Peygamber Efendimizi kendi evinde misâfir etmek istiyor, "Ey Allah'ın
    Rasûlü, bize buyurunuz... "diyerek deveyi durdurmak istiyorlardı.
    Rasûlullah (s.a.s.) ise, kimseyi gücendirmemek için devesini serbest
    bırakmıştı.

    -
    "Siz deveyi kendi hâline bırakınız. O memurdur, emrolunduğu yere
    gider," diyerek dâvet edenlerden izin istiyordu. Nihâyet deve, hâlen
    "Mescidü'n-Nebi"nin bulunduğu boş arsada çöktü, Rasûlullah (s.a.s.)
    inmedi. Deve kalkarak bir kaç adım gittikten sonra geri dönüp ilk
    çöktüğü yere yeniden çöktü, bir daha kalkmadı. Rasûlullah (s.a.s.)
    üzerinden inerek:

    - "Akrabamızdan en yakın kimin evi?" diyerek etrâfındakilere sordu. Zeyd oğlu Hâlid.(142)

    -
    İşte evim, işte kapısı, buyurunuz Yâ Rasûlallâh... diyerek Rasûlullah
    (s.a.s.)'i dâvet etti. Peygamber Efendimiz böylece Hz. Hâlid'in
    misâfiri oldu. Bu misâfirlik "Mescidü'n-Nebî"nin inşâatı tamamlanıncaya
    kadar 7 ay devam etti.(143)


    (136) el-Buhârî, 1/11; Tecrid Tercemesi, 2/306 (Hadis No: 270

    (137)
    (Hicretin) ilk gününde, takva temeli üzerine kurulan
    (Kuba'daki)Mescidde namaz kılman daha uygundur. Bu mescidde temiz
    olmayı sevenler vardır. Allah da temiz olanları sever. (et-Tevbe
    Sûresi, 108)

    (138) İbn Mâce, es-Sünen, 1/343, (Hadis No: 1081); Tecrid Tercemesi, 3/63, (Hadis No: 487'nin izâhı)

    (139) İbn Hişâm, 2/146; Şerafettin Yaltkaya, Hatiplik ve Hutbeler, 22; Kısas-ı Enbiyâ, 1/176; Asr-ı Saâdet, 2/828

    (140) İbn Hişâm, 2/147; Hatiplik ve Hutbeler, 22, 24; Kısıs-ı Enbiyâ, 1/177; Asr-ı Saâdet, 2/829

    (141)
    Medine'nin eski adı Yesrib'ti. Rasûlüllah (s.a.s.) hicret edip
    yerleştikten sonra "Peygamber Şehri" anlamında "Medinetü'n-Nebî"
    denildi. Daha sonra kısaltılarak sâdece Medinetü'l Münevvere
    denilmiştir.

    (142)
    Hâlid b. Zeyd Ebû Eyyûb el� Ensâri, Neccâr oğullarından ve
    Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib'in annesi Selmâ Hatun'un
    âilesindendir. Müslüman Araplar tarafından yapılan ilk İstanbul
    kuşatmasında bulunmuş ve şehit düşmüştür. Fâtih, İstanbul'u fethedince
    Hz. Hâlid'in kabrini buldurmuş, hâlen ziyâret edilmekte olan türbesini
    yaptırmıştır. İstanbul'da türbenin bulunduğu semt (Eyyüb), adını onun
    isminden almıştır.

    (143) İbn Hişâm, 2/143


    MEDİNE DEVRİ

    "Doğrusu inanıp hicret edenler Allah Yolunda mallarıyla, canlarıyla
    cihâd edenler ve muhâcirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte
    bunlar birbirlerinin dostudurlar."

    (el-Enfâl Sûresi, 72)


    1- MEDİNE'DE GENEL DURUM


    Medine,
    Mekke'nin kuzeyinde, üç tarafı dağlarla çevrili, güneyi ise ovalık bir
    şehirdir. Havası güzel, toprağı zirâate elverişli, hurmalıkları boldur.


    Rasûlullah
    (s.a.s.)'in hicreti esnâsında, Medine'de Evs ve Hazrec adlı iki Arap
    kâbilesi ile, Kaynuka, Nadîr ve Kurayzaoğulları adlı üç Yahûdi kabîlesi
    vardı. Arap kabileleri buraya "Seylü'l-arim" denilen sel felâketinden
    sonra Yemen'den; Yahûdîler ise, Romalıların Kudüs'ü işgal ve
    tahriplerinden sonra Kudüs'ten gelip yerleşmişlerdi.

    Başlangıçta,
    bir müddet Araplarla Yahûdîler iyi geçinmişlerse de, Yahûdîlerin
    çıkarcı davranışları yüzünden zamanla araları açılmış, Arablar
    Yahûdîleri yenerek Medine'de hâkim duruma gelmişlerdi. Fakat çok
    geçmeden Yahûdîlerin entrikaları ile birbirlerine düştüler ve iki
    kardeş kabîle uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bu savaşların en
    sonuncusu Buâs Harbi'dir. Hicretten yaklaşık 5 yıl önce sona eren ve
    bazı fâsılalarla tam 120 yıl süren bu savaşta her iki taraf da büyük
    kayıp vererek zayıf düşmüşlerdir. Bu yüzden, Hicret esnâsında
    Yahûdîler, özellikle iktisâdî yönden Medine'de hâkim durumda
    bulunuyorlardı.

    Evs
    ve Hazrec kabîleleri, aralarındaki bu düşmanlığın ancak Rasûlullah
    (s.a.s.)'in hakemliği, İslâm'ın getirdiği adâlet, sevgi ve kaynaşma ile
    ortadan kalkabileceğini anlayarak Müslümanlığa sımsıkı bağlandılar.
    Gerçekten Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medîne'ye gelmesiyle, bu iki kardeş
    kabile arasında asırlarca sürmüş olan kin ve düşmanlıktan eser
    kalmamıştır.(144)


    2- MESCİD-İ NEBÎ'NİN İNŞÂSI

    Hicret
    esnâsında Medîne'de câmi yoktu. Rasûlullah (s.a.s.) namaz vaktinde
    nerede bulunursa namazı orada kıldırırdı. İlk mescid, hicretin ilk
    günlerinde Kuba'da yapıldı.

    Hicret
    sırasında, Rasûlullah (s.a.s.)'in devesinin çöktüğü, Halid b. Zeyd'in
    evinin karşısındaki boş arsaya mescid yapılacaktı. Neccâroğullarından
    iki yetim çocuğa âit olan bu arsayı, Neccâroğulları hibe etmek
    istedilerse de Peygamber (s.a.s.) Efendimiz kabûl etmedi. Bedeli olan
    10 miskal (40.9 gr) altını Hz. Ebû Bekir ödedi.
    Arsada
    müşrik kabirleri, yabâni hurmalar ve engebeler vardı. Kabirler başka
    yere nakledildi. Hurma ağaçları kesildi, çukurlar düzlendi. Mescid'in
    yapımında bizzât Rasûlullah (s.a.s.)'de bir işçi gibi çalıştı. Temeli
    taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma ağaçlarından yapıldı.
    Üzeri de hurma dallarıyla örtüldü; zemini ise topraktı. Kıblesi Kudüs'e
    doğru olan bu mescid'in, biri mihrab'ın karşısındaki ana kapı, biri
    Rasûlullah (s.a.s.)'in evine açılan kapı, diğeri de "Bab-ı Rahmet"
    denilen kapı olmak üzere üç kapısı vardı. Kıble'nin değişmesinden
    sonra, ana kapı ile mihrap yer değiştirdiler.(145/1)
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:18

    3- HÂNE-İ SAÂDET'İN İNŞÂSI ve RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN HZ. ÂİŞE İLE EVLENMESİ

    İnşâsı
    7 ay süren Mescid'in bir tarafına Rasûlullah (s.a.s.) ve âilesinin
    ikameti için odalar (hücreler) yapıldı. Bu odaların sayısı daha sonra
    dokuza çıkmıştır. Odalardan her birinin genişliği 3-3,5 arşın, uzunluğu
    5 arşın, yüksekliği ise bir adam boyu kadardı. Hz. Aişe, Safiyye ve
    Sevde'nin odaları Mescid'in güneyinde; Ümmü Seleme, Ümmü Habibe,
    Meymûne, Cüveyriye, Zeyneb bt. Cahş ve Zeyneb bt. Huzeyme'nin odaları
    ise Mescidin kuzeyinde bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)'in hâlen
    "Kabr-i Saâdet"inin bulunduğu yer, Hz. Âişe'ye tahsis edilen oda idi.

    Mescid
    ve hücrelerin yapımı tamamlanınca, Hz. Peygamber (s.a.s.) misâfir
    kaldığı Halid b. Zeyd'in evinden buraya taşındı. Evlâtlığı Zeyd b.
    Hârise ve Ebû Râfi'i Mekke'ye gönderip kendi âilesi ile Ebû Bekir'in
    âilesini de Medine'ye getirtti. Kendi âilesi, Hz. Hatice'nin vefâtından
    sonra evlendiği Zem'a kızı Hz. Sevde ile kızları Ümmü Gülsüm ve Fâtıma
    idi. Kızlarından Rukiyye daha önce eşi Hz. Osman'la birlikte hicret
    etmişti. Diğer kızı Zeyneb, kocası henüz müşrik olduğu için
    gelemedi.(145/2) (Zeyneb, Bedir savaşından sonra hicret edebildi)

    Ebû
    Bekir'in âilesi ise, karısı Ümmü Rumân ile çocukları Abdullah, Esmâ ve
    Âişe'den ibâretti. Bunlarla berâber Zeyd b. Hârise'nin eşi Ümmü Eymen
    ile oğlu Üsâme de Medine'ye geldiler.

    Hz.
    Ebû Bekir'in kızı Âişe ile Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) hicretten önce
    Mekke'de iken nişanlanmışlardı. Hicretten 8 ay sonra, Şevval ayında
    Medine'de evlendiler. Böylece, Rasûlullah (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir
    arasındaki mânevi bağ, akrabalık bağı ile daha da kuvvetlenmiş oldu.

    Hz.
    Âişe son derece zeki, bilgili ve kültürlü bir hanımdı. Dinî hükümlerin,
    Müslüman kadınlara öğretilmesinde büyük gayreti yanında, özellikle
    Rasûlullah (s.a.s.)'in ev ve âile hayatıyla ilgili bilgileri
    Müslümanlar O'ndan öğrenmişlerdir. Kendisinden 2210 hadis rivâyet
    edilmiştir.


    4- SUFFE ASHÂBI (ASHÂB-I SUFFE)

    Mescid'in
    bir tarafına da, etrâfı açık, üstü hurma dallarıyla örtülü bir
    gölgelik, (çardak, suffe) yapıldı. Evi ve âilesi olmayan fakir
    Müslümanlar burada kaldıkları için onlara "Ashâb-ı Suffe" denilmiştir.

    Suffe
    ashâbı son derece fakirdi. İş buldukları zaman çalışırlar, diğer
    zamanlarda Mescidde ilim ve ibâdetle meşgul olurlardı. Burası İslâm
    Târihinde ilk yatılı öğretmen okulu durumundaydı. Bu okulun dershanesi
    mescid, yatakhanesi suffe, öğrencileri suffe ashâbı, öğretmenleri de
    bizzat Rasûlullah (s.a.s.) idi. Medine'nin dışında yeni Müslüman olan
    topluluklara İslâm'ı öğretmek üzere bir öğretmen göndermek
    gerektiğinde, bunlar arasından gönderiliyordu. Sayıları 70 ile 400
    arasında değişen Suffe ashâbının ihtiyaçları, ashâbın zenginleri
    tarafından karşılanıyordu. Rasûlullah (s.a.s.) her akşam bunlardan bir
    kısmını kendi sofrasına alır, bir kısmını da ashâb arasına dağıtırdı.
    Getirilen sadakaları tamamen bunlara gönderir, kendisine gelen
    hediyelerden de suffe ashâbı için hisse ayırırdı.(146/1) Rasûlullah
    (s.a.s.)'den en çok hadis rivâyet etmiş olan Ebû Hüreyre de suffe
    ashâbındandı.


    5- FARZ NAMAZLARIN DÖRT REKAT OLMASI

    Mirâctan
    önce Müslümanlar akşam ve sabah olmak üzere iki vakit namaz
    kılıyorlardı. Beş vakit namaz mirâcta farz kılındı. Ancak, Hicretten
    önce, akşam namazının farzı üç rekât, diğer vakitlerin hepsi de ikişer
    rekâttı, Hicretten sonra, öğle, ikindi ve yatsı namazlarının farzları
    dört rekâta çıkarıldı. Sefer zamanlarında ise ilk farz kılındığı sayıda
    bırakıldı.(146/2)


    6- EZÂN'IN MEŞRÛİYETİ

    Mescid-i
    Nebi'nin inşâsı bittikten sonra, namaz vakitlerinin Müslümanlara
    duyurulmasına ihtiyaç duyuldu. Çünkü, namaza erken gelenler vaktin
    girmesini bekleyip işlerinden kalıyorlar; geç gelenler ise cemâate
    yetişemedikleri için üzülüyorlardı.

    Rasûlullah
    (s.a.s.) vahiy gelmeyen konularda ashâbı ile istişâre ederdi.(147) Bu
    konuda yapılan istişâre esnâsında, namaz vakitlerinin "çan veya boru
    çalınarak, ateş yakılarak, yüksek bir yere bayrak çekilerek
    duyurulması" teklifleri yapıldı. Rasûlullah (s.a.s.), "çan çalmak
    Hristiyanların, boru çalmak Yahûdîlerin, ateş yakmak Mecûsîlerin
    âdetidir." diyerek kabûl etmedi. Bayrak çekme teklifi de beğenilmedi.
    İstişâre sonunda hiç bir şeye karar verilemedi.

    Ensârdan
    Zeyd oğlu Abdullah, rüyâsında elinde nâkûs (çan) bulunan birini görmüş,
    namaz vakitlerini duyurmak için bu nâkûsu satın almak istemiş,
    Rüyâsında gördüğü bu zât ona:

    -"Ben
    sana daha güzelini öğreteyim" diyerek ezân lafızlarını söylemiş.
    Abdullah uyanınca, Rasûlullah (s.a.s.)'e gelerek rüyasında gördüklerini
    haber verdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

    -"İnşâllah
    hak rüyâdır. Bilâl'in sesi seninkinden gür. Gördüğünü ona öğret. Namaz
    vaktinde ezânı o okusun", buyurdu. Bilâlin okuduğu ezân, Medine'nin her
    tarafından duyuldu. Aynı rüyâyı Hz. Ömer de görmüş, fakat Abdullah daha
    önce haber vermişti.(148) Daha sonra Bilâl, sabah ezânlarına "es-salâtü
    hayrun minen-nevm" (namaz uykudan hayırlıdır.) cümlesini de eklemiştir.


    Ezân, şeâir-i
    İslâmiye'dendir. Vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnetdir. Yalnız rüyâ
    ile değil, Rasûlullah (s.a.s.)'in sünneti ve daha sonra inen âyetlerle
    de sâbittir.(149)


    7- ENSÂR İLE MUHÂCİRLER ARASINDA KARDEŞLİK

    Mekke'li
    Müslümanlar, dinleri uğrunda bütün servet ve varlıklarını Mekke'de
    bırakmışlar, Medine'ye hicret ederek muhâcir olmuşlardı. Medineli
    Müslümanlar, onları kendi nefislerine bile tercih ederek, her türlü
    yardımı yapmışlar, onların bütün ihtiyâçlarını karşılamışlardı.(150)
    Fakat muhâcirler, ensâr'a yük oluyoruz, kendi kazancımız yok, diye
    üzülüyorlardı.

    Rasûlullah
    (s.a.s.) muhâcirlerin bu üzüntüsünü gidermek, aradaki sevgi ve
    samimiyeti güçlendirmek, herhangi ayrılık belirtisini önlemek için
    Hicretin 7'inci ayında muhâcirlerle ensârı, Mâlik oğlu Enes'in evinde
    topladı.(151) Burada, bir muhâciri, bir ensârla kardeş yaparak 90 (veya
    360 kişi asarında kardeşlik bağı kurdu.(152) Ensâr, muhâcir
    kardeşlerini alıp evlerine götürdüler Mallarına ortak ettiler. Rasûl-i
    Ekrem (s.a.s.)'e başvurarak:

    -Ya Rasûlallah, hurmalıklarımızı, muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır... dediler. Rasûlullah (s.a.s.):

    -Hayır,
    mülkiyet size âit. Muhâcir kardeşlerinizle birlikte çalışacak, mahsûlü
    paylaşacaksınız... buyurdu.(153/1) İki taraf buna râzı oldular.
    Kardeşler birbirlerine o derece bağlandılar ki, başlangıçta,
    zev'il-erhâmdan önce birbirlerine mirâsçı bile oldular.(153/2)

    Ensâr'dan Reb'i oğlu Sa'd, muhâcir Avf oğlu Abdurrahman'a:

    -Ben
    malca ensârın en zenginiyim. Rasûlullah (s.a.s.) ikimizi kardeş yaptı.
    Malımın yarısı senindir. İki zevcem var, dilediğini boşayacağım. Onu da
    nikâhlarsın... dedi. Abdurrahman:

    -Allah malını da, zevceni de sana mübârek kılsın. Benim bunlara ihtiyâcım yok. Sen bana çarşıyı göster... dedi.(154)

    Abdurrahman ticârete başladı, kısa zamanda zengin oldu. Muhâcirlerin büyük kısmı ticâretle hayatlarını kazandılar.

    Ensâr
    ve muhâcirlerden belirli kimseler arasında Hz. Peygamber tarafından
    yapılan kardeşlik, daha sonra "Mü'minler ancak kardeştirler"(el-Hucurât
    Sûresi, 10) âyet-i celîlesiyle genişledi. Fakat bu kardeşliğin, mirâsla
    ilgili hükmü, Bedir Savaşı'ndan sonra "...Akraba olanlar (mîrâs
    hususunda) Allah'ın Kitabında mü'minlerden ve muhâcirlerden daha
    yakındır.." (el-Ahzâb Sûresi, 6) ve "Allah'ın Kitâbında (mirâs
    hususunda) hısımlar birbirlerine daha yakındır." (el-Enfâl Sûresi, 75)
    ayet-i kerimeleri ile kaldırıldı.(155/1) Çünkü muhâcirler, çalışıp
    ticâret yaparak ilk sıkıntılı günlerinden kurtuldular. Bedir Savaşı
    ganimetlerinden de yararlandıktan sonra, artık ensârın yardımına
    ihtiyaçları kalmadı.


    8- MÜSLÜMANLARLA YAHÛDÎLER ARASINDA VATANDAŞLIK ANLAŞMASI

    Rasûlullah
    (s.a.s.) Mekkeli muhâcirlerle, Medineli ensârı kardeş yaparak
    birbirlerine bağladıktan sonra, Medine'yi dış düşmanlara karşı
    müştereken savunmak üzere muhâcirler, ensâr ve Medine'deki Yahûdîler
    arasında yazılı bir "vatandaşlık anlaşması" yaptı. Bu anlaşmaya göre:

    a) Diyet ve fidyelere ait kurallar, eskiden olduğu şekilde devam edecek:

    b) Yahûdîler kendi dinlerinde serbest olacaklar;

    c) Müslümanlarla Yahûdîler, barış içinde yaşayacaklar,

    d) İki taraftan biri, üçünçü bir tarafla savaşırsa, diğer taraf yardımcı olacak,

    e) Taraflardan biri Kureyşle dostluk kurmayacak ve onları himâyesine almayacak,

    f) Dışardan bir tecâvüz olursa, Medine müştereken savunulacak,

    g) İki taraftan biri, üçüncü bir tarafla sulh yaparsa, diğer taraf bu sulhü tanıyacak,

    h) Müslümanlarla Yahûdîler arasında çıkacak her türlü anlaşmazlıkta Hz. Peygamber (s.a.s.) hakem kabûl edilecekti. (155/2)


    9- MEDİNE'DE MÜSLÜMANLARIN DURUMU

    Müslümanlar
    Medineye göç etmekle rahata kavuşmuş olmadılar. Bir bakıma tehlike ve
    düşmanları daha da çoğaldı. Hicretten önce karşılarında düşman olarak
    yalnızca Mekke müşrikleri vardı. Hicretten sonra puta tapıcı müşrikler,
    münâfıklar ve Yahûdîler olmak üzere üç sınıf düşmanla karşı karşıya
    geldiler.

    a)
    Puta tapıcı müşrik Arablar: Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde Kâbe'yi
    ve putlarını ziyârete gelen Arab kabîleleri sâyesinde bol kazanç elde
    eden Mekkeliler, maddî çıkarlarını putperestliğin yaşamasında
    gördükleri için, Müslümanlığa düşman olmuşlar, Müslümanları yok etmek
    için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı. Müslümanlığın, Şam ticâret
    yolu üzerinde bulunan Medine'de yayılması da onların işine gelmedi. Bu
    sebeple hicretten sonra, Müslümanların peşini bırakmadılar.
    Müslümanlığı henüz kuvvetlenmeden yok edebilmek için her tedbire
    başvurdular.

    b)
    Yahûdîler: Evs ve Hazrec kabîleleri arasındaki anlaşmazlığı
    körükleyerek onları zayıf düşürüp, Medine'de ekonomik yönden hâkim
    duruma gelen Yahûdîlerin de, Müslümanlık menfaatlerine uygun
    gelmemişti. Hz. peygember (s.a.s.) Efendimiz bunlardan gelecek
    tehlikeleri önlemek için Yahûdî kabîlelerinin her biriyle ayrı ayrı
    anlaşmalar yapmıştı. Fakat, bunlar anlaşmalara sâdık kalmıyorlar,
    Kureyş kabîlesi ve Müslümanlara düşman olan diğer unsurlarla işbirliği
    yapıyorlardı.

    c)
    Münâfıklar: Hicretten önce Hazrec kabîlesinin ileri gelenlerinden Übeyy
    oğlu Abdullah'ın (Abdullah b. Übeyy b. Selûl) Hazrec kabîlesine reis
    olması kararlaştırılmıştı. Taraftarları ona süslü bir taç bile
    hazırlamışlardı. Müslümanlığın Medine'de süratle yayılması ve
    Rasûlullah (s.a.s.)'in hicret etmesi, Abdullah'ın reisliğine engel
    oldu. Bu yüzden Abdullah ve taraftarları Müslümanlığa düşman oldular.
    Fakat mücâdele ve bozgunculuklarını daha etkili yapabilmek için, imân
    etmedikleri halde Müslüman göründüler. Böylece bir de "Münafıklar
    zümresi" meydana geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bunları bilyor,
    fakat ayıplarını yüzlerine vurmuyordu.

    Mekkeli
    müşrikler, Medine'deki Yahûdîlerle münâfıkları, Müslümanlara karşı el
    altından devâmlı teşvik ve tahrik ediyorlar, Medine etrafındaki müşrik
    Arab kabîleleriyle anlaşmalar yaparak Medine'ye baskın yapmağa
    hazırlanıyorlardı. Münâfıkların reisi Übeyy oğlu Abdullah'a bir mektup
    yazarak:

    "Siz
    Muhammed (s.a.s.)'in yurdunuzda barınmasına izin verdiniz. O'nu ya
    öldürmez veya bize teslim etmez, yahut da Medine'den çıkarmazsanız
    hepinizi öldürmek, esir etmek ve kadınlarınıza tecâvüzde bulunmak üzere
    Medine'yi basacağız" (156/1) diye münâfıkları bile tehdit etmişlerdi.
    Medine'lilerin gözlerini korkutmak ve Müslümanlara yardımcı olmaktan
    vazgeçirmek için bir defa da Câbir oğlu Kürz komutasındaki bir çete ile
    Medine'lilerin mer'ada otlamakta olan hayvanlarını sürüp götürmüşlerdi.


    Görüldüğü üzere
    Müslümanlar, Medine'ye hicretten sonra da güven içinde olmadılar. Bu
    yüzden Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Medine'nin savunmasıyla ilgili
    bütün tedbirleri aldı. Medine'deki Yahûdîler ve Medine etrâfındaki
    müşrik Arab kabîleleri ile saldırmazlık anlaşmaları yaptı. Etrafa
    seriyyeler (küçük askeri birlikler) göndererek, düşmanın hareketlerini
    kontrol altına aldı. Mekkelilerin Şam ticâret yolunu kapattı.
    Müşriklerin gece baskını ihtimâline karşı geceleri Medine sokaklarında
    ashâb nöbet tuttu. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bile ancak kapısında
    nöbet beklendiği zamanlarda endişesiz uyuyabiliyordu.(156/2)


    10- İLK NÜFUS SAYIMI

    Savunma
    ile ilgili alınan tedbirler arasında, Müslümanların sayısını bilmeğe de
    lüzûm görüldüğünden, Rasûlullah (s.a.s.) "Bana Müslüman olduklarını
    söyleyenlerin isimlerini yazınız," buyurmuştur. Sayım sonunda Medine'de
    1500 müslüman bulunduğu anlaşılmıştır.(157)


    11- İLK SERİYYELER

    Rasûlullah
    (s.a.s.) düşmanın hareketini kontrol altında tutmak, Medine'yi muhtemel
    bir tecâvüzden korumak için, civârdaki bazı bölgelere "keşif kolları"
    (seriyye) göndermiş, fakat kendilerine silahlı tecavüz olmadıkça
    çarpışma izni vermemiştir.

    Hicretin
    ilk yılında üç seriyye gönderilmiştir. İlk seriyye, Hz Peygamber
    (s.a.s.)'in amcası. Hz. Hamza komutasındaki 30 kişilik seriyyedir.
    İslâm'da ilk sancak bu seriyyeye verilmiştir.

    2'inci
    seriyye, Rasûlullah (s.a.s.)'in amcalarından Hâris'in oğlu Ubeyde
    komutasında; 3'üncüsü ise Sa'd b. Ebî Vakkas komutasında
    gönderilmiştir.

    Bunlar
    Kureyş kervanlarını takip için gönderilmişlerdi. İlk iki seriyyede
    karşılaşma olduğu halde çarpışma olmamıştır. Sadece Sa'd b. Ebî Vakkas,
    ikinci seriyye'de bir ok atmıştır ki İslâm'da Allah yolunda atılan ilk
    ok budur.

    Bu seriyyeler, hicretin 7-8 ve 9' uncu (Ramazan, Şevval ve Zilkade) aylarında gönderilmiştir.

    Seriyye:
    Rasûlullah (s.a.s.)'in kendisinin bulunmadığı küçük harp müfrezesi
    demektir. Rasûlullah (s.a.s.)'in katıldığı ve bizzât idare ettiği
    askeri harekâta ise "Gazve" denir. Seriyyeler, genellikle gece
    çıkarılan ve sayıları 5-400 arasında değişen askeri birliklerdir.
    Gazvelerin sayısı 19'dur. Seriyyelerin sayısı daha çoktur.




    (144)
    "Hepiniz, toptan sımsıkı Allah'ın ipine (İslâm Dini'ne ve Kur'ân-ı
    Kerîm'e) sarılın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz
    birbirinizin düşmanları idiniz de O, kalblerinizi birleştirmişti. İşte
    O'nun bu nimeti sâyesinde kardeş olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun
    kenarında iken sizi oradan da O kurtarmıştı." (Âl-i İmrân Sûresi, 103)

    (145/1) el-Buhârhi, 1/ 111; Tecrid Tercemesi, 2/306 (Hadis No: 270); Zâdü'l-Meâd, 2/145-146; Tarih-i Din-i İslâm, 3/21-26

    (145/2) Târih-i Din-i İslâm, 3/14

    (146/1) Tecrid Tercemesi, 12/202-207 (Hadis No: 2027);Târih-i Din-i İslâm, 3/26-27

    (146/2) Bkz. el-Buhârî, 1/93; Tecrid Tercemesi, 2/233, (Hadis No: 228); İbn Hişâm, 260

    (147) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 159

    (148) Bkz. Ebû Dâvud, es-Sünen, 1/116 (Hadis No: 499), Mısır, 1371/1952; Tecrid Tercemesi, 2/451, (Hadis No: 358);

    (149) Bkz.el-Mâide Sûresi, 58; el-Cum'a Sûresi,9; Tecrid Tercemesi, 2/451 (358 No. lu hadisin açıklaması)

    (150)
    Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imânı yerleştirmiş
    olan kimseler (ensâr), kendilerine hicret eden muhâcirleri severler,
    onlara verilen şeylerden dolayı, içlerinde bir çekememezlik duymazlar,
    zaruret içinde olsalar bile, muhacirleri kendilerine tercih ederler...
    (el-Hâşr Sûresi,9)

    (151) Tecrid Tercemesi, 7/99 (Hadis No: 1035); Zâdü'l-Meâd, 2/146

    (152) Kimin kime kardeş olduğu için bkz. İbn Hişâm, 2/150-153; Tecrid Tercemesi, 7/102-106

    (153/1) Tecrid Tercemesi, 8/66-69, (Hadis No: 1145)

    (153/2)
    İmân idip hicret eden ve Allah yolunda malları ve canlarıyla cihâd eden
    muhâcirlerle, bu muhâcirleri barındırıp onlara yardımcı olanlar (ensâr)
    bir birlerinin velisidir. (el-Enfâl Sûresi, 72)

    (154) Bkz. el-Buhârî 3/3 Tecrid Tercemesi, 6/407, (Hadis No:958)

    (155/1) Tecrid Tercemesi, 7/99-106 (1035 numaralı hadisin izahı); Zâdü'l-Meâd, 2/146

    (155/2)
    47 maddelik bu yazılı antlaşmanın tam metni için bkz. İbn Hişâm, es
    Sîretü'n-Nebeviyye, 2/147-150; Tuğ, Doç.Dr.Salih, İslâm Ülkelerinde
    Anayasa Hareketleri, 31-40, İst., 1969; M. Hamîdullah, İslâm
    Peygamberi, 1/131-134, İst., 1966

    (156/1) Asrı Saâdet, 1/327

    (156/2) Bkz. el-Buhârî, 4/İ; Tecrid Tercemesi, 8/372 (Hadis No: 1217)

    (157) Bkz. el-Buhârî, 4/34; Tecrid Tercemesi, 8/483 (Hadis No: 1277)



    II- HİCRETİN İKİNCİ YILI (623-624 M.)

    "Sizinle savaşanlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın. Aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez"

    (el- Bakara Sûresi, 190)

    1- SAVAŞA İZİN VERİLMESİ

    İslâm'da
    asıl olan barıştır. Savaş, zulmün önlenmesi, hakkın kabûl ettirilmesi
    için meşrû kılınmıştır. 13 seneye yaklaşan Mekke Devri'nde ve Medine
    Devrinin ilk yılında, müşriklerden gördükleri bunca zulüm, işkence ve
    haksızlığa rağmen, mü'minlere sabırlı olmaları, Allah'ın dinini
    güzellikle tebliğe çalışmaları emredilmiş(158), savaşa izin
    verilmemişti. Müslümanlardan:

    -Ey
    Allah'ın Rasûlü, nedir bu çektiklerimiz? İzin ver de şunları gizli
    gizli öldürelim, diye izin istiyenlere Hz. Peygamber (s.a.s.):

    -Henüz
    savaş izni verilmedi, sabredin Allah'ın yardımı yakındır, çektiğiniz
    çilelerin mükâfâtını göreceksiniz, diye cevap vermişti.

    Hicretten
    sonra Müslümanlar, giderek müşriklere karşı koyabilecek duruma
    geldiler. Üstelik Müslümanların düşmanları çoğaldı, sabır yolu ile
    barışı sürdürmek artık mümkün değildi. Bundan dolayı Hicretin 2'inci
    yılı başlarında Safer ayında;

    "Zulüm
    ve haksızlığa uğratılarak, kendilerine savaş açılan kimselere
    (mü'minlere) savaş izni verildi. Allah onlara yardım etmeğe elbette
    Kâdirdir. Onlar, 'Rabbımız Allah'tır' dediler diye, haksız yere
    yurtlarından (Mekke'den) çıkarıldılar..." (el-Hacc Sûresi, 39-40)
    anlamındaki âyet-i kerimelerle Müslümanlara, kendilerini savunmak üzere
    savaş izni verildi.


    2-İLK GAZVELER

    Mekke
    müşrikleri, Medine'ye baskın hazırlığı içindeydiler. Rasûlullah
    (s.a.s.) düşmanın hazırlıkları hakkında bilgi edinmek için zaman zaman
    seriyyeler gönderdiği gibi, Medine ile Mekke arasındaki kabîlelerle
    görüşüp anlaşmalar yapmak, kureyş'in planladığı yağmaları önlemek için
    bizzat kendisi de askerî yürüyüşlere katıldı. Rasûlullah (s.a.s.)'in
    katılıp bizzât idâre ettiği askeri harekâta "Gazve" denir.

    Rasûlullah
    (s.a.s.)'in ilk gazvesi, 60 kişilik müfreze ile Ebvâ Köyüne yapılan
    gazvedir.(159) Hicretin ikinci yılı Safer ayı başında yapılmıştır. Aynı
    yıl içinde sırasıyla Buvat, Uşeyre, Küçük Bedir ve Büyük Bedir
    Gazveleri olmuştur. İlk dördünde düşmanla karşılaşma olmamış, kan
    dökülmemiştir. Büyük Bedir Gazvesi, Müslümanların yaptığı ilk savaş
    olmuştur.


    3- KIBLENİN DEĞİŞMESİ

    İslâm'ın
    ilk yıllarında namaz, Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) doğru kılınıyordu.
    Ancak, Hicret'ten önce Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'de namaz kılarken,
    mümkün mertebe Kâbe'yi arkasına almaz; Kâbe, kendisiyle Beyt-i Makdis
    arasında kalacak şekilde, Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer-i esved
    arasında namaza dururdu. Böylece hem Kâbe'ye hem de Kudüsteki Mescid-i
    Aksa'ya yönelmiş oluyordu. Hicretten sonra Medine'de Mescid-i Aksa'ya
    yöneldiğinde Kâbe'nin arka tarafta kalmasından Rasûlullah (s.a.s.)
    üzüntü duyuyor, kıblenin Kâbe'ye çevrilmesini içten arzu ediyordu.(160)
    Çünkü Kâbe, atası Hz. İbrahim'in kıblesiydi.

    Hicretten
    16-17 ay kadar sonra, Şaban ayının 15'inci günü Hz. Peygamber (sa.s.)
    Medine'de Selemeoğulları Yurdu'nda öğle namazı kıldırırken, ikinci
    rek'atın sonunda;(161)

    "Yüzünü
    gök yüzüne çevirip durduğunu görüyoruz. Seni elbette hoşnut olduğun
    kıbleye çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Harâm'a doğru çevir. (Ey
    mü'minler) siz de nerede olursanız, (namazda) yüzlerinizi, onun
    tarafına çeviriniz..." (el-Bakara Sûresi, 144) anlamındaki âyet nâzil
    oldu. Hz. Peygamber yönünü hemen Kudüs'ten Mescid-i Harâm'a çevirdi.
    Cemâat da saflarıyla birlikte döndüler. Kudüs'e doğru başlanılan
    namazın, son iki rek'atı, Kâbe'ye yönelinerek tamamlandı. Bu yüzden
    Selemeoğulları Mescidine "Mescid-i Kıbleteyn" (iki kıbleli mescid)
    denilmiştir


    4- CAHŞ OĞLU ABDULLAH SERİYYESİ ve BATN-I NAHLE OLAYI

    Medine'ye
    baskın hazırlığı yapan Kureyş'in harekâtından haber almak üzere,
    Peygamber Efendimiz, Recep ayının son günlerinde, Mekke tarafına
    halasının oğlu Cahş oğlu Abdullah komutasında, 8 kişilik bir seriyye
    gönderdi. İki gün sonra açılmak üzere Abdullah'a bir de mektup
    vermişti. Mektupta, Mekke ile Tâif arasındaki Nahle Vâdisi'ne kadar
    gidilmesi, Kureyş'in faâliyetleri konusunda bilgi toplanması
    isteniyordu.(162)

    Nahle
    Vâdisinde, Kureyş'in Tâif'ten dönmekte olan bir kervanına rastladılar.
    Kervanın reisi Hadramî oğlu Amr'ı öldürüp ele geçirdikleri iki esir ve
    zaptettikleri mallarla Medine'ye döndüler. Rasûlullah (s.a.s.) bu olayı
    hoş karşılamadı. Çünkü kendilerine çarpışma izni verilmemişti. Üstelik
    bu olay, kan dökülmesi yasak sayılan "eşhür-i hurum"dan Recep ayında
    meydana gelmişti. Mekke müşrikleri bu olayda öldürülen Hadramî oğlu
    Amr'ın intikamını vesile ederek savaş hazırlıklarını hızlandırdılar.
    "Muhammed harâm aylara bile saygı göstermiyor, harâm aylarda kan
    döküyor, yağma yapıyor.." diye de yaygara kopardılar.(163)


    5- BEDİR SAVAŞI (17 Ramazan 2 H/13 Mart 624 M.)

    "Siz güçsüz bir durumda iken Allah size Bedir'de yardım etmişti".

    (Âl-i İmran Sûresi, 123)

    a) Kureyş'in Gönderdiği Kervan

    Kureyş
    Medine'yi basıp Rasûlullah (s.a.s.)'i öldürmek, Müslümanlığı ortadan
    kaldırmak için hazırlanıyordu. Yapılacak savaşın masraflarını
    karşılamak üzere, Ebû Süfyân'ın başkanlığında büyük bir ticâret
    kervanını Medine yolu ile Şam'a göndermişlerdi. Nahle Vâdisinde
    öldürülen Hadramî oğlu Amr'ın kardeşi Âmir, Mekke sokaklarında
    çırılçıplak:

    -"Vâh
    Emrâh, vâh Amrâh..." diyerek dolaşıyor, halkı savaşa ve intikama teşvik
    ediyordu. Kervan döner dönmez, Medine'ye hücûm edeceklerdi.

    Gönderdiği
    seriyyeler (keşif birlikleri) vasıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.s.),
    Mekke'de olup bitenleri, yapılan hazırlıkları tamâmen öğrenmişti. Ebû
    Süfyân'ın idâresindeki ticâret kervanından elde edilecek kazanç,
    Müslümanlarla yapılacak savaş için kullanılacaktı. Bu yüzden Rasûlullah
    (s.a.s.) Şam'a giderken engel olmak üzere "Uşeyre" denilen yere kadar
    bu kervanı tâkip etmiş fakat yetişememişti. Dönüşünü haber alınca,
    kervanı ele geçirmek üzere, Ramazan'ın 12'inci günü Abdullah b. Ümmi
    Mektûm'u imâm bırakarak 313 kişi ile Medine'den çıktı. Yolda ensârdan
    Ebû Lübâbe'yi Medineye muhâfız tâyin ederek, geri çevirdi. 8 kişi de
    mâzeretleri sebebiyle izin aldıklarından 64'ü muhâcir, diğerleri de
    ensârdan omak üzere 305 kişi kaldılar. 6 zırh, 8 kılıç, 3 at, 70
    develeri vardı. Binek yetişmediği için develere nöbetleşe biniyorlardı.


    Ebû Süfyan,
    dönüşte Müslümanların kervana saldırma ihtimâline karşı Mekke'ye
    haberci göndererek korunması için yardım istemişti. Esâsen aylardan
    beri savaş hazırlığı içinde olan Mekkeliler kervanı kurtarmak ve
    Müslümanlardan intikam almak üzere Ebû Cehil'in komutasında 950-1000
    kişilik bir ordu ile hareket ettiler. Ebû Leheb'den başka bütün Kureyş
    ulularının katıldığı bu ordunun 200'ü atlı, 700'ü develi, diğerleri de
    yaya idi. Zırh, ok, mızrak, kılıç gibi her türlü savaş âlet ve
    silahları tamamdı. Ebû Leheb, hastalığı sebebiyle sefere katılamamış,
    yerine bedel göndermişti.


    b) İki Tâifeden Biri

    Kervanı
    araştırdığı esnâda, yolda Safrâ yakınlarında Zefiran Vâdisi'nde
    Kureyş'in büyük bir ordu ile kervanı kurtarmak üzere Medine'ye doğru
    yürümekte olduğunu haber alan Rasûlüllah (s.a.s.) durumu Müslümanlara
    anlatarak:

    -Kureyş
    Mekke'den çıkmış, üzerimize doğru geliyor. Kervanı mı tâkip edelim,
    yoksa kureyş ordusunu mu karşılayalım, diye istişârede bulundu.
    Medine'den savaş hazırlığı ile çıkılmadığı için, çoğunluk kervanın
    tâkibini istiyordu.(164)

    Rasûlullah
    (s.a.s.)'in bu duruma üzüldüğünü gören Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer sıra
    ile ayağa kalkarak, Kureyş ordusuna karşı çıkmanın daha uygun olacağını
    savundular. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda ensâr'ın düşüncesini
    öğrenmek istiyordu. Sonra ilk Müslümanlardan Mikdad b. Esved,
    Muhâcirler adına söz alarak:

    -Biz,
    kavminin Hz. Musa'ya "Sen ve Rabbın gidin ve düşmana karşı savaşın. Biz
    burada oturup bekleyelim,(165) dedikleri gibi demeyiz. Biz senin
    sağında, solunda, önünde arkanda çarpışırız. Allah ve Rasûlünün emri ne
    ise ona itâat ederiz. Sen nereye gidersen oraya gideriz,(166) dedi.
    Ensar adına konuşan Sa'd b. Muâz da:

    -"Ey
    Allah'ın Rasûlü, biz sana imân ettik. Getirdiğin Kur'ân'ın hakk
    olduğuna şehâdet ettik, sözlerini dinlemeğe ve itâat etmeğe, düşmana
    karşı seni korumağa söz verdik. Sen nasıl istersen öyle yap. Seni hak
    Peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen bize denizi gösterip
    dalsan biz de dalarız, hiç birimiz geri dönmeyiz. Biz düşmanla
    savaşmayı, harpte sebât göstermeyi biliriz. Allah'a güvenerek düşman
    ordusunun üzerine gidelim..." (167) dedi. Rasûlullah (s.a.s.) bu
    konuşmadan son derece memnun oldu.

    -Öyleyse
    haydi Allah'ın bereketine yürüyünüz. Size müjdelerim ki, "Allah iki
    tâifeden birini (kervanın ele geçirilmesi veya Kureyş ordusunun
    yenilgisini) bize vâdetti".(168) Zaferimiz kesindir. Ben şimdiden
    Kureyş reislerinin harp meydanında yıkılacakları yerleri görüyor
    gibiyim, buyurdu. Sonra da Bedir'e doğru hareket etti.(169)

    Bedir
    deve yürüyüşü ile Medine'ye 3; Mekke'ye ise 10 günlük (80 mil) mesâfede
    bir köydü. Her yıl burada panayır kurulur, bu sebeple Suriye'ye giden
    kervanlar buradan geçerdi. Kureyş ordusu buraya Müslümanlardan önce
    gelip, suyun başını tutmuştu. Ebû Süfyân idâresindeki 50 kişilik Kureyş
    kervanı ise, henüz Müslümanlar Medine'den çıktıkları sıralarda, sâhil
    yolunu izleyerek Medine'den uzaklaşmış, Kureyşlilere de geri dönmeleri
    için haber göndermişti. Fakat, ordusuna çok güvenen Ebû Cehil, mutlaka
    savaşmak istiyordu. Bu yüzden Mekkeliler geri dönmeyip, Bedir'e kadar
    ilerlemişler ve burada karargâh kurmuşlardı.


    c) İki tarafın durumu

    17
    Ramazan 2 H./13 Mart 624 M. Cuma sabahı iki ordu Bedir'de karşılaştı.
    Araplar ötedenberi hep kabîlecilik gayretiyle savaşmışlardı. Bu savaşta
    ise din uğrunda aynı kabîlenin insanları birbirleriyle çarpışacak,
    kardeş, amca, yeğen, hatta, baba-oğul birbirlerini
    öldüreceklerdi.(170/1)

    Müslümanların
    sancaktarı Mus'ab b. Umeyr'in kardeşi Ebû Azîz, Kureyş'in
    bayraktarıydı. Utbe b. Rabîa'nın oğullarından Velîd kendi yanında,
    ikinci oğlu Ebû Huzeyfe mü'minlerin arasındaydı. Hz. Ebû Bekir'in bir
    oğlu Abdullah kendisiyle beraber, diğer oğlu Abdurrahman ise müşrik
    saflarındaydı. Rasûlullah (s.a.s.)'in amcalarından Hz. Hamza kendi
    yanında, diğer amcası Abbâs ise karşı tarafta yer almıştı. Hz.
    Peygamberi ömrü boyunca himâye etmiş olan amcası Ebû Tâlib'in bir oğlu
    Hz. Ali Müslümanlar içinde, diğer oğlu (Ali'nin kardeşi) Âkil ise
    müşrikler safında bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)in ilk hanımı Hz.
    Hatice'nin kardeşi Nevfel ile damadı (kızı Zeyneb'in eşi) Ebu'l-Âs
    müşrikler içinde yer almışlardı.(170/2)

    Düşman
    ordusu sayı, silah, tecrübe ve maddi kuvvet bakımından Müslümanlardan
    kat kat üstündü. Bulundukları yer de savaş için daha elverişliydi.
    Ancak, sabaha karşı yağan yağmur, üzerinde rahat yürünemeyen kumlu
    zemini sertleştirmiş ve Müslümanların su ihtiyacını gidermişti. Böylece
    Müslümanların moralleri yükselmiş, Allahın yardımına sonsuz güven
    duymaya başlamışlardı. Kendileri için ölüm-kalım demek olan bu savaşta,
    İslâm'ın izzeti ve üstünlüğü için Müslümanlar, Allah'a duâ ediyorlardı.



    d) Savaş Başlıyor.

    Kureyş
    adım adım Müslümanlara yaklaşıyordu. Manzara pek hazîndi. Bir avuç
    Müslüman, "Allah adını yüceltmek için", tepeden tırnağa silahlı koca
    şirk ordusunun karşısına çıkıyordu. Rasûlullah (s.a.s.) yanına Hz Ebû
    Bekir'i alarak, kendisi için hazırlanan gölgeliğe çekildi, ellerini
    semâya kaldırıp:

    -Yâ
    Rabb, işte Kureyş bütün gurûr ve azametiyle senin dinini ortadan
    kaldırmak için geldi. Sana meydan okuyor, Peygamberini yalanlıyor. Yâ
    Rabb, peygamberlerine yardım edeceğine dâir ahdini, bana verdiğin zafer
    va'dini lütfet. Şu bir avuç mü'min telef olup yok olursa, bu günden
    sonra yeryüzünde sana ibadet ve kulluk edecek kimse kalmayacak.. "diye
    dua ediyordu.

    Rasûl-i
    Ekrem (s.a.s.) vecd içinde, kendinden geçerek, o kadar çok duâ etmiş ve
    ellerini öylesine semâya kaldırmıştı ki, sırtından ridâsının düştüğünün
    farkına varmamıştı. Hz. Ebû Bekir ridâsını örttü, elinden tutarak:

    -Ey
    Allah'ın Rasûlü, yetişir artık, duan arşı titretti, Allah va'dini
    yerine getirecektir, dedi. Rasûlullah (s.a.s.)'in bu hâlini gören
    müslümanlar heyecandan ağlıyorlardı. Nihâyet Rasul-i Ekrem (s.a.s.):
    "Taplulukları bozulacak, arkalarını dönüp kaçacaklar" (el- Kamer
    Sûresi, 45) anlamındaki âyet-i kerîmeyi okuyarak çadırdan çıktı.(171)
    Allah yardımını böylece müjdelemiş, zaferin Müslümanların olacağını
    bildirmişti.(172)

    Savaşı
    Kureyş başlattı. Batn-ı Nahl'e de kardeşi öldürülen Hadramî oğlu
    Âmir'in attığı ok, Hz. Ömer'in azatlısı Mihca'a isâbet ederek şehit
    etti.

    Savaştan
    önce, her iki taraftan birer ikişer kişinin ortaya çıkıp çarpışarak
    tarafları kızıştırması âdetti. Buna "mübâreze" denirdi. Kureyş
    reislerinden Utbe b. Rabîa, kardeşi Şeybe ile oğlu Velîd; birlikte
    ilerlediler. Müslümanlardan kendilerine karşı çıkacak er dilediler.
    Bunlara karşı Hz. Peygamber (s.a.s.)'in emri ile Ubeyde, Hamza ve Ali
    çıktılar. Hamza Şeybe'yi, Ali de Velîd'i birer hamlede öldürdüler.
    Sonra yaralı Ubeyde'nin yardımına koşup Utbe'nin de işini
    bitirdiler.(173)

    e) Sonuç: Hakk'ın Bâtıla Zaferi

    Artık
    savaş kızışmıştı, müşrikler saldırıya geçtiler, mü'minler kahramanca
    karşı koydular, Allah'ın yardımı ile müşrik ordusunu bozguna
    uğrattılar.(174) Müşrikler savaş alanında 70 ölü, 70 esir bırakarak
    kaçtılar. Öldürülenlerden 24'ü Müslümanlara en çok düşmanlık gösteren
    Kureyş büyükleriydi. Savaşın başkomutanı Ebû Cehil de ölenler
    arasındaydı.(175/1) Müslümanlardan şehit düşenler ise 6'sı
    muhâcirlerden, 8'i de ensârdan olmak üzere 14 kişiydi. (175/2)

    Bedir
    Zaferi Medine'de bayram sevinci meydana getirdi. Mekke ise mâteme
    büründü. Ebû Leheb bir hafta sonra üzüntüsünden öldü. Fakat Kureyşîler,
    Müslümanlar sevinmesinler diye yas tutmadılar.

    Zaferden
    sora Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Bedir'de üç gün daha kaldı. Şehitler
    defnedildi. Meydanda kalan müşrik ölüleri açılan bir çukura gömüldü.

    Kureyş
    eşrâfından 24 kişinin cesetleri ise pislik atılan susuz kuyulardan
    birine atıldı. Rasûlullah (s.a.s.) Bedir'den ayrılacağı sırada bu
    kuyunun başına varıp, içindeki cesetlerin herbirinin adını söyleyerek:

    -Ey
    filân oğlu filân, biz Rabb'ımızın bize va'dettiği zaferi gerçek bulduk,
    siz de rabbınızın size va'dettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslendi.
    (176) Hz. Ömer:

    -Ey Allah'ın Rasûlü, ruhları olmayan cesetlerle mi konuşuyorsun? dediğinde, Rasûlullah (s.a.s.):

    -Allah'a yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz, buyurdu.(177)

    f) Bedir Esirleri

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.) yolda Safra denilen yerde, elde edilen ganimetleri
    gazîlere eşit olarak paylaştırdı. Mâzeretleri sebebiyle ordudan
    ayrılmış olan 8 kişiye de pay ayırdı. Esirlerle ilgili henüz bir hüküm
    inmemişti. Medine'ye gelince Rasûlullah (s.a.s.) bu konuyu ashâbıyla
    istişâre etti. Hz Ebû Bekir, fidye (kurtuluş bedeli) karşılığında
    serbest bırakılmalarını; Hz. Ömer ise hepsinin boyunları vurularak
    öldürülmelerini istedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) ve ashâbın çoğunluğu Hz.
    Ebû Bekir'in teklifini uygun buldular.(178) Esirlerden fidyelerini
    ödeyenler, hemen serbest bırakıldı, ödeyemeyenler ise, her biri
    Medine'li 10 çocuğa okuyup yazma öğretme karşılığında hürriyetini
    kazandı.

    Bu
    olay, dinimizin ilme ve okuyup yazmağa ne kadar çok önem verdiğini;
    Rasûlullah (s.a.s.)'in, Müslümanların düşmanı olan müşriklere bile
    öğretmenlik yaptırmakta sakınca görmediğini göstermektedir.


    6- BENÎ KAYNUKA YAHÛDÎLERİNİN MEDİNE'DEN ÇIKARILMASI (Şevval 2 H./Nisan 624 M.)

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.) Medine'de Yahûdîlerle anlaşmalar yapmış, onlarla
    barış içinde olmak istemişti. Fakat Yahûdiler dâima düşmanca bir
    davranış içinde oldular. Her fırsatta Evs ve Hazrec Kabîleleri
    arasındaki eski düşmanlıkları hatırlatıp, Müslümanları birbirine
    düşürmeğe çalıştılar. Kendileri ehl-i kitâb ve tek Allah inancında
    oldukları halde, "müşrikler, mü'minlerden daha doğru yolda" (179)
    dediler. Sabahleyin Müslüman olmuş görünüp, akşam dönerek(180),
    Müslümanlarla alay ettiler. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanlar
    aleyhine şiirler yazdılar. Oysa, ellerinde bulunan Tevrat'taki
    bilgilerden Hz. Muhammed (s.a.s.)'in hak peygamber olduğunu da
    biliyorlar(181), buna rağmen düşmanlık ediyorlardı.

    Müslümanlarla Medine'deki Yahûdî kabîleleri arasında yapılan vatandaşlık anlaşmasını ilk bozan Kaynukaoğulları oldu. (182)

    Müslümanlardan
    bir kadın, Kaynuka yahûdilerinden bir kuyumcunun dükkanında alış- veriş
    ederken, bir Yahûdî, kadın duymadan örtüsünün eteğini arkasına
    bağlamış, kadın kalkıp gitmek isteyince her tarafı açılıvermişti.
    Kadının feryâdı üzerine yetişen bir Müslüman bu Yahûdîyi öldürmüş,
    orada bulunan Yahûdîler de bu Müslümanı öldürmüşlerdi. Bu olay yüzünden
    Kaynukaoğulları ile Müslümanların arası açıldı.(183) Rasûlullah
    (s.a.s.) Beni Kaynuka'ya muâhedeyi yenilemeyi teklif etti, onlar buna
    yanaşmadılar.

    -"Sen
    bizi, savaş bilmeyen Mekkeliler mi sanıyorsun? Biz savaşa hazırız...."
    dediler.(184) Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Lübâbe'yi Medine'de vekil
    bırakarak Şevval ayı ortalarında ordusu ile Benî Kaynuka'yı muhasara
    etti. Kuşatma 15 gün sürdü. Kaynukaoğulları diğer Yahûdî kabîleleri ve
    münâfıklardan bekledikleri yardımı göremeyince, teslim olmağa mecbûr
    oldular. Muâhedeyi bozdukları, vatana ihânet ettikleri için
    öldürülmeleri gerekiyordu. Kaynukaoğulları daha önce Hazrec kabîlesinin
    himâyesindeydi. Hazrec kabîlesi eşrâfından, münâfıkların başı Ubeyy
    oğlu Abdullah, bunu bahâne ederek bunların öldürülmemeleri için ısrar
    ettiğinden, Rasûlullah (s.a.s.) Medine'den çıkarılmalarını emretti.
    Böylece, 700 kişiden ibâret Kaynuka Yahûdîleri, Medine'den Şam tarafına
    sürüldüler.(185) Ele geçen ganimet mallarının beşte biri Beytü'l-mâle
    (Devlet hazinesine) ayrıldı.(186) Geri kalanı gazilere paylaştırıldı.
    Toprakları da, topraksız Müslümanlara verildi. Böylece Müslümanlar,
    Yahûdîlerin en cesûru sayılan Kaynukaoğullarının kötülüklerinden
    kurtulmuş oldular.


    7-SEVİK GAZASI (Zilhicce 2 H./Mayıs 624 M.2)

    Bedir
    Savaşında Mekkelilerin ileri gelenleri ölmüş, Kureyşin başına Ebû
    Süfyan geçmişti. Ebû Süfyan, Müslümanlarla savaşıp, Bedir yenilgisinin
    öcünü almadıkça kadınlarına yaklaşmayacağına, yıkanmayacağına ve koku
    sürmeyeceğine yemin etmişti. 200 atlı ile Mekke'den çıkarak Medine'ye
    bir saatlik mesâfede Urayz Köyü'ne gelmiş, çift sürmekte olan ensârdan
    Sa'd b. Âmir ile hizmetçisini şehit edip bir kaç ev ve hurma ağacını
    ateşe verdikten sonra, "yeminim yerine geldi", diyerek dönüp kaçmıştır.


    Hz. Peygamber
    (s.a.s.) bu durumu duyunca 80 süvâri, 120 yaya ile hemen tâkibe çıkmış
    ise de Ebû süfyân sür'atle kaçtığı için yetişememiştir. Mekkelilerin
    erzak olarak getirip, kaçarken ağırlık olmasın diye bıraktıkları
    çuvallar dolusu, kavrulmuş un (sevik) Müslümanların eline geçtiğinden
    bu gazveye Sevik (kavrulmuş un, kavut) Gazası denilmiştir.(187)


    8- HİCRETİN İKİNCİ YILINDA DİĞER OLAYLAR

    Medine
    Devri'nin 2'nci yılında, Bedir Savaşı'ndan önce Şaban ayında Ramazan
    orucu farz kılındı. Zekât da hicretin 2'inci yılında farz kılınmıştır.
    Bazı İslâm bilginleri, zekâtın Mekke devride farz kılındığı, Medine
    Devrinde ise, zekâtın verileceği yerlerin belirlendiği
    görüşündedir.(188) Gene bu yılda Ramazan ve Kurban bayramları namazları
    ile fıtır sadakası ve kurban kesmek meşrû kılınmıştır.(189)

    Rasûlullah
    (s.a.s.)'in kızı Hz. Osman'ın zevcesi Rukiyye Bedir zaferi esnâsında
    Medine'de vefât etmiştir. Eşinin hastalığı sebebiyle Hz. Osman Bedir
    Savaşı'na katılamamıştır.

    Rasûlullah
    (s.a.s.)'e ilk vahyin geldiği yıl doğmuş olan en küçük kızı Hz. Fâtıma
    ile Hz.Ali bu yılda evlenmişlerdir. Evleninceye kadar Hz. Ali
    Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında kalmış ve O'nun elinde yetişmişti.
    Evliliğinden sonra ayrı bir eve çıktılar. Rasûlullah (s.a.s.)'in en
    sevgili kızı Fâtıma'ya çeyiz olarak verdiği eşya, bir yatak, bir şilte,
    (minder), bir su tulumu, bir el değirmeni, iki su ibriği ve bir su
    kabından ibârettir.

    Bedir
    esirleri arasında Hz. Paygamber (s.a.s.)'in damadı, Zeyneb'in eşi
    Ebu'l-As da bulunuyordu. Zeyneb, eşinin fidyesi (kurtuluş bedeli) için
    kendisine annesi Hz. Hatice'nin düğün hediyesi olarak verdiği
    gerdanlığı da göndermişti. Bu durumdan çok hislenen Rasûlullah (s.a.s.)
    ve ashâbı, Ebu'l-Âs'ı fidye almadan serbest bırakmışlar, Zeyneb'in
    gerdanlığını da geri göndermişlerdir. Ancak Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)
    Ebu'l-Âs'dan müşrik olduğu için Zeyneb'in kendisine helâl olmadığını,
    bu yüzden hemen Medine'ye göndermesini istedi. Ebu'l-Âs sözünü yerine
    getirdi. Böylece Rasûlullah (s.a.s.)'in en büyük kızı Zeyneb de bu yıl
    içinde Medine'ye hicret etmiştir.(190)


    (158) "Rabbının yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış..." (en-Nahl Sûresi, 125)

    (159) İbn Hişâm, 2/241

    (160) Zâdü'l-Meâd, 2/147

    (161)
    Bkz. el-Buhârî, 1/15; Tecrid Tercemesi, 1/41 (Hadis No: 38);
    İbnü'l-Esîr, a.g.e., 3/252; Târih-i Din-i İslâm 3/65; Tahir Olgun,
    İbâdet Tarihi, s. 80, İst., 1946; M. Zihni Efendi, Kitabü's-Salât,
    s.75, İst.,1326

    (162) İbn Hişâm, 2/252; İbü'l-Esîr, a.g.e.,2/113

    (163)
    İbn Hişâm, 2/254; Yahûdîlerin ve Kureyşin "Muhammed harâm aylara saygı
    göstermedi" yaygaraları üzrine inen âyet-i kerime'de şöyle
    buyrulmuştur.

    "Sana
    harâm ayı ve o ayda yapılan savaşı sorarlar. De ki: O ayda savaşmak,
    büyük günah ise de, insanları Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkâr
    etmek, Mescid'i Harâm'ın ziyâretlerine engel olmak, halkını oradan
    çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır.." (el-Bakara Sûresi, 217)

    (164) Bkz. el-Enfâl Sûresi, 5-6

    (165) Mâide Sûresi, 24

    (166) Bkz. El-Buhârî, 5/4; Tecrid Tercemesi, 10-146 (Hadis No: 1562); İbn Hişâm 2/266; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/120

    (167) İbn Hişâm, 2/267; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/120; Müslim, 3/1403, (Hadis No: 1779) Kahire 1375/1955

    (168) Enfâl Sûresi, 7

    (169) İbn Hişâm, 2/267; Zâdü'l-Meâd, 2/217; Tecrid Tercemesi, 10/148-149

    (170/1)
    Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında sizin için ibret
    vardır. Bunlardan biri Allah yolunda savaşan topluluk, diğeri ise
    onları (müslümanları) kendilerinin iki katı gören kâfir topluluk. Allah
    dilediğini yardımıyla destekler. Bunda gerçeği görebilenler için ibret
    vardır. (Âl-i İmrân Sûresi,13)

    (170/2) Bkz. Târih-i Din-i İslâm, 3/100-101

    (171)
    Bkz. el-Buhârî, 3/230; Müslim, 3/1384, (Hadis No: 1763) İbn Hişâm, 2/
    279; İbn'ül-Esîr, a.g.e., 2/125; Tecrid Tercemesi, 8/385 (Hadis
    No:1228)

    (172)
    "Rabbın meleklere 'Ben sizinleyim, mü'minleri destekleyin' diye
    vahyetti ve 'ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım, artık onların
    boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın' dedi" (el-Enfâl Sûresi, 12) "
    (Bedir'de) Rabbınızın yardımına sığınıyordunuz. O, 'Ben size birbiri
    peşinden bin melekle yardım edeceğim' diye cevap vermişti." (el-Enfâl
    Sûresi,9)

    (173) İbn Hişâm, 2/277; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/125

    (174) Siz Bedir'de düşkün bir durumda iken, Allah size yardım etmişti. (Âl-i İmrân Sûresi, 123)

    (175/1) Bkz. Tecrid Tercemesi, 8/ 507-509 (Hadis No:1298)

    (175/2) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/136

    (176) el-Bûharî; 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161-164 (Hadis No: 177) ve 2/ 377-378 (Hadis No: 314)

    (177)
    Bkz. el-Buhârî 5/8; Tecrid Tercemesi, 4/734, (Hadis No: 673) ve 10/160
    (Hadis No: 1567); İbn Hişâm, 2/292; İbnü'l-Esîr, 2/129

    (178)
    İbnü'l-Esîr, 2/136 "Yeryüzünde düşmanı yere sermeden esir almak, hiç
    bir peygambere yaraşmaz. Siz dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah,
    âhireti kazanmanızı ister. Allah azizdir, hakîmdir. Eğer Allah'ın
    geçmiş bir yazısı olmasaydı, aldığınız fidyelerden dolayı size büyük
    bir azab dokunurdu" (el-Enfâl Sûresi, 67-68)

    (179) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 51

    (180) Bkz. Âl�i İmrân Sûresi, 72

    (181) Bkz. el�Bakara Sûresi, 146

    (182) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/137

    (183) İbn Hîşâm, 3/51; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/138

    (184) İbn Hîşâm, 3/50; İbnü'l-Esîr a.g.e., 2/137

    (185) Zâdü'l-Meâd, 2/230

    (186) Bkz. el-Enfâl Sûresi, 41; İbnü'l-Esîr a.g.e., 2/138

    (187) İbn Hişâm, 3/47-48; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/139-140; Zâdü'l-Meâd, 2/229

    (188) Bkz. Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, 7/5438, İst.,1938

    (189) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/115 ve 2/138

    (190) İbn Hişâm, 2/306-308


    III-HİCRETİN ÜÇÜNÇÜ YILI

    1- UHUD SAVAŞI (11 Şevval 3 H./27 Mart 625 M.)

    "Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inan-mışsanız üstün gelecek sizsiniz.

    (Âl-i İmrân Sûresi, 139)

    a) Savaşın Sebebi

    Bedir
    Savaşında Mekke müşriklerinden 70 kişi ölmüştü. Bunlar arasında Ebû
    Cehil, Ukbe, Utbe, Şeybe, Ümeyye, Âs b. Hişâm gibi Kureyş'in önde gelen
    simâları vardı. Bu yüzden Mekkeliler Bedir yenilgisini unutamıyorlar,
    intikam ateşiyle yanıyorlardı.

    Bedir'de,babalarını,
    kardeşlerini, oğullarını ve diğer yakınlarını kaybedenler. Mekke reisi
    Ebû Süfyân'a başvurdular. Dârun'-Nedve'de toplanarak, Şam kervanının
    kazancı ile bir ordu toplayıp Medine'yi basmağa ve Müslümanlardan öç
    almağa karar verdiler.(191)

    Mekke
    dışındaki müşrik Arap kabîlelerine, şâirler, hatipler gönderdiler.
    Bunlar, Bedir'de öldürülenler için, şiirler, mersiyeler söyleyerek
    halkı heyecâna getirdiler. 50 bin altın olan kervan kazancının yarısı
    ile Mekke dışındaki müşrik kabilelerden 2000 asker topladılar.
    Mekke'den katılanlarla, 700'ü zırhlı, 200'ü atlı omak üzere, Ebû
    Süfyan'ın komutasında 3000 kişilik mükemmel bir ordu ile Medine üzerine
    yürüdüler. Orduda ayrıca 300 deve, şarab tulumları, şarkıcı ve rakkase
    kadınlar vardı. Bunlardan Başka, başta Ebû Süfyân'ın karısı Hind olmak
    üzere Kureyş ileri gelenlerinden 14 tane evli kadın da kocaları ile
    birlikte bulunuyorlardı.


    b) Abbâs'ın Mektubu

    Rasûlullah
    (s.a.s.)'in Mekke'deki amcası Abbâs, Bedir'de esir düştükten sonra
    Müslüman olmuş, fakat Müslümanlığını gizlemişti. Bedir'de çok zarar
    gördüğünü bahâne ederek, bu orduya katılmadı. Özel haberciyle bir
    mektup göndererek, durumdan Rasûlullah (s.a.s.)'i haberdar etti.
    Gönderilen keşif kolları da, Kureyş ordusunun Medine'ye yaklaştığını
    haber verdiler.

    Vahiy gelmeyen konularda, karâr vermeden önce Rasûlullah (s.a.s.) ashâbla istişâre ederdi. Muhâcirleri ve ensârı toplayarak:

    -Düşmanı Medine dışında mı karşılayalım, yoksa şehir içinde savunma tedbirleri mi alalım? diye istişârede bulundu.

    Peygamber
    Efendimiz, bir gece önce rüyâsında, kılıcında bir gedik
    açıldığını,yanında bir sığırın boğazlandığını ve mübârek elini zırhı
    içinde muhâfaza ettiğini görmüştü. Kılıcında açılan gediği, ehl-i
    beytinden birinin şehid olması; sığırın boğazlanmasını, ashâbından
    bazılarının şehit düşmeleri; zırhı da Medine ile tâbir etmiş, bu yüzden
    Medine dışına çıkılmayarak, şehirde savunma yapılmasını uygun
    görmüştü.(192) Hz. Ebû Bekir, Sa'd b. Muâz gibi ashâbın büyükleriyle
    münâfıkların başı Übeyy oğlu Abdullah da bu görüşteydiler. Fakat
    ashâbın çoğunluğu, bilhassa Bedir savaşı'nda bulunamamış olan genç
    Müslümanlarla Hz. Hamza:

    -
    Biz böyle bir günü beklemekteydik, düşmanla Medine dışında savaşalım,
    diye isrâr ettiler.(193) Rasûlullah (s.a.s.) çoğunluğun arzusuna
    uyarak, birbiri üzerine iki zırh giyip, miğferini başına geçirerek
    hâne-i saâdetinden çıktı. Medine dışında savaşılmasını isteyenler,
    Peygamber Efendimizin arzusuna aykırı davranmakla hata ettiklerini
    anlayarak fikirlerinden caydılar. Fakat Rasûlullah (s.a.s.):


    c) Peygamber Zırhını Giydikten Sonra

    -"Bir
    peygamber zırhını giydikten sonra, savaşmadan onu çıkarmaz."(194) Eğer
    sabreder, görevinizi tam yaparsanız, Allah'ın yardımıyla zafer
    bizimdir, dedi.

    Kureyş
    ordusu, Medine'nin 5 km. kadar kuzeyindeki Uhud dağı eteklerinde
    karargâhını kurmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) Abdullah b. Ümmi Mektûm'u
    Medine'de vekil bırakarak, 1000 kişilik kuvvetle, cuma namazından sonra
    Medine'den çıktı. O gün Uhud'a kadar ilerlemeyip geceyi "Şeyheyn"
    denilen yerde geçirdi. Sabahleyin şafakla beraber Uhud'a vardı, savaş
    için en elverişli yeri seçti.

    Yolda
    Übeyy oğlu Abdullah, "Muhammed (s.a.s.) bizim gibi yaşlı ve
    tecrübelileri dinlemedi, çocukların sözüne uydu. Ben meydan savaşını
    uygun görmemiştim..." bahânesiyle, kendisine bağlı 300 münâfıkla,
    ordudan ayrıldı. Böylece Müslümanların sayısı 700'e düştü.


    d) Rasûlullah (s.a.s.)'in Savaş Düzeni

    Peygamber
    Efendimiz, ordusunun arkasını Uhud Dağı'na vererek Medine'ye karşı saf
    yaptı. Solundaki Ayneyn tepesi'ne "Cübeyr oğlu Abdullah" komutasında 50
    okçu yerleştirdi.

    -Galip
    de gelsek mağlup da olsak, benden emir gelmedikçe yerinizden
    ayılmayacaksınız, Şu vâdiden, düşman atlıları arkamıza dolaşıp bizi
    kuşatabilirler. Oklarınızla onları buradan geçirmeyin, çünkü at, oku
    yeyince ilerleyemez, dedi.(195) Müslümanların karşısında savaş durumu
    alan müşrik ordusu, sayıca Müslümanların 4 katından daha fazlaydı.
    Üstelik bunlardan 700'ü zırhlı, 200'ü atlıydı. Müslümanların ise 100
    zırhı ve sadece 2 atları vardı. Sağ koluna Ukâşe, sol koluna ise Ebû
    Mesleme memûr edilmişti. Rasûlullah (s.a.s.) ise ortada bulunuyordu.

    Ebû
    Süfyân komutasındaki 3000 kişilik müşrik ordusunun sağ kanadına Velid
    oğlu Hâlid, sol kanadına Ebû Cehil'in oğlu İkrime, süvârilere Ümeyye
    oğlu Safvân, okçulara ise Rabîa oğlu Abdullah komuta ediyordu.

    Kureyşli
    kadınlar, Bedir'de ölenler için mersiyeler okuyorlar, defler çalıp
    şarkılar söyleyerek askerler arasında dolaşıyorlar, onları savaşa
    teşvik ediyorlardı.

    Savaş,
    o devrin âdeti üzerine mübâreze ile (meydanda teke tek çarpışma ile)
    başladı. Kureyş'in bayrağını taşıyan Abdüddâr oğullarından ortaya çıkan
    9 kişi birer birer Müslümanlar tarafından öldürüldü.

    Rasûlullah (s.a.s.) elindeki kılıcı göstererek:

    -Hakkını ödemek şartıyla bu kılıcı kim ister? diye sordu. Ensârdan Ebû Dücâne:

    -Bunun hakkı nedir, Ya Rasûlallah? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):

    -Eğilip bükülünceye kadar düşmanla savaşmak, diye cevap verdi.

    Ebû
    Dücâne bu şartla aldığı kılıçla düşman üzerine saldırdı, müşrik safları
    arasına girdi.(196) Hamza, Ali, sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Dücâne gibi
    kahramanların hücûmlarıyla savaşın ilk anında 20'den fazla ölü veren
    Kureyş, bozguna uğramış, sağ ve sol kanat geri çekilmiş, def çalarak
    Kureyşlileri savaşa teşvik eden kadınlar, feryadlar kopararak yüksek
    tepelere kaçmışlardı. İman kuvveti karşısında sayı ve malzeme üstünlüğü
    işe yaramamış, müşrikler kaçmağa başlamışlardı.


    e) Okçular Yerlerini terkedince

    Böylece
    ilk safhada müslümanlar savaşı kazandılar. Fakat kaçan düşmanı sonuna
    kadar tâkib etmeden, savaş alanına dağılarak, ganimet (düşmandan kalan
    malları) toplamağa koyuldular. Ellerine geçen fırsatı yeterince
    değerlendiremediler. Ayneyn tepesinden durumu seyreden okçular da
    birbirlerine:

    -Burada ne bekliyoruz, savaş bitti, zafer kazanıldı, biz de gidip ganimet toplayalım, dediler.(197) Abdullah b. Cübeyr:

    -Arkadaşlar,
    Rasûlullah (s.a.s.)'in emrini unuttunuz mu? O'ndan emir almadıkca
    yerimizden ayrılmayacağız... diye ısrâr ettiyse de dinlemediler.(198)
    Abdullah'ın yanında sadece 8 okçu kaldı.

    Düşmanın
    sağ kanat komutanı Hâlid b. Velîd, Rasûlullah (s.a.s.)'in okçularla
    koruduğu Ayneyn vâdîsinden geçerken Müslümanları arkadan kuşatmayı
    denemiş, okçular bu geçidi bekledikleri için başaramamıştı. Okçuların
    buradan ayrıldığını görünce, emrindeki süvârilerle hücûma geçti. Cübeyr
    oğlu Abdullah ile 8 sâdık arkadaşını şehit edip, ganimet toplamakla
    meşgul Müslüman ordusunu arkadan çevirdi. Müşrikler, geri dönüp yeniden
    hücûma geçtiler. Tepelere çekilen kadınlar da def çalarak aşağıya
    indiler. Müslümanlar, önden ve arkadan iki hücûmun arasında şaşırıp
    kaldılar. Savaşı kazanmışken kaybetmeğe başladılar. Birbirlerinden
    ayrılmış ve dağılmış bir durumda oldukları için, canlarını kurtarma
    sevdâsına düştüler. (199)


    f) Hz. Hamza'nın Şehid Düşmesi

    Bedir
    Savaşı'nda babası Utbe, kardeşi Velîd ve amcası Şeybe'yi kaybetmiş olan
    Ebû Süfyân'ın karısı Hind, babasını öldüren Hamza'dan öç almak
    istiyordu. Hamza'nın karşısında kimse duramadığı için, Cübeyr b.
    Mut'im'in kölesi ve iyi bir nişancı (atıcı) olan Habeşli Vahşî'ye
    Hamza'yı öldürdüğü takdirde, büyük menfaatler vâdetmiş, efendisi Cübeyr
    de âzâd etmeğe söz vermişti.

    Vahşî,
    Hamza'nın karşısına çıkmaya cesâret edemedi. Bir taşın arkasına
    gizlenip, Hamza'nın önünden geçmesini bekledi.Hamza ise savaş alanında
    durmadan sağa sola koşuyor, elinde kılıç önüne gelen müşrikleri
    tepeliyordu. O gün tam 8 müşrik öldürmüştü. Bunlardan Abdu'l-Uzza
    oğlu-Sibah'ı öldürdüğü sırada, Vahşî'nin tam önünde bulunuyordu. Vahşî
    fırsatı kaçırmadı. Habeşlilerin çok iyi kullandığı harbesini (kısa
    mızrağını) gizlendiği yerden fırlattı; kahraman Hamza'yı kasığından
    vurarak şehit etti.(200) Hamza'nın ölümünü duyan Hind, koşarak geldi.
    Karnını yarıp, ciğerini çıkararak dişledi, fakat yutamadı. Vahşi'yi
    mükâfatlandırdı ve kölelikten kurtardı.

    Savaşın
    en şiddetli anında Hz. Hamza'nın şehit düşmesi, Müslümanlar için büyük
    kayıp oldu. Esâsen, ansızın önden ve arkadan uğradıkları hücûm
    sebebiyle ne yapacaklarını şaşırmışlar, bir çok şehid vererek, şuraya
    buraya dağılmışlardı. Bir ara, Rasûlullah (s.a.s.)'in etrafında sâdece,
    ikisi muhâcirlerden, yedisi ensârdan olmak üzere 9 kişi kalmış, bunlar
    da birer birer şehid düşmüşlerdi.(201)


    g) Rasûlullah (s.a.s.)'in Öldüğü Şâyiası

    İbni
    Kamie el-Leysi adlı bir müşrik, Hz.Peygamber (s.a.s.)'e benzeterek,
    İslâm ordusunun sancaktarı Mus'ab b. Umeyr'i şehit etmiş ve Muhammed
    (s.a.s.)'i öldürdüm, diye ilân etmişti.(202) Bu şâyia üzerine İslâm
    ordusunda panik başladı. Rasûlullah (s.a.s.):

    -Ey Allah'ın kulları, bana geliniz,etrafımda toplanınız, diye sesleniyor, fakat kimse O'nu duymuyordu.

    Müslümanlar birbirinden habersiz üç fırka olmuşlardı.

    l)
    Rasûlullah şehid olduysa, Allah bâkidir. O'nun yolunda biz de şehit
    oluruz, diyerek savaşa devâm edenler. Enes b. Nadr (Enes b. Mâlik'in
    amcası) bunlardandı.Yetmişten fazla yara aldıktan sonra şehid
    düşmüştür.

    2)
    Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfını çevirip, vücûdlarıyla O'na siper olan,
    O'nu düşman saldırısına karşı koruyanlar. Bunlar "14" kişi kadardı. Hz.
    Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Sa'd
    b. Ebî Vakkas, Ebû Dücâne bunlardandır.

    3)
    Rasûlullah şehid olduktan sonra, burada durmanın manası yok, diyerek,
    savaş alanından ayrılanlar.(203) Bunlardan bir kısmı dağlara
    çekilmişler, bazıları ise Medine'ye dönmüşlerdi.

    Müslümanların
    bu dağınık durumlarından yararlanan müşrikler, Rasûlullah (s.a.s.)'in
    yanına kadar sokuldular. Atılan bir taşla Peygamber Efendimizin dudağı
    yarıldı, dişi kırıldı ve İbni Kamie'nin kılıç darbesiyle yere yıkıldı.
    Zırhından kopan iki halka yanağına battığından yüzünden de
    yaralandı.(204)

    Ashâb-ı
    kirâm, savaş alanında Rasûlullah (s.a.s.)'i bir türlü bulamıyordu.
    Halbuki, Rasûlullah(s.a.s.) bulunduğu yerden hiç ayrılmamıştı. Nihâyet
    Hz. Peygamber Efendimizi Ka'b b. Mâlik gördü ve:

    -Ey
    mü'minler, Rasûlullah (s.a.s.) burada, diye haykırdı. Ka'b'ın sesini
    duyan Müslümanlar, hemen Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfında toplanarak,
    müşriklerin saldırılarını durdurdular.(205)


    h) Ebû Süfyân'la Hz.Ömer Arasında Geçen Muhâvere

    Müşriklerin
    saldırıları yavaşlayınca, Peygamber Efendimiz etrâfında toplanmış olan
    Müslümanlarla Uhud Dağı tepelerinden birine çekildi. Müslümanların bir
    tepede toplandığını gören Ebû Süfyân da, onların karşısında başka bir
    tepeyi işgal etti. Ebû Süfyân, Peygamberimizin sağ olup olmadığını
    kesinlike öğrenemediğinden merak içindeydi. Bu sebeple yüksek sesle üç
    defa:

    -İçinizde
    Muhammed (s.a.s.) var mı? Ebû Bekir varmı? Ömer var mı? diye seslendi.
    Rasûlullah (s.a.s.) cevap verilmemesini emretmişti. Kimseden ses
    çıkmayınca, müşriklere dönerek:

    -"Görüyorsunuz, hepsi de ölmüş. Artık iş bitmiştir, diye söylendi. Hz. Ömer dayanamadı.

    -"Yalan söylüyorsun ey Allah düşmanı, sorduklarının hepsi sağ, hepside burada, diye cevap verdi. Ebû Süfyân:

    -Savaşta üstünlük nöbetledir, bugün biz Bedir'in öcünü aldık, üstünlük bizde... diye gururlandı. Ömer:

    -Bizden ölenler Cennet'de, sizinkiler ise Cehennem'de diye cevâp verdi.

    -Ya Ömer, Allah aşkına gerçeği söyle. Biz Muhammed (s.a.s.) 'i öldürdük mü?

    -Rasûlullah (s.a.s.) sağ ve senin bu sözlerini de işitiyor.

    -Ya
    Ömer, ben senin sözlerine İbni Kamie'nin sözünden daha çok inanırım.
    Ölülerinize yapılan fenâlıkları ben emretmedim(206), fakat çirkin de
    görmedim. Gelecek yıl Bedir'de buluşalım, dedi. Hz. Ömer de:

    -"İnşallah,
    diye cevap verdi.(207) Hz. Ömer'le Ebû Süfyân arasında yapılan bu
    konuşmadan sonra, müşrikler Uhud'dan ayrıldılar. Onlar, Hz. Muhammed
    (s.a.s.)'i öldürmek, Medine'yi basıp müslümanları imhâ etmek,
    müslümanlığı ortadan kaldırmak için Mekke'den gelmişlerdi. Fakat Allah
    kalblerine korku saldı. Üstünlük kendilerinde olduğu ve Rasûlullah
    (s.a.s.)'in de sağ bulunduğunu öğrendikleri halde, savaşa devam etmeğe
    cesâret edemediler. Tek bir esir bile alamadan, geri döndüler.


    l) Uhud Savaşı'ndan Üç Safha

    Uhud Savaşı'nda üç safha yaşandı:

    İlk safhada Müslümanlar üstün geldiler, 20'den çok düşman öldürerek, müşrikleri bozguna uğrattılar.

    İkinci
    safhada, kaçan müşrikleri kovalamayı bırakıp, kesin sonuç almadan
    ganimet toplamaya koyulmaları ve Rasûlullah (s.a.s.)'in yerlerinden
    ayrılmamalarını emrettiği okçu birliğinin görevlerini terketmeleri
    yüzünden, Müslümanlar 70 şehit vererek mağlup duruma düştüler.

    Üçüncü
    safhada ise, dağılmış olan Müslümanlar, Rasûlullah (s.a.s.)'in
    etrâfında toplanıp, karşı hücûma geçerek, düşman hücûmunu durdurdular.

    Müşriklerin
    Uhud'dan ayrılmasından sonra Rasûlullah (s.a.s.) şehitleri yıkanmadan,
    kanlı elbiseleriyle, ikişer üçer defnettirdi.(208) Cenâze namazlarını
    ise, bu târihten 8 sene sonra kıldı.(209)
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:20

    2- HAMRÂÜ'L-ESED GAZVESİ

    Müşrikler,
    elde ettikleri üstünlükten yararlanıp Müslümanları imhâ etmeden savaş
    alanından ayrıldıklarına pişmân oldular. Aralarında, geri dönüp
    Medine'yi basmayı konuştular. Rasûlullah (s.a.s.) bu durumdan haberdar
    olunca, Medineye dönüşünden bir gün sonra, Uhud Savaşı'na katılmış olan
    ashâbını toplayarak Medine'den 16 km. kadar uzakta "Hamrâ'ü'l-Esed"
    denilen yere kadar müşrikleri takibetti. Gece olunca, burada 500 kadar
    ateş yaktırdı. Müşrikler, takib edildiklerini öğrenince, korktular;
    Medine'yi basma düşüncesinden vazgeçerek, süratle Mekke'ye
    döndüler.(210/1)


    3- HİCRETİN ÜÇÜNCÜ YILINDA DİĞER OLAYLAR

    a) Rasûlullah (s.a.s.)'in Hz. Hafsa ve Huzeyme Kızı Zeyneb'le Evlenmesi.

    Hz.
    Ömer'in kızı Hafsa'nın ilk eşi Huneys b. Huzâfe, Kureyş ileri
    gelenlerinden ve Habeşistan'a hicret eden ilk Müslümanlardandı. Sonra
    Medine'ye hicret etmiş, Bedir ve Uhud Savaşlarına katılmıştı. Uhud
    Savaşında aldığı bir yaradan, Medine'de vefât etti.

    Hz. Ömer, Rasûlullah (s.a.s.) ile kızı Hafsa'nın evlenmesini şöyle anlatmıştır:

    -Hafsa
    dul kalınca, Osman'a onunla evlenmesini teklif ettim. Hele bir
    düşüneyim, diye cevap verdi. Sonra kaşılaştığımızda, şu sırada
    evlenmeyi uygun görmüyorum, dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir'e istersen
    Hafsa'yı sana vereyim, dedim. Ebû Bekir sustu. Müsbet veya menfi cevap
    vermedi. Ebû Bekir'in susmasına Osman'ın teklifimi geri çevirmesinden
    daha çok üzüldüm. Keyfiyeti Rasûlullah (s.a.s.)'e arzedince:

    -Üzülme
    yâ Ömer, Hafsa'yı Osman'dan hayırlısı alacak; Osman da Hafsa'dan daha
    iyisi ile evlenecek(210/2), buyurarak, Hafsa'nın izdivâcına tâlip oldu;
    Osman'ı da kızı Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Sonra Ebû Bekir bana
    rastladığında:

    -Sanıyorum,
    Hafsa'yı bana teklif ettiğinde cevap vermediğime gücenmiştin. Ben
    Hafsa'yı Rasûlullah(s.a.s.)'in alacağını biliyordum. (Bana bunu
    söylemişti.) Rasûlullah (s.a.s.)'in sırrını ifşâ etmeyi uygun
    bulmadağım için sana cevap vermedim. Eğer böyle olmasaydı, teklifini
    kabûl ederdim, dedi.(211)

    Rasûlullah
    (s.a.s.) Hz. Hafsa ile evlenerek, hem en yakın arkadaşlarından
    Hz.Ömer'in üzüntüsünü giderdi, hem de Hz. Ebû Bekir gibi Hz. Ömer'i de
    akrabalık bağı ile kendisine bağlamış oldu. (Şaban 3 H / Ocak 625 M)

    Hilâloğullarından
    Huzeyme kızı Zeyneb, ilk kocasından ayrılmış; Rasûlullah (s.a.s.)'in
    halasının oğlu olan ikinci kocası Cahşoğlu Abdullah ise, Uhud
    Savaşı'nda şehid düşmüştü. Zeyneb genç ve güzel değildi, orta yaşlı ve
    merhametli bir hanımdı. Fakirleri, yoksulları, kimsesizleri gözettiği
    için, kendisine "Ümmü'l-mesâkin" ünvânı verilmişti.

    Eşinin
    şehit düşmesiyle himayeye muhtaç kalan bu şefkatli hanımı Rasûlullah
    (s.a.s.) nikâhladı. Fakat Zeyneb çok yaşamadı, evlenmesinden üç ay
    kadar sonra vefât etti.

    Rasûlullah (s.a.s.)'in torunu Hz. Hasan da bu yıl Ramazan ortalarında doğmuştur.(212)

    b) Rasûlullah (s.a.s.)'in kızı Ümmü Gülsüm'ün Hz. Osmanla Evlenmesi

    Hz.
    Osman, Rasûlullah (s.a.s.)'in ikinci kızı Rukiyye ile evliydi. Rukiyye,
    Bedir Savaşı esnâsında vefât etmişti. Bir yıl sonra, Rasûlullah
    (s.a.s.) Hz. Osman'ı üçüncü kızı Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Rasûlullah
    (s.a.s.)'in iki kızı ile evlenmiş olduğu için Hz. Osman'a "Zi'n-nûreyn"
    (iki nûr sâhibi) denilmiştir.




    (191) İbnü'l-Esîr, 2/148-149

    (192) İbn Hişâm, 3/66-67; İbnü'l-Esîr, 2/150; Zâdü'l-Meâd, 2/232

    (193) İbn Hişâm, 3/67

    (194) Zâdü'l-Meâd, 2/231; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/150

    (195) Bkz. el.Buhârî, 4/26 ve 5/29; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/152

    (196) Riyâzü's-Salihin Tercemesi, 1/128, (Hadis No: 91); İbnü'l-Esîr, 2/152

    (197) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 152

    (198) el-Buhârî, 4/26-27 ve 5/29-30; Tecrid Tercemesi, 8/457-460 (Hadis No: 1269)

    (199) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154

    (200) el-Buhârî, 5/36,37; Tecrid Tercemesi, 10/216-221 (Hadis No: 1585); İbn Hişâm, 3/75

    (201) Müslim, 3/1415, (Hadis No: 1789)

    (202) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/155; İbn Hişâm, 3/77

    (203)
    "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler
    gelip geçti. Şâyet o ölseydi veya öldürülseydi, siz topuklarınız
    üzerinde gerisin geriye mi dönecektiniz?..." (Âl-i İmran Sûresi, 144)

    (204) el-Buhârî, 5/35; Müslim, 3/ 1416 (Hadis No: 1790); İbn Hişâm, 3/84; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154; Zâdü'l-Meâd, 2/234

    (205) İbnü'l-Esîr, 2/157; İbn Hîşâm, 3/88; Zâdü'l-Meâd, 2/235

    (206)
    Kureyşli kadınlar savaş alanının tenhalığından yararlanarak, Bedir'de
    öldürülen yakınlarının öçlerini almak için şehitlerin kulak ve
    burunlarını kesmişler, karınlarını yararak ciğerlerini çıkarmışlardı.

    (207) Bkz. el-Buhârî, 4/26 ve 5/30; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269) Zâdü'l-Meâd, 2/236-238

    (208) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/162; Zâdü'l-Meâd, 2/246

    (209) el-Buhârî, 2/94; Tecrid Tercemesi, 4/655 (Hadis No: 661)

    (210/1) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/164

    (210/2) İbn Sa'd, Tabakat, 8/82-83; İbn Hacer, el-İsâbe, 8/51, Kahire, 1972; İbn Abdi'l-Berr el-İstîab, 4/1811, Kahire, 1960

    (211)
    el-Buhârî, 6/130; Tecrid Tercemesi, 10/166 (Hadis No: 1571) ve 11/338-
    339 (1803 No. lu hadisin izâhı); Riyâzü's-sâlihin, 2/98 (Hadis No: 689)


    (212) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/166


    IV-HiCRETİN DÖRDÜNCÜ YILI

    1- RACİ' OLAYI (Safer 4 H./ Temmuz 625 m.)

    Uhud
    savaşı'ndan sonra müşriklerin cesâretleri arttığı için Medine'de
    Müslümanların güvenliği geniş ölçüde sarsıldı. Rasûlullah (s.a.s.) bir
    taraftan gerekli savunma tedbirleri alıyor, bir taraftan da İslâm'ı
    yaymak için her fırsattan yararlanmağa çalışıyordu. Müslümanlığı kabûl
    edip, dinin hükümlerini ve Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek isteyen kabîlelere
    mürşitler gönderiyordu.

    Adal
    ve Kare kabîlelerinden bir hey'et, Rasûlullah (s.a.s.)'e başvurarak,
    kabîlelerine Müslümanlığı ve Kur'an-ı Kerim'i öğretecek mürşidler
    gönderilmesini istediler. Rasûlullah (s.a.s.) bunlara Sâbit oğlu Âsım
    başkanlığında, 10 kişi gönderdi. Yolda, Usfan ile Mekke arasında Raci'
    suyu yakınlarında Hüzeyl kabîlesi'nden 100 kişilik bir çetenin hücûmuna
    uğradılar. Mürşitlerden 8'i çarpışarak şehid oldu, 2'si teslim oldu.
    Zeyd b. Desine ve Hubeyb b. Adiy adlarındaki bu iki zâtı Hüzeyl'liler
    Mekke'ye götürüp sattılar.(213)

    Zeyd'i,
    Bedir Savaşı'nda öldürülen babası Ümeyye'nin öcünü almak için, Ümeyye
    oğlu Safvan satın almış, öldürülmesini seyretmek üzere bütün Mekke
    ileri gelenlerini dâvet etmişti. Ebû Süfyân Zeyd'e yaklaşarak:

    -Doğru söyle, hayâtının kurtarılması için, senin yerine Muhammed (s.a.s.)'in öldürülmesini istemez miydin? demişti.

    Zeyd hiç tereddüt göstermeden:

    -Asla,
    Rasûlullah (s.a.s.)'in hayâtı yanında, benim hayâtım hiçtir. Benim
    kurtulmam için değil O'nun öldürülmesini, Medine'de ayağına bir diken
    batmasını bile istemem, diye cevap verdi. Bu kuvvetli iman karşısında
    Ebû Süfyân:

    -Gerçek şu ki,hiç kimse, arkadaşları tarafından Muhammed (s.a.s.) kadar sevilmemiştir, demekten kendini alamadı.

    Hubeyb,
    Uhud Savaşı'nda Âmir oğlu Hâris'i öldürmüştü. Babasının intikamını
    almak üzere onu da Haris'in kızı satın almıştı. Hubeyb öldürüldüğü
    esnâda hiç metânetini kaybetmedi. İzin alarak, 2 rek'at namaz kıldı.
    Ölümden korktu da uzattı, demeyesiniz diye kısa kestim, dedi.(214) O
    zamandan beri idâm edilen müslümanların, infâzdan önce namaz kılmaları
    âdet olmuştur.(215)

    Dininden dönersen, serbest bırakacağız, dedikleri zaman:

    -Benim
    için, Müslüman olarak öldürülmek, dinimden dönmekten daha hayırlıdır,
    diye cevap verdi. Müşrikler tarafından bir direğe asılarak şehid
    edildi.

    Olay.
    Medine'de duyulunca, Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar son derece
    üzüldüler. Medine'li Şâir Hassân, Zeyd ve Hubeyb için mersiyeler yazdı.
    Rasûlullah (s.a.s.)'de:

    -"Allah lâyık oldukları cezâyı versin" diyerek, cânileri Allah'a havâle etti.

    2- MEÛNE KUYUSU FÂCİASI (Safer 4 H./ Temmuz 625 M.)

    Necid Şeyhi Ebû Berâ Mâlikoğlu Âmir, Medine'ye gelerek Rasûlullah (s.a.s.)'e:

    -Eğer
    Necid Bölgesine bir irşât hey'eti gönderirseniz, büyük bir kısmının
    Müslüman olacağını ümüd ediyorum, dedi. Rasûlullah (s.a.s.):

    Necid
    Bölgesi halkına güvenemiyorum, diye cevap verdi. Ebû Berâ, mürşitlerin
    hayatı için kabîlesi adına kesin teminât verdiğinden, Rasûlullah
    (s.a.s) Ebû Berâ'nın kardeşinin oğlu Âmir b. Tufeyl'e bir mektup
    yazdırarak, Münzir b. Amr'ın başkanlığında 70 kişilik bir hey'eti Necid
    Bölgesine gönderdi. Bunların hepsi de Suffe ashâbındandı. Kafile
    Medine'den 4 konak uzaklıkta Meûne Kuyusu (Bi'r-i Meûne) denilen yere
    varınca, içlerinden Harâm b. Milhân ile Rasûlullah (s.a.s.)'in
    mektubunu Âmir b. Tufey'le gönderdiler. Âmir mektubu bile okumadan
    Harâm'ı şehid etti. Hey'etin tamamını öldürmek üzere kabîlesini
    (Âmiroğulların'ı) teşvik ettiyse de onlar "Biz Ebû Berâ'nın emân ve
    sözünü ayaklar altına alamayız", diyerek ona uymadılar. Âmir b. Tufeyl
    Süleym Kabîlesi'ne mensûp Usayye, Rı'l, Zekvân ve Lihyânoğuları ile
    Harâm b. Milhân'ın dönmesini beklemekte olan mürşitler üzerine hücum
    etti. Hepsi şehid oldu. İçlerinden yalnızca Ka'b b. Zeyd yaralı olarak
    kurtulmuştu. O da Hendek Savaşı'nda şehid oldu.

    Rasûlullah
    (s.a.s.)'i, Cibrîl bu fâciadan haberdar etti. Seriyyedeki bütün ashâbın
    Rablarına kavuştular, Allah onlardan râzı oldu... diye bildirdi.
    Rasûlullah (s.a.s.) bu fâciadan son derece elem duydu. Tam 40 sabah
    Rı'l, Zekvân, Usayye ve Lihyanoğulları için bedduâ etti.(216)

    Amr
    b. Ümeyye ise, olay esnâsında develeri otlatmakla görevli olduğu için
    esir düşmüş, sonra kurtulmuştu. Medine'ye dönerken, iki Necidliye
    rastladı. Şehid edilen arkadaşlarının öcünü almak için bunları uyurken
    öldürdü. Halbuki bunlar, müslümanların himâyesinde olan Âmir
    oğullarındandı. Bu sebeple bunların âilelerine diyetleri (kan
    bedelleri) ödendi.


    3- NADÎROĞULLARI GAZVESİ (Rabiulevvel 4 H./Ağustos 625 M.)

    Benî
    Nadîr Yahûdîleri Medine'ye iki saatlik bir mesâfede oturuyorlardı.
    Aralarındaki anlaşma gereğince, Müslümanların ödedikleri diyete, Yahudî
    kabîlelerinin de katılması gerekiyordu. Âmir oğullarından, Amr b.
    Ümeyye'nin yanlışlıkla öldürdüğü iki kişinin diyeti ödenecekti.
    Rasûlullah (s.a.s.) yanına ashâbından 10 kişi alarak, diyetten
    paylarına düşeni istemek üzere Nadîroğulları yurduna gitti. Yahudîler,
    Rasûlullah (s.a.s.)'in teklifini kabul etmiş göründüler, fakat
    ayaklarına kadar gelişini fırsat sayarak, Rasûlullah (s.a.s.)'e sû-i
    kast yapmayı planladılar.

    Bir
    evin gölgesinde oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)'in üzerine, evin
    saçağından bırakacakları büyük bir taşla O'nu öldürmek istediler.(217)

    Cenâb-ı
    Hakk, peygamberini Yahûdîlerin hazırlığından haberdar etti. Rasûlullah
    (s.a.s.) oradan ayrılıp Medine'ye döndü. Yahûdîlerin tuzağını ashâbına
    bildirdi. Bu davranışlarıyla Nadîroğulları anlaşmayı bozmuşlardı.
    Rasûlullah (s.a.s.), Muhammed b. Mesleme'yi bunlara göndererek 10 gün
    içinde Medine'yi terk etmelerini, 10 günden sonra kim kalırsa boynunu
    vuracağını kendilerine bildirdi. Yahûdîler yol hazırlığına başladılar.
    Fakat, münafıkların başı Übeyyoğlu Abdullah:

    -"Medine'den
    çıkmayın, biz size yardım ederiz, Kurayzaoğulları da yardım edecek,
    diye gizlice haber gönderdi. (218) Bu sebeple Nadîroğulları yol
    hazırlığından vazgeçip kendilerini savunmaya karar verdiler.

    Rasûlullah
    (s.a.s.) Rabiulevvel'de Nadîroğulları yurdunu kuşattı. Nadîroğulları
    bir yıllık yiyeceklerini depo ettikleri kalelerinin sağlamlığına
    güveniyorlard.(219) Kuşatma, 15-20 gün sürdü. Savaş sokaktan sokağa,
    evden eve atlayarak devâm etti. Rasûlullah (s.a.s.) Yahûdîlere siper
    olan, savaşı zorlaştıran hurma ağaçlarını kestirdi.(220)

    Nadîroğulları,
    münâfıklardan da, Kurayzaoğullarından da bekledikleri yardımı
    görmediler. Muhâsaranın kaldırılması için emân dilediler.
    Berâberlerinde götürebildikleri kadar mal ile Medine'den çıkmalarına
    izin verildi. 600 deve yükü eşya ile Medine'den ayrıldılar. Bir kısmı
    Şam'a, bir kısmı Filistin'e göç etti. Selâm, Kinâne ve Huyey ismindeki
    reisleri ise Hayber'e sığındılar. Üzüntülerini belli etmemek için,
    şarkılar söyleyip, defler çalarak Medine'den ayrıldılar. Bunlar daha
    sonra Hendek Savaşı'nı hazırladılar.

    50
    zırh, 50 miğfer, 340 kılıç ve diğer bazı mallar ganimet olarak
    Müslümanlara kaldı. Rasûlullah (s.a.s.) bu ganimetleri muhâcirlere ve
    yoksullara dağıttı.(221)

    Uhud
    Savaşı'ndan sonra Müslümanların itibârı sarsılmıştı. Nadîroğulları'nın
    Medine'den çıkarılmasıyla, Medine civârındaki müşrik kabîleleri
    arasında Rasûlullah (s.a.s.) 'in nüfûzu tekrar kuvvetlenmiş oldu.


    4- RASÛLULLAH (S.A.S.)'İN HZ. ÜMMÜ SELEME İLE EVLENMESİ

    Asıl
    adı Hind olan Ümmü Seleme, Ebû Ümeyye el-Mahzûmî'nin kızıdır. İlk
    kocası Ebû Seleme Abdullah b. Abdülesed, Abdülmüttalib'in kızı
    Berre'nin oğlu olup, Rasûlullah (s.a.s.)'in halazâdesi idi. Kocası ile
    birlikte Habeşistan'a hicret etmiş, ilk çocuğu Seleme orada doğmuştu.
    Ümmü
    Seleme'nin ilk eşi Ebû Seleme, Uhud Savaşı'nda aldığı yara sebebiyle
    vefât etti. Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Seleme'yi çok severdi. Vefâtından
    sonra dört çocuğu ile kimsesiz ve himâyesiz kalan eşi Ümmü Seleme'yi
    nikâhlayarak himâyesi altına aldı. Ümmü Seleme, fazilet ve olgunluk
    yönünden Hz. Aişe'den sonra Ezvâc-ı tâhirâtın en üstünüydü. Ezvâc-ı
    tâhirât içinde en son vefât eden, Ümmü Seleme olmuştur. Hicretin
    59'uncu yılı 84 yaşında vefat etmiş, Baki kabristanına defnedilmiştir.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:20

    5-İÇKİ VE KUMARIN HARAM KILINMASI

    Mekke
    devrinde içki ve kumar yasaklanmış değildi. Müslümanlardan da içki içen
    ve kumar oynayanlar vardı. Rasûlullah (s.a.s.) bunlara ses
    çıkarmıyordu. İçki ve kumarın yasaklanması birden bire değil, tedricen
    olmuştur.

    İçki ile ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de 4 âyet vardır. Mekke'de inen ilk âyetde:

    "Hurma
    ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden içki yapar, güzel bir rızık
    edinirsiniz", (en-Nahl Sûresi, 67) buyrulmuş, içki yasaklanmamıştır.
    Medine devrinde Hz Ömer ve Muâz gibi bazı sahâbe:

    -Ey
    Allah'ın Rasûlü, içki hakkında bize yol göster, çünkü şarab aklı
    gideriyor, diye Rasûlullah (s.a.s.)'e baş vurdular: Hicretin 4'üncü
    yılı Şevvâl ayında:

    "Sana
    içki ve kumarı soruyorlar. De ki: Bunlar da hem büyük günah, hem de
    insanlara bazı yararlar var, fakat günahları menfaatlerinden daha
    büyük..." (el-Bakara Sûresi, 219) anlamındaki âyet indi. İçkiyi ilk
    yasaklayan âyet bu oldu. Fakat bu âyetle içki kesinlikle
    yasaklanmadığından, "günahı var" diye bırakanlar olduğu gibi, "faydası
    da var" diye eskisi gibi içenler de vardı.

    Abdurrahman
    b. Avf'ın verdiği bir ziyâfette dâvetliler içki de içmişlerdi. Akşam
    namazında cemâte imâm olan zât "el-Kâfirûn Sûresi"ni sarhoşluk
    sebebiyle yanlış okudu. Âyetlerin anlamları değişti. Bunun üzerine:

    "Ey
    inananlar, ne söylediğinizi bilecek duruma gelmedikçe, sarhoş iken
    namaza yaklaşmayın," (en-Nisâ Sûresi, 43) anlamındaki âyet indi.

    Bir
    müddet sonra Ensardan Mâlik oğlu Itbâ'nın ziyâfetinde dâvetliler sarhoş
    oldular. Sa'd b. Ebî Vakkas bir şiir okuyarak kendi soyunu övdü, ensârı
    ise yerdi. Ensârdan bir zât da, sofrada yedikleri devenin çene kemiğini
    Sa'd'a vurup başını yardı. Sa'd, Hz. Peygamber (s.a.s)'e şikâyette
    bulundu. O zaman:

    "Ey
    İnananlar, içki, kumar, tapınılmak için dikilmiş taşlar (putlar), fal
    okları, ancak şeytanın işinden birer pisliktir. Bunlardan uzak durun
    ki, kurtuluşa eresiniz..." (el-Mâide Sûresi, 90) anlamında inen âyetle
    içki ve kumar kesinlikle yasaklandı. Rasûlullah (s.a.s) bu yasağı hemen
    ilân ettirdi. Bütün Müslümanlar içkiyi bıraktılar. Evlerinde,
    dükkânlarında bulunan bütün içkileri sokaklara döktüler.

    Rasûlullah (s.a.s) Efendimiz içkiyle ilgili olarak:

    "Sarhoş edici bütün içkiler haramdır." (Müslim,3/ 1575-1576; et-Tâc, 3/141).

    "Çoğu sarhoşluk veren içkinin azı da haramdır" buyurmuştur. (İbn Mâce, es-Sünen, 2/l124 Hadis No: 3392;et-Tâc 3/142)

    "İçki, bütün kötülüklerin anasıdır." (Keşfü'l Hafâ, l/382 (Hadis No: 1225, Beyrut 1351) buyurmuştur.


    (191) İbnü'l-Esîr, 2/148-149

    (192) İbn Hişâm, 3/66-67; İbnü'l-Esîr, 2/150; Zâdü'l-Meâd, 2/232

    (193) İbn Hişâm, 3/67

    (194) Zâdü'l-Meâd, 2/231; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/150

    (195) Bkz. el.Buhârî, 4/26 ve 5/29; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/152

    (196) Riyâzü's-Salihin Tercemesi, 1/128, (Hadis No: 91); İbnü'l-Esîr, 2/152

    (197) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 152

    (198) el-Buhârî, 4/26-27 ve 5/29-30; Tecrid Tercemesi, 8/457-460 (Hadis No: 1269)

    (199) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154

    (200) el-Buhârî, 5/36,37; Tecrid Tercemesi, 10/216-221 (Hadis No: 1585); İbn Hişâm, 3/75

    (201) Müslim, 3/1415, (Hadis No: 1789)

    (202) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/155; İbn Hişâm, 3/77

    (203)
    "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler
    gelip geçti. Şâyet o ölseydi veya öldürülseydi, siz topuklarınız
    üzerinde gerisin geriye mi dönecektiniz?..." (Âl-i İmran Sûresi, 144)

    (204) el-Buhârî, 5/35; Müslim, 3/ 1416 (Hadis No: 1790); İbn Hişâm, 3/84; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154; Zâdü'l-Meâd, 2/234

    (205) İbnü'l-Esîr, 2/157; İbn Hîşâm, 3/88; Zâdü'l-Meâd, 2/235

    (206)
    Kureyşli kadınlar savaş alanının tenhalığından yararlanarak, Bedir'de
    öldürülen yakınlarının öçlerini almak için şehitlerin kulak ve
    burunlarını kesmişler, karınlarını yararak ciğerlerini çıkarmışlardı.

    (207) Bkz. el-Buhârî, 4/26 ve 5/30; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269) Zâdü'l-Meâd, 2/236-238

    (208) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/162; Zâdü'l-Meâd, 2/246

    (209) el-Buhârî, 2/94; Tecrid Tercemesi, 4/655 (Hadis No: 661)

    (210/1) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/164

    (210/2) İbn Sa'd, Tabakat, 8/82-83; İbn Hacer, el-İsâbe, 8/51, Kahire, 1972; İbn Abdi'l-Berr el-İstîab, 4/1811, Kahire, 1960

    (211)
    el-Buhârî, 6/130; Tecrid Tercemesi, 10/166 (Hadis No: 1571) ve 11/338-
    339 (1803 No. lu hadisin izâhı); Riyâzü's-sâlihin, 2/98 (Hadis No: 689)


    (212) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/166

    (213) Bkz-el-Buhârî, 5/40; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/167

    (214) Bkz. el-Buhârî, 5/41

    (215) İbn'ül-Esîr, a.g.e., 2/168; Tafsilât için bkz. Riyâzü's-Salih'in, 3/97-101, (Hadis No: 1538)

    (216) el-Buhârî, 3/204 ve 5/41-42; Tecrid Tercemesi, 8/305, (Hadis No : 1183)

    (217) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/173

    (218) Bkz. el-Haşr Sûresi, 11

    (219) Bkz. el-Haşr Sûresi, 2

    (220) Bkz. el-Haşr Sûresi, 5; el-Buhârî, 5/ 23; Tecrid Tercemesi, 10/175 (Hadis No: 1576)

    (221) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/174; Târih-i Din-i İslâm, 3/215

    V-HİCRETİN BEŞİNCİ YILI

    1- BENÎ MUSTALIK GAZÂSI (MÜREYSİ' SAVAŞI)

    (2 Şabân 5 H./17 Aralık 626 M.)

    Mustalikoğulları
    Huzâa kabilesindendir. Necid bölgesinde, Medine'ye 9 günlük bir yerde
    yerleşmişlerdi. Müslümanlarla iyi geçiniyorlardı. Fakat, Kureyşlilerin
    teşvikiyle kabîle reisi Ebû Dırâr oğlu Hâris çevrede yaşayan bedevi
    kabîlelerle birleşerek Medine'ye baskın için hazırlığa başladı.
    Rasûlullah (s.a.s) durumu öğrenince, Medine'de Zeyd b. Hârise'yi
    kaymakam bıraktı. 30'u atlı, 1000 kişilik bir kuvvetle Benî Mustalık
    üzerine yürüdü. (2 Şabân 5 H./17 Aralık 626 M.)

    Bedevîler, Müslümanların üzerlerine geldiğini duyunca, korkup dağıldılar. Hâris'in etrafında sâdece kendi kabilesi kaldı.

    Benî
    Mustalık Müreysi' suyu yanında toplanmış henüz hazırlıklarını
    tamamlayamamıştı. Müslüman olmaları teklif edildi, kabûl etmediler.
    Fakat Müslümanların düzenli hücûmlarına karşı duramayıp bir saat içinde
    dağıldılar.

    Savaş
    sonunda, Müslümanlardan bir kişi şehid oldu, müşrikler ise 10 ölü
    verdiler. Ayrıca, Müslümanlar ganimet olarak 700 esir, 5000 koyun, 2000
    deve ele geçirdiler.


    2- RASÛLULLAH (S.A.S.)'IN CÜVEYRİYE İLE EVLENMESİ

    Esirler
    arasında, kabile reisi Hâris'in kızı Cüveyriye de vardı. Kocası Safvan
    oğlu Müsâfî savaşta ölmüş, kendisi de esir düşmüştü. Ganimetlerin
    taksiminde, Sâbit b. Kays'ın payına ayrılmıştı. Babası Hâris, Peygamber
    (s.a.s)'e başvurarak kızının şerefinin korunmasını istedi.

    Hz.
    Peygamber (s.a.s), Cüveyriye'nin bedelini Sâbit b. Kays'a ödeyerek onu
    serbest bıraktı. Cüveyriye kabîlesine dönmedi, kendi isteği ile
    Rasûlullah (s.a.s)'la evlendi. Bunun üzerine ashâb:

    -"Rasûlullah
    (s.a.s)'in eşinin yakınları esir tutulmaz" diyerek ellerindeki bütün
    esirleri serbest bıraktılar. Bu sebeple Hz.Âişe:

    -Kavmi için, Cüveyriye kadar hayırlı başka bir kadın bilmiyorum, demiştir.(222/1)

    Görüldüğü
    üzere Peygamber (s.a.s) Efendimizin Cüveyriye ile evlenmesinin amacı
    siyâsî idi. Bu evlilik sebebiyle,bütün esirler fidye ödemeden serbest
    bırakıldılar. Mustalıkdğulları daha sonra toptan Müslüman oldu.


    3- TEYEMMÜMÜN MEŞRÛ KILINMASI

    Rasûlullah
    (s.a.s) her sefere çıkışında, aralarında kur'a çekerek hanımlarından
    birini yanında götürürdü. Benî Mustalık Gazâsında, Hz. Âişe'yi
    götürmüştü. Dönüşte, bir gece konak yerinden hareket edileceği sıra Hz.
    Âişe'nin gerdanlığının kaybolduğu anlaşıldı. Rasûlullah (s.a.s),
    aranmasını emretti, bu yüzden hareket gecikti. Derken sabah namazı
    vakti oldu. Oysa abdest için yanlarında yeterli su yoktu. Zamanında
    hareket edilebilseydi, su başına yetişilecekti. Namaz vakti çıkacak,
    diye herkes telâş içindeydi. Hz. Ebû Bekir, bu hâle sebep olan kızı
    Âişe'yi azarlamış hatta hırpalamıştı. İşte Müslümanlar böyle bir
    sıkıntı içindeyken, su bulunmadığında temiz toprakla teyemmüm
    yapılacağını bildiren âyet indi.(222/2) Müslümanlar son derece
    sevindiler, hemen teyemmüm yaparak namazlarını kıldılar.

    Hareket edileceği sırada, gerdanlık bulundu. Hz.Âişe'nin çökmüş olan devesinin altında kalmıştı.(223)


    4- İFK (İFTİRA) OLAYI (224)

    Mureysi'
    Savaşı dönüşünde, bir konaklama sırasında Hz Âişe kazâ-i hâcet için
    mahfesinden* çıkarak, konaklama yerinden uzaklaşmıştı. Bu sırada Yemen
    boncuğundan yapılmış gerdanlığı düşmüş, onu ararken gecikmişti.
    Dönüşünde, kafileyi yerinde bulamadı. O'nu mahfesinde sandıkları için,
    beklemeyip hareket etmişlerdi.

    Hz.
    Aişe, -mahfede olmadığım anlaşılınca,- beni ararlar, diye olduğu yerde
    beklerken, arkadan askerin bıraktığı şeyleri toplamakla görevlendirilen
    Safvân b. Muattal geldi. Hz. Âişe'yi görünce, devesini çöktürdü;
    Hz.Âişe bindi. Safvân deveyi önünden çekerek ilerledi. Öğle sıcağında
    başka bir konak yerinde kafileye yetiştiler.

    Münâfıklar
    bu olayı fırsat bildiler. Hz. Âişe tamâmen örtülü olduğu ve Safvân ile
    aralarında konuşma bile geçmediği halde, Hz. Âişe'nin iffetine iftirâ
    etmekten çekinmediler. Rasûlullah (s.a.s) son derece üzüldü. Hz. Âişe
    kederinden hastalandı. Sonunda masûm olduğu âyetle bildirildi.(225)
    İftirâcılara da "hadd-i kazf"(iffetli kimselere iftira cezâsı)
    uygulandı. Her birine 80'er deynek vuruldu.(226)



    5- HENDEK SAVAŞI (Şevval 5 H./ Şubat 627 M.)

    Mü'minler, müttefik düşman birliklerini

    gördüklerinde, "İşte Allah ve Rasûlünün

    bize
    vâdettiği şey budur. Allah ve Peygamber doğru söylemiştir" dediler. Bu,
    onların imân ve teslimiyetlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı."

    (el-Ahzâb Sûresi, 22)

    Bir
    taraftan karşı tarafa geçmeyi engelleyen derin ve uzun çukara"hendek"
    denir. Medine'yi savunmak üzere, çevresine hendek kazıldığı için bu
    savaşa, "Hendek Gazvesi" denildiği gibi, bir çok müşrik ve Yahûdî
    kabîlesi, Müslümanlara karşı birleştiği için" Ahzâb Harbi" de
    denilmiştir.

    "Ahzâb", "hızb" kelimesinin çoğuludur. Hizb, aynı düşünce, inanç ve kanaatı paylaşan insan topluluğu demektir.


    a) Yahûdîlerin Müşriklerle İşbirliği

    Medine'den
    sürülen Benî Nadîr Yahûdîlerinin reisleri, Hayber'e sağınmışları.
    Müslümanlardan öc almak istiyorlardı. Başta Ahtaboğlu Huyey olmak
    üzere, 20 kadar Yahûdî lideri 70 kişilik bir hey'et ile Mekke'ye
    gittiler.

    -Müslümanlar
    gün geçtikçe kuvvetleniyor. Onlara kırşı birlikte hareket etmeliyiz.
    Biz savaş için hazırız. Medine'deki Benî Kurayzalı kardeşlerimiz de
    savaşta Müslümanları arkadan vuracak... diye müşriklere işbirliği
    teklif ettiler. Kendileri "ehl-i kitab" ve tek tanrı inancında
    oldukları halde, putperest müşriklere hoş görünmek için:

    -"Sizin
    tuttuğunuz yol, (sizin dininiz) Müslümanlarınkinden daha doğru..."(227)
    dediler. Daha sonra Mekke dışındaki Gatafan, Esed, Kinâne, Süleym,
    Fezâre, Mürre, Eşca ve Eslem... gibi bedevi Arap kabileleriyle
    görüştüler. Hayber'in bir yıllık hurma mahsûlünü vermeği va'd ederek,
    onların da savaşa katılmalarını sağladılar.

    Mekke'liler
    300'ü atlı, 1500'ü develi 4000 kişilik bir kuvvet hazırladılar. Mekke
    dışındaki bedevî kabîlelerin katılmasıyla ordunun sayısı 10 bine
    ulaştı. Şimdiye kadar böyle bir kuvvet toplanmamıştı. Medine'yi basıp
    Müslümanlığı yok edeceklerdi. Ordunun başkomutanı Ebû Süfyân idi.


    b) Medine Çevresine Hendek Kazılması

    Rasûlullah
    (s.a.s.) Mekke'deki hazırlıkları, Kureyş ordusu henüz hareket etmeden
    haber aldı. Ashâbını toplayarak, bu korkunç saldırıya nasıl karşı
    koyacaklarını istişâre etti. Müzâkere sırasında, aslen İranlı olan
    Selmân (Selmân-ı Fârisî):

    -Yâ Rasûlallah, İran'da düşman saldırısından korunmak için, şehrin etrâfına, hendek kazarlar. Biz de öyle yapalım, dedi.

    Esâsen
    Medine'nin üç tarafı, evlerin yüksek dış duvarları, yalçın kayalıklar
    ve sık hurmalıklarla çevrilmişti. Düşman saldırısına karşı, sadece
    kuzey yönü açıktı. Bu tarafa da, düşmanın geçemeyeceği derinlikte bir
    hendek kazılırsa, savunma kolaylaşırdı.

    Arablarca bilinmeyen bu savunma şekli uygun görüldü. Saldırıya elverişli olan kuzey tarafda hendek kazılacak yer işâretlendi.

    Rasûlullah
    (s.a.s.), ashâbını 10'ar kişilik gruplara ayırdı. Her grubun kazacağı
    kısmı belirledi. Mevsim kış, hava soğuktu. Esen rüzgâr, hendekte
    çalışanların ellerini ayaklarını âdeta donduruyordu. Medine'de kıtlık
    vardı. Müslümanlar üç gün bir şey yemeden aç çalıştılar.* Rasûlullah
    (s.a.s.) bile açlıktan karnı üzerine taş bağlamıştı.(228) Ashâbla
    birlikte Hz. Peygamber (s.a.s.) bizzât toprak kazıyor, açlığa, soğuğa,
    yorgunluğa karşı gayretlerini artırıcı sözler söylüyordu. Bir ara, sert
    bir kaya çıkmış, kimse parçalayamamıştı. Rasûlullah (s.a.s.) hendeğe
    indi, ilk vuruşta, kayanın üçte biri koptu. Hz. Rasûlullah (s.a.s.):

    -Allâhü
    Ekber, bana Şam'ın anahtarları verildi. Şu anda Şam'ın kırmızı
    köşklerini görmekteyim, dedi. İkinci vuruşta kayanın yarısı daha koptu.
    Rasûlullah (s.a.s.):

    -Allâhü
    Ekber, bana Fars ülkesinin anahtarları verildi. Şu anda, Kisrânın beyaz
    köşklerini görmekteyim, buyurdu. Üçüncü darbede kaya, tamâmen
    parçalandı. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

    -Allâhü
    Ekber, bana Yemenin anahtarları verildi. Şimdi ben San'a'a'nın
    kapılarını görüyorum, buyurarak bütün bu ülkelerin pek yakında
    Müslümanların olacağını müjdeledi.(229) Münâfıklar, Rasûlullah
    (s.a.s.)'in bu müjdelerini, hayal sayıyorlardı.

    "Münafıklar
    ve kablerinde hastalık olanlar: Allah ve Rasûlü bize sâdece kuru
    vaadlerde bulundular, diyorlardı." (Ahzâb Sûresi, 12)

    Açlığa,
    soğuğa ve her türlü sıkıntıya rağmen, yaklaşık 5,5 km, uzunlukta bir
    atın karşıya sıçrayamayacağı genişlik ve derinlikte kazılan hendek,
    düşman gelmeden önce, iki hafta içinde tamamlandı.


    c) Müşriklerin Medine'yi Kuşatması

    Müşrikler,
    Medine önünde, şimdiye kadar benzerini görmedikleri derin bir hendekle
    karşılaşınca, şaşırdılar. Bir hamlede Medine'yi alt üst edip,
    Müslümanları yok edeceklerini hayâl etmişlerdi. Bunun kolay
    olmayacağını gördüler. Hendek boyunca, aşağı-yukarı ilerlediler,
    geçecek bir yer bulamadılar. Sonunda, Kureyşliler hendeğin batı
    kısmına, Bedevî kabîleler de doğu kısmına karargâh kurdular. Böylece
    Medine'yi kuşattılar. (Şevvâl 5 H./Şubat 627M.)


    d) Sıkıntılı Günler

    10
    bin kişlik müşrik ordusu karşısında, Müslümanların sayısı 3 bin
    kadardı.Yalnızca 36 atları vardı. Önlerinde hendek, arkalarında ise
    Sel� Dağı bulunuyordu. Ancak Benî Kurayza anlaşmayı bozar da
    müşriklerle işbirliği yaparsa, Müslümanlar çok tehlikeli bir duruma
    düşeceklerdi. Bu takdirde, Müslümanlar Hendek önünde düşmanla
    uğraşırken, Yahûdîlerin Medine'yi basıp, kadınları ve çocukları
    kılıçtan geçirmeleri mümkündü.

    Karşılıklı
    ok ve taşların atılmasıyla başlayan kuşatma, aralıksız 27 gün sürdü.
    Müslümanlar açlık ve sefâlet içinde, zor ve sıkıntılı günler
    geçirdiler. Savaşın en tehlikeli bir ânında, Benî Nadir Reisi Ahtab
    oğlu Huyey'in teşvikiyle Benî Kurayza Yahûdîleri de anlaşmayı bozup,
    müşriklerle işbirliğine başladılar. Rasûlullah (s.a.s.)'in nasihat için
    kendilerine gönderdiği Evs kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'ı dinlemediler.
    Düşmanlıklarını açıkça bildirdiler.

    Müslümanlar,
    hendek önünde 10 bin kişilik müşrik ordusuna karşı durmağa çalışırken,
    bir yandan da, Medine'yi Yahûdîlerin baskınından korumak zorunda
    kaldılar. Böyle tehlikeli bir anda, münâfıklar da bozgunculuğa
    başladılar. Hem savaşı bıraktılar, hem de askerin mâneviyâtını sarsıcı
    propaganda yaptılar.(230)

    Kuşatmanın
    uzayıp gitmesi, müşrikleri de usandırdı. Mevsim kış, havalar soğuktu.
    Esâsen onlar, böyle günlerce sürecek bir kuşatma için değil, bir kaç
    saatte sonuca ulaşılacak bir zafer için gelmişlerdi. İşi bir an önce
    bitirmek için bütün güçleriyle genel bir hücûma geçtiler. Bir taraftan
    Müslümanların üzerine ok yağmuru yağdırırken içlerinden (Dırâr,
    Cübeyre, Nevfel, Amr b. Abdivedd gibi) bir kaç tanesi de, elverişli bir
    yerden atlarıyla hendeği geçtiler. Bunların her biri, Araplar arasında
    bin kişiye denk sayılıyordu. En meşhûrları olan Amr b. Abdivedd
    mübâreze sonuda Hz. Ali tarafından öldürüldü; diğerleri kaçtılar.
    Nevfel kaçarken hendeğe düştü ve Hz. Ali'nin kılıcıyla can verdi.

    Ertesi
    gün, savaşın en çetin günü oldu. Bir taraftan müşrikler, diğer taraftan
    Benî Kurayza Yahûdîleri hücûma geçtiler, aralıksız akşama kadar ok
    yağmurunu sürdürdüler. Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar, o gün namaz
    kılmak için bile fırsat bulamadılar. Öğle, ikindi ve akşam namazlarını,
    yatsıdan önce, tek ezanla, tertip üzere kazâ ettiler.(231)


    e) Harb Hiledir

    Gatafan
    Kabilesinden Nuaym b. Mes'ûd, bu sırada müslüman olmuştu. Bundan
    kimsenin haberi yoktu. Rasûlullah (s.a.s.)'la gizlice görüşerek,
    müşriklerle Yahûdîlerin arasını açmak için izin istedi. Rasûlullah
    (s.a.s.):

    -Harp hiledir*, yapabilirsen yap, buyurdu. Nuaym önce Benî Kurayza'ya gitti.

    -Benim
    size olan dostluğumu bilirsiniz. Sizin için endişe ediyorum. Mekkeliler
    bu işten usandı, bırakıp giderlerse, Müslümanlar karşısında yapayalnız
    kalacaksınız. O zaman hâliniz nice olur? Onlardan bir kaç rehin
    isteyin, aksi halde yardım etmeyin... dedi. Sonra Ebû Süfyân'a geldi:

    -Duydun
    mu, Benî Kurayza anlaşmayı bozduğuna pişman olmuş. Sizi bırakıp
    giderler diye, Müslümanlarla yeniden anlaşmaya başlamış. Sizden rehin
    alıp, onlara teslim etmeği vadetmiş, dedi. Ebû Süfyân esâsen Yahûdîlere
    pek güvenemiyordu. Ertesi gün, denemek için Yahûdîlerden yardım istedi.
    Yahûdîler hemen rehin istediler. Ebû Süfyân isteklerini kabûl
    etmeyince, her iki taraf da:

    -Nuaym doğru söylemiş, dediler. Aralarında güven kalmadı. (232)


    f) Rasûlullah (s.a.s.)'in Duâsı ve Kuşatmanın Sona Ermesi

    Rasûlullah (s.a.s.), o sıkıntılı gün:

    -Allah'ım,
    ey Kur'ân'ı indiren ve hesâbı tez gören Rabbım; Şu Arap kabîlelerini
    dağıt, topluluklarını boz, iradelerini sars. (233) diye duâ etti. Duâsı
    bitince, Rasûlullah (s.a.s.)'in yüzünde sevinç eseri görüldü. Rabb'ımın
    yardım va'dini size müjdelerim, buyurdu. İşte o akşam, âyet-i celîle ve
    hadis-i şerifte bildirilen "sabâ rüzgârı" esmeğe başladı.(234) Fırtına
    ve kasırga çadırları söküp uçurdu, yemek kazanları devrildi, ocaklar
    söndü, develer ve atlar birbirine karıştı. Müşriklerin ağızları,
    burunları, gözleri toz-toprakla doldu. Karargâhları alt üst oldu.
    Ortalığı dehşet kapladı. Neye uğradıklarını bilemediler.

    Müşriklerin
    mâneviyâtı iyice bozulmuştu. İçlerine korku düştü. Uzun süren ve hiç
    bir sonuç alınamayan kuşatmadan usanıp bezmişlerdi. Ebû Süfyân:

    -"Ben dönüyorum, siz de gelin, diyerek devesine bindi. Mekke'nin yolunu tuttu. Diğerleri de onu izlediler.

    Panik
    pek âni ve şuursuzca olmuştu. Bu yüzden, müşrikler pek çok techizât,
    gıda maddesi ve eşyayı toplayamadan çekildiler. Sabah olunca,
    Müslümanlar düşmandan kalan eşyâyı ve sağa-sola dağılan develeri
    toplayıp ordugâhlarına getirdiler. Ebû Süfyân'ın Yahûdîlerden aldığı 20
    deve yükü hurma da ele geçen ganimetler arasındaydı. Böylece,
    Müslümanlar hem kuşatmadan, hem de açlık sıkıntısından kurtuldular.

    Kur'an-ı Kerîm'de bu durum şöle anlatılmaktadır:

    "Ey
    inananlar, Allah'ın size olan nimetlerini hatırlayın. Üzerinize ordular
    gelmişti, Biz de onların üzerine rüzgâr ve sizin göremediğiniz ordular
    (Melekler) göndermiştik." (el-Ahzâb Sûresi.9)

    "Allah,
    kâfirleri hiçbir zafer elde edemeden, kin ve öfkeleriyle geri çevirdi.
    Savaşta mü'minlere Allah'ın yardımı yetti. Allah yegâne kuvvetli ve
    galib olandır." (el-Ahzâb Sûresi, 25)

    Bu savaşta, müşriklerden 4 kişi ölmüş, Müslümanlardan 5 kişi şehid düşmüştür. Savaştan sonra Rasûlullah (s.a.s.):

    -"Bundan
    sonra sıra bizde. Müşrikler artık üzerimize gelemeyecek, biz onların
    üzerine gideceğiz." buyurdu.(235) Gerçekten de öyle oldu.

    6- KURAYZAOĞULLARI GAZVESİ (Zilkade 5 H,/Mart 627 M.)

    a) Savaşın Sebebi

    Rasûlullah
    (s.a.s.) Medine'deki Yahûdî kabîleleriyle ayrı ayrı anlaşmalar
    yapmıştı. Bunlardan Kaynuka ve Nadîroğullarının, anlaşma hükümlerine
    uymadıkları için Medine'den çıkarıldıklarını daha önce görmüştük.
    Kurayza oğulları ise, Uhud Savaş'ından sonra anlaşmayı yeniledikleri
    için yerlerinde kalmışlardı.

    Hendek
    Savaşında, Benî Kurayza Yahûdîleri önce anlaşmaya bağlı kaldılar.
    Hendek kazılırken, kazma, kürek gibi âletler vererek Müslümanlara
    yardımcı oldular. Ancak, savaşın en tehlikeli bir ânında, Benî Nadîr
    Reisi Huyey b. Ahtab'ın teşvikiyle anlaşmayı bozdular. Müslümanlarla
    birlikte Medine'yi savunmaları gerekirken, müşriklerle birlikte,
    Müslümanlara karşı savaşa girdiler.(236) Böylece vatana ihânet suçu
    işlediler. Rasûlullah (s.a.s.)'in nasihat için gönderdiği Evs Kabilesi
    Reisi Sa'd b. Muâz'ın sözlerine de kulak asmadılar. Hz. Peygamber
    (s.a.s.) hakkında çirkin sözler söyleyerek düşmanlıklarını açıkça ilân
    ettiler. Ancak, Benî Kurayza'dan yaptıklarının hesâbı sorulacaktı. Bu
    sebeple, Hendek Savaşından Medine'ye döner dönmez, Benî Kurayza üzerine
    sefer emri verildi.

    Rasûlullah
    (s.a.s.) Hendek Savaşı'ndan dönmüş silahlarını çıkarmış, üzerindeki
    toz-toprağı temizlemek için, gusletmek istemişti. Bu esnâda Cibrîl
    (a.s.) at üstünde ve toz-toprak içnde geldi:

    -"Aa,
    silahını çıkardın mı; vallâhi biz melekler çıkarmadık. Haydi, şunların
    üzerine yürü", diye Kurayzaoğullarını işâret etti. (237) Rasûlullah
    (s.a.s.) derhal Benî Kurayza'ya sefer ilân etti. Ashâbın sür'atle yola
    çıkmalarını sağlamak için,

    -Hiç kimse ikindi namazını sakın başka yerde kılmasın, ancak Benî Kurayza yurdunda kılsın, buyurdu.

    Ashâbın
    bir kısmı bu emrin zâhirine uyarak, namazlarını Benî Kurayza yurduna
    varınca kıldılar. Bir kısmı da Peygamber (s.a.s.)'in maksadı, acele
    etmemizi sağlamaktır, diyerek, vakit çıkmadan yolda kıldılar. Hz.
    Rasûlullah (s.a.s.) her iki zümrenin yaptığını da hoş gördü.(238)

    Müslümanların
    toplanması yatsıya kadar devâm etti sayıları 3 bini buldu.
    Müslümanların üzerlerine geldiğini görünce sövüp-sayarak kalelerine
    çekilen Beni Kurayza'nın sayısı 900 kadardı.


    b) Benî Kurayza'ya Verilen Cezâ

    Kuşatma
    25 gün sürdü. Kurayzaoğulları anlaşmayı bozduklarına pişman oldular.
    Diğer Yahudî kabileleri gibi Medine'den çıkıp gitmek için izin
    istediler. Fakat Hz. Rasûlullah (s.a.s.) kayıtsız şartsız teslim
    olmalarını istedi. Reisleri Ka'b b. Esed'in başkanlığında toplandılar.
    Ka'b:

    -"Tevratta bildirilen son peygamberin bu olduğu anlaşıldı. Müslüman olup kurtulalım, dedi Yahûdîler:

    -Biz Tevrat üzerine başka kitab kabul etmeyiz, dediler, Ka'b:

    -Öyleyse,kadınları ve çocukları öldürelim. Sonra kaleden çıkıp çarpışalım, belki başarırız, dedi. Onlar:

    -Çoluk-cocuğumuz öldükten sonra, yaşamanın ne önemi var, diye cevâp verdiler. Ka'b:

    -O halde, yarın cumartesi, Müslümanlar bizden emîndir. Ansızın hücûm edelim, onları gafil avlayalım, dedi.

    -Biz
    cumartesinin hürmetini bozamayız, diye reddettiler. Sonunda kayıtsız
    şartsız teslim oldular. Ancak haklarında Evs Kabilesi Reisi Sa'd b.
    Muâz'ın hüküm vermesini istediler.

    Benî
    Kurayza, Evs kabilesinin himâyesindeydi. Bu yüzden, Sa'd b. Muâz'ın
    hakemliğini istiyorlardı. Sa'd, hastaydı. Hendek Savaşı'nda kolundan
    okla yaralandığı için tedâvi görüyordu. Haberi alınca geldi.

    -Kur'an-ı
    Kerîm'e göre mi, yoksa kendi kanunlarına göre mi hüküm vermemi
    istiyorlar, diye sordu. Yâhudîler, kendi kanunlarına göre hüküm
    verilmesini istediler. Sa'd da Tevrât'a göre karar verdi.(239)

    a) Savaşabilecek durumdaki erkeklerin öldürülmesine,

    b) Kadınların ve çocukların esir edilmesine,

    c) Bütün mallarının da zaptedilmesine hükmetti.

    Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

    "Ey
    Sa'd, Allah'ın rızâsına uygun hükmettin" buyurdu. (240) Yahudiler de
    karârın Tevrât'a uygun olduğunu itirâf ettiler. Sa'd'in bu hükmü,
    Tevrât'ın Tesniye kitabının 20. Babının 10-14 üncü âyetlerine uygun
    düşmüştü. Bu gün de vatana ihânet edenlere ölüm cezâsı verilmektedir.

    Benî
    Kurayza hakkındaki hükmü Hz. Ali ve Hz. Zübeyr icrâ ettiler. Kazılan
    büyük bir hendeğin kenarında 600 kadar Yahûdînin birer birer
    boyunlarını vurup hendeğe attılar. İçlerinden 4 tanesi Müslüman olup
    hayatlarını kurtardılar. Benî Nadîr Reisi Huyey b. Ahtab ile Benî
    Kurayza Reisi Ka'b b. Esed de öldürülenler arasındaydı.

    Benî Kurayza'nın malları, mücâhidlere paylaştırıldı. Arâzisi ise, ensarın rızâsiyle muhâcirlere verildi.

    "Allah,
    Ehl-i Kitab'dan müşrikleri destekleyen (Benî Kurayza Yahûdî)lerini
    kalelerinden indirmiş, kalblerine korku salmıştı. Onların kimini
    öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz. Yerlerini yurtlarını, mallarını
    ve henüz ayağınızı bile basmadığınız toprakları Allah size mirâs olarak
    verdi. Allah her şeye kadirdir ". (el-Ahzâb Sûresi, 26-27)


    7- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN CAHŞ KIZI ZEYNEB'LE EVLENMESİ:

    Zeyneb,
    Rasûlullah (s.a.s.)'in öz halası Ümeyme'nin kızıdır. Abdülmuttalib'in
    torunudur. Hz Peygamber (s.a.s.), Zeyneb'i azadlısı Zeyd b. Hârise'yle
    evlendirmişti. Dindar olmasına rağmen, azadlı bir kölenin eşi olmak
    Zeyneb'e ağır geldi. Asâlet ve güzelliğini ileri sürerek, dâima Zeyd'in
    kalbini kırdı. Bu yüzden, Rasûlullah (s.a.s.)'in:

    -"Eşini tut, Allah'tan kork" (241) emrine rağmen, sonunda Zeyd O'nu boşadı.

    Esâsen
    gerek Zeyneb, gerek kardeşi Abdullah bu evliliği başlangıçta
    istememişler, "halanızın kızını azadlınıza mı lâyık görüyorsunuz?"
    demişlerdi. Fakat:

    -"Allah
    ve Rasûlü, bir şeye hükmettiği zaman, mü'min erkek ve mü'min kadın için
    muhayyerlik yoktur." (el-Ahzâb Sûresi, 36) anlamındaki âyet inince,
    istemeyerek rızâ göstermişlerdi. Çünkü Zeyneb, Kureyş'in Hâşimî
    kolundandı. Soylu bir kadındı. İslâm'dan önceki Arap örfüne göre soylu
    bir kadın, azadlı da olsa, bir köleyle evlenemezdi. Onlar, Zeyneb'in
    Rasûlullah (s.a.s.)'la evlenmesini istiyorlardı. Oysa İslâm Dini bütün
    insanları, yaratılış bakımından eşit saymıştı.(242)

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.), öz halasının kızı Zeyneb'i azadlısı ve evlâdlığı
    Zeyd ile evlendirerek, Arapların yanlış anlayışını yıkmış oldu.

    Diğer
    taraftan, Rasûlullah (s.a.s.), peygamberliğinden önce Zeyd'i evlâd
    edinmişti. Arabların örfüne göre, evlâdlık öz çocuk gibi sayılır, evlâd
    edinen kişinin mirâsçısı ve mahremi olurdu. Bu sebeple, evlâdlığın
    boşadığı kadın, evlâd edinen kişiyle evlenemezdi. Kur'ân-ı Kerîm
    Arapların bu örfünü hükümsüz saymış, evlâdlık âdetini
    kaldırmıştır.(243) Bu sebeple, evlâdlığın dul kalan eşiyle, babalığın
    evlenmesi helâldir.

    Rasûlullah
    (s.a.s.)'in, Arapların bu örfünü de yıkması gerekiyordu. Bu sabeple
    Zeyd'den boşanan Zeyneb'i Allah'ın emriyle nikâhladı.(244) Böylece hem
    Zeyneb'i hem de yakınlarını memnûn etmiş oldu.

    Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu evliliği, dinî hükümlerin uygulanması ile ilgilidir.




    (222/1) İbn Hişâm, 3/308; İbn Sâd, Tabakat, 8/ 177; İbn Hacer, el-İsâbe, 7/565

    (222/2) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 43 ve el-Mâide Sûresi, 6

    (223) Bkz. el-Buhârî, 1/86); Tecrid Tercemesi, 2/201-204 (Hadis No: İ)

    (224)
    Olay hakkında geniş bilgi için bkz. el-Buhârî, 3/154 Tecrid Tercemesi,
    8/85-112 (Hadis No: 1151); İbn Hişâm, 3/309-321; İbnü'l-Esîr, a.g.e.,
    2/195-199

    (*) Mahfe: Deve ve fil gibi hayvanların üzerinde seyahat edenlerin içine oturdukları kafesli çadır veya sepet

    (225) en-Nûr Sûresi, 11-13

    (226) en-Nûr Sûresi, 40

    (227) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 51-52

    * bk. Riyâzü's-Sâlihîn, 1/543-548 Hadis No: 522

    (228) el-Buhârî, 5/45; Tecrid Tercemesi 10/227 (Hadis No: 1588)

    (229) İbn Hişâm, 3/230; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/179; Târih-i Din-i İslâm, 3/258-259

    (230)
    İçlerinden bir güruh (münâfıklar), Ey Medineliler, tutunacak yeriniz
    yok, hemen geri dönün, demişlerdi. Bir kısmı da Peygamber (s.a.s.)'den
    evlerimiz düşman saldırısına açık diye izin istemişlerdi. Oysa evleri
    açık değildi, sadece savaştan kaçmak istiyorlardı. (el-Ahzâb Sûresi,
    13)

    (231) Bu
    savaştan başka, hiçbir olayda Rasûlüllah (s.a.s.)'ın namazını geçirdiği
    nakledilmemiştir. Burada üç vakit namazını kazaya bırakması, Hendek
    savaşının ne derece sıkıntılı ve meşakkatli geçtiğinin en büyük
    delilidir. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.s.):

    -
    "Allah onların dünyada evlerini, âhirette kabirlerini ateşle doldursun.
    Bize ikindiyi kılacak fırsat vermediler, nihâyet güneş battı" diye
    bedduâ etmiştir. (el-Buhârî, 5/48 ve 3/233; Tecrid Tercemesi, 2/238
    (Hadis No: 353) ve 8/396, (1233 numaralı hadisin izâhı,)

    * el-Buhârî, 4/24 (K. el-Cihad, B. 157)

    (232) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/182-184

    (233) el-Buhârî, 3/234 ve 5/49; Tecrid Tercemes, 8/395 (Hadis No: 1233)

    (234)
    Bkz. el-Buhârî, 5/47 "Ben sabâ rüzgarıyle yardım olundum, Ad kavmi ise
    debur (lodos) rüzgârıyla helâk edildi." (bkz.el-Hakka Sûresi, 6)

    (235) el-Buhârî, 5/48; Tecrid Tercemesi, 10/230 (Hadis No: 1589); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/184

    (236) el-Ahzâb Sûresi, 26

    (237) el-Buhârî, 5/49-51; Tecrid Tercemesi, 8/ 325 (Hadis No: 1191)

    (238) el-Buhârî, 5/50; Müslim, 3/1391 (Hadis No: 1770)

    (239) Bkz. Tevrât, Tesniye Kitabı, Bab: 20, Ayet:10-14

    (240) Bkz. el-Buhârî, 5/50; Tecrid Tercemesi, 10/ 245 (Hadis No: 1591)

    (241) Bkz. el-Ahzâb Sûresi, 37

    (242)
    "Allah katında en üstününüz, O'na karşı gelmekten en çok
    sakınanınızdır". (Hucûrat Sûresi, 13) "Ey insanlar Rabb'ınız birdir,
    babanız birdir. Arabın Acem'e (Arab olmayana), Acemin Arab'a, beyazın
    siyaha, siyahın beyaza veya kızılderiliye üstünlüğü yoktur. Üstünlük
    ancak takva iledir." (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 5/ 411;
    Mecmeu'z-Zevâid, 3/266 ve 8/84)

    (243) "Allah evlâtlıklarınızı, oğullarınız gibi tutmanızı meşrû kılmamıştır". (el-Ahzâb Sûresi 4)

    (244)
    "... Sonunda Zeyd, eşiyle ilgisini kestiğinde, onu seninle evlendirdik
    ki, evlâtlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde, onlarla evlenmek
    hususunda mü'minlere sorumluluk olmadığı bilinsin." (Ahzâb Sûresi, 37)


    VI- HİCRETİN ALTINCI YILI

    l� HUDEYBİYE BARIŞI (Zilkade 6 H./Mart 628 M.)

    "Ey Muhammed, Biz sana apaçık bir zafer sağladık."

    (Fetih Sûresi, 1)


    a) Müslümanların Kâbe'yi Ziyâret Arzusu

    Peygamberimiz
    Hz. Muhammed (s.a.s.), Medine'ye hicret edeli 6 yıl olmuştu. Bu süre
    içinde Mekke müşrikleriyle, Medine'de bulunan Müslümanlar arasında,
    sırasıyla Bedir, Uhud ve Hendek Savaşları oldu. Mekke müşrikleri
    Medine'yi basmak, Hz. Rasûlullah (s.a.s.)'i öldürmek, Müslümanlığı yok
    etmek için her çâreye baş vurdular; bütün imkân ve güçlerini ortaya
    koydular; fakat amaçlarına ulaşamadılar. Müslümanların günden güne
    güçlenmelerine, sayılarının artmasına engel olamadılar.

    Ancak
    Medine dışındaki kabîleler, Müslümanlığın ne olduğunu yeterince
    bilmiyorlardı. Kâbe'nin komşusu ve koruycusu olduğu için saygı
    duydukları Kureyş kabîlesi, kendi içlerinden çıktığı halde Hz. Muhammed
    (s.a.s.)'in peygamberliğini kabûl etmemiş,hatta O'nu yurdundan
    çıkarmışlardı. Bu yüzden, Müslümanlığın Medine dışındaki kabîlelere
    tanıtılabilmesi ve geniş ölçüde yayılmasının sağlanabilmesi için,
    Mekke'lilerle barış yapılmasına ihtiyaç vardı. Rasûlullah (s.a.s.),
    geçici de olsa Mekkelilerle barış yaparak, diğer kabîlelerle serbestçe
    ilişkiler kurmayı arzu ediyordu.

    Diğer
    taraftan, Mekkeli Müslümanlar, doğup büyüdükleri ve her şeylerini
    bırakıp ayrıldıkları yurtlarını çok özlemişlerdi. Her namazda
    yöneldikleri kutsal Kâbe'yi 6 yıldan beri ziyâret edemiyorlardı.
    Kâbe'yi ziyâret, bütün Müslümanların en büyük ortak özlemleri olumştu.


    b) Rasûlullah (s.a.s.)'in Rüyâsı

    Hicretin
    6'ıncı yılı, Rasûlullah (s.a.s.), gördüğü bir rüyâ üzerine(245) hep
    birlikte Kâbe'yi ziyâret edeceklerini ashâbına müjdeledi.(246)
    Hazırlıklar tamamlandı. Savaş yapılması yasak olan aylardan Zilkade'nin
    ilk pazartesi günü (2 Zilkade 6 H./14 Mart 628 M.), yerine Mektûm oğlu
    Abdullah'ı vekil (kaymakam) bırakarak, ashâbından 1400 kişi ile(247)
    Medine'den ayrıldı. Hanımlarından Ümmü Seleme de berâberinde
    bulunuyordu. Maksadı savaş olmayıp, yalnızca Kâbe'yi ziyâret etmekti.
    Mekkelileri telâşlandırmamak için, ashâbının silah taşımalarına izin
    vermemiş, sadece yolcu silâhı olarak birer kılıç almışlardı. (248) Hac
    için Mekke'ye gelecek düşman kabîlelerle yolda karşılaşmamak için, Kâbe
    ziyâretini hac günlerinden önce yapmayı uygun görmüştü. Yanlarındaki 70
    kurbanlık deveyi kıladelediler ve Zülhuleyfe'de "umre" niyyetiyle
    ihrama girdiler.(249) Yol güvenliğini sağlamak için 20 kadar süvâriyi
    öncü olarak gönderdiler.


    c) Mekkelilerin Tepkisi

    Mekkeliler,
    Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Kâbe'yi ziyâret için yola çıktığını duyunca
    telâşlandılar. Müslümanları Mekke'ye sokmamağa karar verdiler. Velîd
    oğlu Hâlid ve Ebû Cehil'in oğlu İkrime'yi 200 süvâri ile öncü olarak
    gönderdiler.

    Resûlullah
    (s.a.s.), Mekkelilerin bu kararını önden gönderdiği gözcüleri
    vasıtasiyle öğrendi. Sağ tarafa sapıp, yol güzergâhını değiştirerek,
    Hudeybiye'ye kadar ilerledi.(250) Rasûlullah (s.a.s.)'in bindiği
    "Kasvâ" adlı deve burada çöktü, bütün gayretlere rağmen kalkmadı.
    Müslümanlar:

    -Kasvâ harin oldu, çöktü kalkmıyor, diye söylenmeğe başladılar. Rasûlullah (s.a.s.):

    -"Kasvâ
    harinleşmez, onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle Fil'in Mekke'ye
    girmesine engel olan ilahi kudret, şimdi de Kasvâ'yı ilerletmiyor.
    Allah'a yemin olsun ki, Kureyş Cenâb-ı Hakk'ın kutsal kıldığı şeylere
    hürmet ve tâzim kasdıyle benden her ne isterse, ne kadar ağır olursa
    olsun, istediklerini kabûl edeceğim.. " buyurdu.(251)


    d) Barış Müzakereleri

    Bu
    sırada Huzâa kabîlesi reisi Büdeyl çıkageldi. Kureyşin, Müslümanları
    Mekke'ye sokmamak için müşrik kabilelerle anlaştığını ve savaş
    hazırlığı içinde olduklarını haber verdi.(252)

    Rasûlullah
    (s.a.s.) savaş maksadiyle değil, sâdece Kâbe'yi ziyâret için
    geldiklerini, daha önce yapılan savaşlarda Kureyş'in uğradığı kayıpları
    anlattı.

    -İsterlerse
    belirli bir süre onlarla barış yapalım. Benimle diğer kabîlelerin
    arasını serbest bıraksınlar, (karışmasınlar). Eğer ben üstün gelirde,
    Araplar İslâmiyeti kabûl ederlerse, Mekkeliler de isterlerse bu dine
    girebilirler. Şayet Araplar bana üstün gelirlerse, Kureyş savaş külfeti
    çekmeden istediğini elde etmiş olur. Aksi halde, Allah'a yemin ederim
    ki, O'nun yolunda ölünceye kadar onlarla savaşırım, Allah da yardımını
    gerçekleştirir, dinini üstün kılar, buyurdu.(253)

    Büdeyl,
    Rasûlullah (s.a.s.)'den duyduklarını Kureyş'e iletti. Kureyş ileri
    gelenleri de savaşa taraftar değildi. Sakif kabilesi reisi Tâifli
    Mes'ûd oğlu Urve'yi Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gönderdiler. Rasûlullah
    (s.a.s.) Büdeyl'e söylediklerini Urve'ye de anlattı. Urve hem Rasul-i
    Ekrem (s.a.s.)'le konuşuyor, hem de Müslümanların durumunu ve bütün
    davranışlarını dikkatle tâkip ediyordu. Dönüşünde gördüklerini özetle
    şöyle anlattı:

    -Bilirsiniz
    ki ben birçok devlet başkanını ziyâret ettim, Rum Kayseri, Fars
    Kisrâsı, Habeş Necâşi'sinin huzurunda elçi olarak bulundum. Yemin
    ederim ki, Müslümanların Muhammed (s.a.s.)'e gösterdikleri hürmet,
    sevgi ve bağlılığı bunların hiçbirinin sarayında görmedim... Sözlerini
    dikkatle dinliyorlar. Bir şey sorunca, alçak (hafif) sesle cevâp
    veriyorlar. İsteklerini derhal yerine getiriyorlar. Saygılarından
    yüzüne dikkatle bakamıyorlar. Abdestinden artan suyu bile,-teberrük
    için-aralarında paylaşıyorlar... Madem ki, bize barış teklif ediyor,
    kabûl edelim, dedi.

    Mekkeliler, Urve'nin sözlerinden hoşlanmadılar. Bir iki elçi daha gidip geldi, fakat hiç bir sonuca varılamadı.

    Rasûlullah
    (s.a.s.), Kureyş'ten gelen eçilerle sonuca ulaşılamadığını gördü.
    Kureyş'le görüşmek üzere Hz.Ömer'i Mekke'ye göndermeyi düşündü. Ömer:

    -Yâ
    Rasûlallah, Mekkeliler benim kendilerine olan düşmanlığımı bilirler,
    himâyesine sığınabileceğim bir yakınım da yok. Osman'ın Mekke'de
    akrabası çok, Ebû Süfyân ile amcazâde. Osman bu işi benden daha iyi
    başarır, dedi.

    Hz.
    Osman Mekke'ye gitti. Ebû Süfyân ve diğer Kureyş ileri gelenleriyle
    görüştü. Maksatlarının sâdece Kâbe'yi ziyâret olduğunu anlattı.
    Mekkeliler:

    -Hepinizi
    Mekke'ye bırakırsak, Araplar, "Kureyş Müslümanlardan korktu," derler.
    Fakat istersen Kâbe'yi sen tavâf et, hepiniz birden olmaz, dediler. Hz.
    Osman, Kâbe'yi Müslümanlardan ayrı olarak ziyâret etmeği kabûl etmedi.

    -Rasûlullah
    (s.a.s.) tavâf etmedikce, ben de etmem, diyerek tekliflerini reddetti.
    O'nun bu davranışı Mekkelileri kızdırdı, göz hapsine aldılar ve
    dönmesine izin vermediler.


    2- RIDVÂN BÎATI:

    "Allah,
    mü'minlerden ağacın altında sana bîat ederlerken hoşnud
    olmuştur.Gönüllerindekini bilerek onlara güvenlik vermiş, onlara yakın
    bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahşetmiştir."

    (el-Fetih Sûresi, 18-19)


    Hz.
    Osman'ın gecikmesi, Müslümanları telâşlandırdı. Öldürüleceğine dâir
    söylentiler çıktı. Böyle bir ihtimâle karşı Resûlullah (s.a.s.) gereken
    tedbirleri aldı. Müslümanları Allah yolunda yapacakları savaşta,
    canlarını fedâ etmekten çekinmeyeceklerine dâir, kendisine bîat etmeğe
    çağırdı. "Artık bunlarla vuruşmadan buradan ayrılamayız," buyurdu.

    İlk
    biat eden Ebû Sinan el-Esedî oldu. "Rasûlullah (s.a.s.)'in gönlündeki
    muradı ne ise, onun gerçekleşmesi üzerine biat ediyorum." dedi.

    Hudeybiye'de
    bodur bir ağacın aldında,(254) bütün Müslümanlar sırayla Rasûlullah
    (s.a.s.)in ellerini tutarak bîat ettiler. Allah yolunda ölünceye kadar
    savaşmağa, düşmandan kaçmamaya söz verdiler. Hz. Peygamber (s.a.s.),
    Hz. Osman adına da bir elini diğeriyle tuttu, onu da böylece bîata
    kattı. Yalnızca Cedd b. Kays adlı münâfık, devesinin arkasında
    gizlendi, bîata katılmadı.

    Cenâb-ı
    Hak, Kur'an-ı Kerîm'de, Hudeybiye'de Rasûlullah (s.a.s.)'e bîat eden
    mü'minlerden hoşnud olduğunu bildirmiştir. (255) Bu sebeple, İslâm
    Târihinde bu bîata "Rıdvân Bîatı" adı verilmiştir.

    Müslümanların
    kararlılığını ve Rasûlullah (s.a.s.)'e bağlılıklarını gösteren bu
    bîatın Mekkeliler üzerindeki etkisi büyük oldu. Derhal Hz. Osman'ı
    serbest bıraktılar ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'le barış yapmak üzere Amr
    oğlu Süheyl başkanlığında bir hey'et gönderdiler.


    a) Barış Şartları

    Uzun müzâkere ve tartışmalardan sonra kabûl edilen barış şartları şunlardır:

    1- Müslümanlar bu sene Kâbe'yi ziyâret etmeden dönecekler, bir yıl sonra ziyâret edecekler.

    2-
    Müslümanlar Kâbe'yi ziyâret için geldiklerinde, Mekke'de üç günden çok
    kalmayacaklar ve yanlarında birer kılıçtan başka silah
    bulundurmayacaklar.

    3- Müslümanların Mekke'de bulunduğu günlerde, Kureyşliler Mekke dışına çıkacaklar, Müslümanlarla temâs etmeyecekler.

    4-
    Mekkelilerden biri Müslümanlara sığınırsa, Müslüman bile olsa, geri
    verilecek; fakat Müslümanlardan Mekkelilere sığınan olursa, geri
    istenmeyecek.

    5- Kureyş dışında kalan diğer kabileler, iki taraftan istediklerinin himâyesine girmekte ve anlaşma yapmakta serbest olacaklar.

    6- Bu anlaşma on yıl geçerli olacak, bu müddet içinde iki taraf arasında tecâvüz ve savaş olmayacak.


    b) Barış Anlaşmasının Yazılması

    Barış
    şartlarını Rasûlullah (s.a.s) Hz. Ali'ye yazdırdı.
    "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm. Bu anlaşma, Muhammed Rasûlullah ile
    Kureyş elçisi Süheyl arasında yapılmıştır." diye yazılmasına Süheyl
    itiraz etti.

    -
    "Rahmân" sözünü anlamıyoruz, ayrıca senin Rasûlullah olduğunu kabûl
    etseydik, bu anlaşmaya gerek yoktu "Bismike'llâhümme (Allah'ım, senin
    adınla). Bu anlaşma Abdullah'ın oğlu Muhammed ile Kureyş elçisi Süheyl
    arasında yapılmıştır." diye yazılmasını istedi.(256/1)

    -Rasûlullah
    (s.a.s) mutlaka barışı sağlamak istiyordu. Daha işin başında, "Allah'a
    yemin olsun ki Kureyş benden Cenab-ı Hakk'ın kutsal kıldığı şeylere
    hürmet kasdiyle her ne isterse, ne kadar ağır olursa olsun, isteklerini
    kabûl edeceğim," buyurmuştu. Bu sebeple, bütün bu ağır şartları kabûl
    etti.

    Fakat
    müslümalar son derece üzgündüler. Büyük bir ümit ve heyecanla
    gelmişlerdi. Oysa şimdi Kâbe'yi ziyâret edemeden döneceklerdi.

    Anlaşmanın
    yazılması henüz bitmişti ki, Süheyl'in oğlu Ebû Cendel, ayağındaki
    zinciri sürükleyerek çıkageldi. Babası onu Müslüman olduğu için,
    zincire vurarak hapsetmişti. Her nasılsa kurtulmuş, bin bir güçlükle
    Mekke'den kaçmış, Müslümanlara sığınmağa gelmişti.

    Süheyl
    oğlunun geri verilmesinde isrâr etti. Aksi halde anlaşmayı imzalamadan
    döneceğini söyledi. Bütün çabalara rağmen, inadından dönmedi. Barışın
    sağlanabilmesi için, Ebû Cendel'in müşriklere teslimi gerekiyordu.
    Çektiği işkenceleri ve acıklı hâlini anlatarak müşriklerin elinde
    bırakılmamasını isteyen Ebû Cendel'i Rasûlullah (s.a.s):

    -Ey Ebû Cendel, biraz daha sabret, pek yakında Yüce Rabbım sana ve senin gibilere kurtuluş yolunu açacaktır, diye teselli etti.


    c) Ashâbın Üzüntüsü

    Fakat
    bu son durum, artık Müslümanların üzüntülerini dayanılmaz hâle
    getirmişti. Hepsinin sinirleri gergindi. Hz. Ömer dayanamadı.
    Rasûlullah (s.a.s) 'ın huzuruna gelerek:

    -Sen
    Allah'ın Peygamberi değil misin? Bizim dinimiz hak değil mi? Neden bu
    zilleti kabûl ediyoruz, neden? diye söylendi. Hz. Peygamber (s.a.s):

    -Evet
    ben Allah'ın Peygamberiyim. Bu yaptığım işlerde Allah'a isyan etmiş de
    değilim. O, benim yardımcımdır, diye cevap verdi. Fakat Ömer'in üzüntü
    ve öfkesi devâm ediyordu.

    -Sen bize Kâbe'yi tavaf edeceğiz., demedin mi? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s):

    -Evet,
    dedim. Fakat bu sene ziyâret edeceğimizi söylemedim, Tekrâr ediyorum,
    Kâbe'yi hep beraber tavâf ve ziyaaret edeceğiz, buyurdu.(256/2)
    Anlaşmanın imzalanmasından sonra Rasûlullah (s.a.s) ashâbına:

    -Haydi,
    artık kurbanlarınızı kesiniz, sonra tıraş olup ihramdan çıkınız, emrini
    üç defa tekrarladığı halde, hiç kimse yerinden kıpırdamamıştı.(257) Hz
    Peygamber (s.a.s), ashâbının bu ilgisizliğine üzülerek, eşi Ümmü
    Seleme'nin yanına gitti. Ümmü Seleme:

    -Yâ
    Rasûlallah, onlar üzüntülerinden ilgisiz görünüyorlar. Siz kimseyle
    konuşmadan kendiniz kurbanınızı kesin, tıraş olun. Onlar size
    uyacaklardır, dedi.

    Ashâb,
    Hz. Peygamber (s.a.s) 'in kurbanını kesip tıraş olduğunu görünce, hemen
    onlar da kurbanlarını kesip, birbirlerini tıraş etmeğe başladılar.(258)


    d) Hudeybiye Barışı Aslında Zaferdi.

    Hudeybiye
    Barışı'nın hemen bütün şartları, Müslümanların aleyhine görünüyordu.
    Fakat barışın Müslümanların yararına ve sonucun lehlerine olacağını
    Rasûlullah (s.a.s) biliyordu. Bu sebeple,barışı sağlamak için,
    aleyhlerinde görünen en ağır şartları kabûl etmişti.

    Rasûlullah
    (s.a.s) barış anlaşmasının imzalanmasından üç gün sonra Medine'ye
    döndü. Böylece Müslümanlar Hudeybiye'de 19-20 gün kalmış oldular.

    Dönüşte
    yolda "Fetih Sûresi" indi, Cenâb- Hakk Hudeybiye anlaşmasının
    Müslümanlar için zillet ve yenilgi değil, aksine zafer olduğunu
    bildiriyordu.(259)

    Gerçekten
    Hudeybiye anlaşması, Müslümanlığın Medine dışında yayılmasına bir
    başlangıç oldu. Mekkeliler o zamana kadar müslümanlara, dağılıp yok
    olmağa mahkûm, derme-çatma bir toplululk gözü ile bakıyorlardı. Bu
    anlaşma ile Müslümanları bir devlet olarak tanımış oldular.

    Anlaşmadan
    sonra Müslümanlarla müşrikler arasında görüşme ve temâslar arttı. Hz.
    Peygamber (s.a.s) İslâm'ı serbestçe yaymağa başladı. Hudeybiye
    musâlahasından Mekke'nin fethine kadar geçen 21 aylık devrede Müslüman
    olanların sayısı, İslâm'ın doğuşundan, Hudeybiye Barışına kadar geçen
    19 yılda Müslüman olanların sayısından kat kat fazla oldu. Hayber'in ve
    Mekke'nin fethi gibi zaferler, Hudeybiye musâlahasını takibetti. Dört
    yıl sonra, Rasûlullah (s.a.s)'ın vefâtında Müslümanlık bütün Arab
    yarımadasına yayılmış bulunuyordu.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:20

    e) Barış Şartlarının Müslümanlar Lehine Dönmesi

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.) anlaşmaya bağlı kaldı. Mekkeliler istemedikçe, hiç
    bir hükmünü tek taraflı kaldırmadı. Kısa bir süre sonra, Kureyş'le
    aralarında anlaşma bulunan Sakîf kabîlesinden Ebû Basîr adında biri,
    Medine'ye gelip Müslümanlara sığındı. Ebû Basîr de Ebû Cendel gibi
    işkence gören Müslümanlardandı. Mekkeliler, arkasından hemen iki kişi
    gönderip Ebû Basîr'in iâdesini istediler. Rasûlullah (s.a.s):

    -Ey
    Ebû Basîr, biliyorsun ki, biz Kureyşle bir sözleşme yaptık, ahdimizi
    bozamayız. Biraz daha sabret, Rabb'ım yakında bir kurtuluş yolu
    açacaktır, diyerek Ebû Basîr'i Kureyşlilere teslim etti.

    Ebû
    Basîr, Mekke'ye ölüme götürüldüğünü biliyordu. Bu sebeple, bu adamların
    elinden kurtulması gerekiyordu. Yolda, Zülhuleyfe'de(260) yemek için
    oturdular. Ebû Basîr, bunlara saf ve samîmî göründü. Bir ara:

    -Kılıcın
    ne kadar da güzelmiş, bakmama müsaade eder misin? diyerek, birinin
    elinden kılıcı aldı, hemen üzerine atılıp onu öldürdü; diğeri ise kaçıp
    kurtuldu.

    Ebû Basîr öldürdüğü Kureyşlinin atına bindi, silahını kuşandı, tekrar Medine'ye döndü. Rasûlullah (s.a.s)'ın huzuruna çıkıp:

    -"Ey
    Allah'ın Rasûlü, siz sözünüzü yerine getirdiniz. Beni onlara teslim
    ettiniz. Fakat Allah beni kurtardı, dedi. Hz. Peygamber (s.a.s) ona
    anlaşma şartlarına göre Medine'de kalmasının mümkün olmadığını anlattı.
    Ebû Basîr Medine'den çıktı. Mekke'ye dönemezdi. Medine'de kalamıyordu.
    Deniz kıyısında, Mekke- Şam yolu üzerinde "İys" denilen bir yere
    yerleşti. Mekke'de Müslümanlıklarını gizleyenler ve işkence görenler,
    birer, ikişer kaçıp, Ebû Basîr'in yanında toplandılar. Ebû Cendel de
    kaçıp buraya geldi. Kısa zamanda sayıları 70'e yükseldi, daha sonra 300
    oldular. Mekkelilerin Şam ticâretini önleyecek bir kuvvet hâline
    geldiler.

    Ebû
    Basîr'in yanında toplananlar, Hudeybiye anlaşması hükümlerine bağlı
    değildiler. Kureyşin Şam ticâret yolu tehlikeye girmişti. Mekkeliler
    telâşlandılar. Anlaşmanın, Medine'ye sığınan Mekkelilerin geri
    verilmesiyle ilgili maddesini hükümsüz saymaktan başka çâre yoktu.
    Baskı ile Müslümanlığın önlenemeyeceğini anladılar. Hemen, Hz Peygamber
    (s.a.s)'e Ebû Süfyan'ı elçi olarak gönderip, bu maddenin kaldırılmasını
    ve Mekke'den kaçan bütün Müslümanların Medine'ye kabûlünü istediler.
    Anlaşma yapılırken en çok ısrar gösterdikleri bu madde, gene onların
    isteğiyle kaldırılmış oldu.

    Peygamber
    (s.a.s.), Ebû Basîr ve arkadaşlarını Medine'ye çağırdı. Bu sırada Ebû
    Basîr ölüm yatağında idi. Vefât edince orada defnettiler. Arkadaşlarını
    Ebû Cendel toplayıp Medine'ye götürdü. Böylece Kureyşin Şam ticâret
    yolu açıldı. Müslümanlar da anlaşmanın en ağır hükmünden kurtulmuş
    oldular.

    Hudeybiye
    Barışı 2 yıl devâm etti. Anlaşmayı Kureyş bozdu. İki yıl sonra Mekke,
    Müslümanlar tarafından fethedildi. (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.)


    3- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN ÜMMÜ HABÎBE'YLE EVLENMESİ

    Ümmü
    Habîbe Ebû Süfyân'ın kızıdır. Mekke Devrinde Müslüman olmuş ve kocası
    Ubeydullah b. Cahş'la birlikte Habeşistan'a hicret eden ikinci kafileye
    katılmıştı. Alkolik bir adam olan kocası, Habeşistan'da Hristiyan oldu.
    Ümmü Habîbe Müslümanlıkta sebât edip kocasından ayrıldı. Bu yüzden,
    yabancı bir ülkede kimsesiz ve himâyesiz kaldı. Henüz müşrik olan
    babasının yanına da dönemezdi.

    Rasûlullah
    (s.a.s), Hicretin 6'ıncı yılı Habeşistan'a bir elçi gönderdi. Habeş
    Necâşi'sini vekil yaparak Ümmü Habîbe'yi nikâhladı.(261) Nikâh
    merâsiminde Câfer Tayyar ve diğer Müslümanlar da bulundu. Nikâhtan
    sonra Necâşi Ümmü Habîbe'yi Medine'ye gönderdi. Bu evlilikten önce şu
    âyet inmişti:

    "Allah'ın, sizinle düşmanlık gösterdiğiniz kimseler arasında dostluk ve sevgi yaratması mümkündür." (el-Mümtehine Sûresi,7)

    Gerçekten bu evlilikten sonra Ebû Süfyân'ın, Hz. Peygamber (s.a.s)'e olan düşmanlığında bir yumuşama başlamıştır.




    (245)
    "Andolsun ki, Allah peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik
    etmiştir. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve
    saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan, Mescid-i Haram'a
    gireceksiniz.." (el-Fetih Sûresi, 27)

    (246)
    Medine civârındaki henüz Müslüman olmayan Müzeyne, Cüheyne, Gıfâr,
    Eslem, Eşca', gibi kabileler de birlikte Kâbe'yi ziyâret için dâvet
    edilmişlerse de, bunlar Kureyş'ten çekindikleri için, Müslümanlara
    katılmadılar. (Tecrid Tercemesi, 8/177, 1164 numaralı hadisin izâhı)

    (247) el-Buhârî, 5/62-63; Tecrid Tercemesi, 8/ 264 (Hadis No: 1599)

    (248) O devirde, çölde yırtıcı hayvanlara ve çapulculara karşı her yolcunun bir kılıç bulundurması âdet ve zarûri idi.

    (249)
    Umre, ihrâmlı olarak Kâbe'yi tavâf ve ziyâret etmek, Safâ ile Merve
    arasında Sa'y yaptıktan sonra tıraş olarak ihramdan çıkmaktan
    ibârettir. Umre için belirli bir zaman yoktur, her zaman yapılabilir.
    Hac ise belirli zamanda (ancak hac mevsiminde) yapılır.

    (250)
    Hudeybiye, Medine'ye 9 konak, Mekke'ye ise 1 günlük mesâfede küçük bir
    köydür. Adını, buradaki aynı adı taşıyan bir kuyudan almıştır. (Tecrid
    Tercemesi, 10/258)

    (251)
    Bkz. el-Buhârî, 3/178; Tercid Tercemesi, 8/178 (Hadis No: 1164)
    Müslümanların indiği yerdeki "Samed" adlı kuyuda çok az su vardı.
    Herkes almaya başlayınca, bir anda suyu tükeniverdi. Susuzluktan
    şikâyet başladı. Rasûlüllah (s.a.s.) ok torbasından çıkardığı bir oku,
    kuyunun dibine koymalarını emretti. Artık oradan ayrılıncaya kadar su
    sıkıntısı çekmediler. (bkz. el-Buhârî 3/178 ve 5/62; Tecrid Ter. 8/179
    Hadis No: 1164 ve 10/261 Hadis No:1598)

    (252)
    Huzâa kabîlesiyle, Hâşimoğulları arasında câhiliyyet devrinde dostluk
    vardı. Huzâalılar bu dostluğu İslâmdan sonra da devâm ettirdiler.
    Müslüman olsun müşrik olsun, bütün Huzâalılar, Mekke'de olup biteni
    Rasûlüllah (s.a.s. )'den gizlemezler, gizlice O'na bildirirlerdi.

    (253) Bkz. el-Buhârî, 3/79; Tecrid Tercemesi, 8/181 (Hadis No: 1164)

    (254)
    Bu ağaç, müslümanlar arasında zamanla kutsal sayılabilir, düşüncesiyle
    halifeliği sırasında Hz. Ömer'in emriyle kesilmiştir. (Tecrid Ter.,
    10/260)

    (255) el-Feth Sûresi, 18

    (256/1) Bkz. Tecrid Tercemesi, 8/136-141 (Hadis No: 1158)

    (256/2)
    Hz. Ömer, daha sonra Rasûlüllah (s.a.s.) 'e karşı saygısız davrandım
    diye bu sözlerinden pişmanlık duymuştur. (el-Buhârî, 5/67; Tecrid
    Tercemesi, 10/267; Asr-ı Saâdet, 1/427)

    (257)
    Rasûlüllah (s.a.s.)'in emrini ashâbın hemen yerine getirmemesi,
    muhâlefet için değildi. Şartları ağır olan bu anlaşmanın vahiy ile
    kaldırılacağını, böylece Kâbe'yi ziyâret edebileceklerini ümit
    ediyorlardı.

    (258) İslâm bilginleri bu olaydan, fiilî sünnetin, kavlî (sözlü) sünnetden daha kuvvetli olduğu sonucuna varmışlardır.

    (259) (Ey Muhammed, Hudeybiye anlaşmasıyla) Biz sana apaçık bir fetih (zafer) verdik. (el-Fetih Sûresi, 1)

    (260)
    Zülhuleyfe Medine'ye bir konak, yaklaşık 10 km. mesâfede bir yerdir.
    Medineliler ve Medine'ye uğrayarak hac veye umre için Mekke'ye gidenler
    ihrama burada girerler. Şimdi bu yere "Abâr-ı Ali" denilmektedir.

    (261) Zâdü'l-Meâd, 2/120


    VII-HİCRETİN YEDİNCİ YILI

    1- İSLÂMA DAVET İÇİN ELÇİLER GÖNDERİLMESİ


    "Ya
    Muhamed! De ki; doğrusu ben, göklerin ve yerin yegâne mâliki,
    kendisinden başka ilâh olmayan; dirilten ve öldüren Allah'ın hepiniz
    için gönderdiği peygamberiyim..."

    (el-A'raf Sûresi, 158)

    Hz.
    Muhammed (s.a.s), daha önceki peygamberler gibi, sâdece Arapların veya
    belli bir toplumun peygamberi değildir. O'nun peygamberliği umûmîdir.
    Kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara peygamber ve âlemlere rahmet
    olmak üzere gönderilmiştir.(262) Bu sebeple İslâm'ı her tarafa yayması,
    peygamberliğini bütün dünyaya duyurması gerekiyordu. Fakat şimdiye
    kadar Mekke müşrikleri buna imkân vermemişlerdi.

    Hudeybiye
    Anlaşmasıyle iki taraf arasında barış ve güvenlik sağlandı. Artık,
    Müslümanlığın yayılması için herkese ve her tarafa duyurma zamanı
    gelmişti. Rasûlullah (s.a.s) Hudeybiye'den dönünce bu konuyu ashâbıyle
    istişâre etti. Büyük ve komşu devletlerin hükümdarlarıyla bazı Arap
    beyliklerine mektup ve elçi gönderilmesi kararlaştırıldı. Kaşında
    "Muhammed Rasûlullah" yazılı gümüş bir yüzük yaptırıldı, mektuplar
    bununla mühürlendi.(263)


    Elçiler ve Gönderildikleri Hükümdarlar

    Bizans
    Kayser'i Hirakliyus'a, Halîfe oğlu Dihyetü'l-Kelbî; İran Kisrâ'sı
    Hüsrev Perviz'e, Huzâfe oğlu Abdullah; Habeşistan Necâşisi Ashame'ye,
    Ümeyye oğlu Amr; Mısır (İskenderiyye) Mukavkısı Çüreyc'e, Ebû Beltea
    oğlu Hâtıb; Gassan Emîri Hâris b. Ebî Şemmer'e, Vehb oğlu Şuca'; Yemâme
    Emîri Hevze b.Ali'ye de Amr oğlu Salît elçi olarak mektup
    götürdüler.(264)


    2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'İN HÜKÜMDARLARA YAZDIRDIĞI MEKTUPLAR

    a) Bizans Kayseri'ne Gönderilen Mektup

    "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahim...
    Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den, Rum'un büyüğü Hirakl'e.
    Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun. Bundan sonra: Ben seni İslâm'a ve
    onu yayma hizmetine dâvet ediyorum. Müslüman ol ki, selâmete eresin,
    Allah da sana ecrini iki kat versin. Eğer kabûl etmezsen, halkının
    vebâli senin boynundadır."

    "Ey
    Ehl-i Kitab! Bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin: Ancak
    Allah'a kulluk edelim. O'na kullukta hiç bir şeyi ortak yapmayalım.
    Allah'ı bırakıp bir kısmınız diğer kısmınızı Rab edinmesin. Eğer yüz
    cevirirlerse, 'şâhid olun, biz Müslümanız' deyin" (Âl-i İmrân Sûresi,
    64).(265)

    Dihye,
    Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu Hirakl'e götürdüğü zaman Hirakl
    Kudüs'te bulunuyordu. Elçiyi iyi karşıladı. Rasûlullah (s.a.s) hakkında
    bilgi edinmek için, bölgede bulunan Arap tâcirlerinin huzûruna
    getirilmesini emretti.

    Mekke'den
    bir ticâret kafilesi o sırada bu bölgede bulunuyordu. Kafilede
    Kureyş'in reisi Ebû Süfyân da vardı. Ebû Süfyan ve arkadaşları
    getirildiğinde, Bizans'ın ileri gelen din ve devlet adamları,
    piskoposlar, papazlar İmparator Hirakl'in etrâfında sıralanmışlardı.
    Kayser tercüman vâsıtasiyle:

    -Peygamberlik davasında bulunan bu zâta, içinizde soyca en yakın olan kim? diye sordu. Ebû Süfyân:

    -Burada
    nesebce O'na en yakın benim, diye ilerledi. Kayser Ebû Süfyân'ı
    arkadaşlarının önüne oturttu. Sorularıma doğru cevâp vermezse, siz
    düzeltin, dedi. Sonra İmparator ile Ebû Süfyân arasında şu konuşma
    geçti:

    -İçinizde Muhammed (s.a.s.)'in soyu nasıldır?

    -Asil bir soydandır.

    -Memleketinizde ondan önce Peygamberlik davasında bulunan oldu mu?

    -Hayır.

    -Sülâlesinde hükümdar var mı?

    -Hayır.

    -O'nun dinine girenler halkın eşrâfı mı, zayıfları mı?

    -Çoğunlukla fakir ve zayıf kimseler.

    -O'na uyanlar gün geçtikce çoğalıyor mu, azalıyor mu?

    -Çoğalıyor.

    -Dinine girdikten sonra, beğenmeyip ayrılanlar oldu mu?

    -Olmadı.

    -Daha önce yalan söylediği olur muydu?

    -Aslâ olmazdı.

    -Hiç sözünde durmadığı oldu mu?

    -Olmadı, ancak şimdi biz onunla barış yaptık. Bu müddet içinde nasıl davranacağını bilmiyoruz.

    -O'nunla hiç savaştınız mı?

    -Evet savaştık.

    -Netice ne oldu ?

    -Bazan biz, bazan O kazandı.

    -Size ne emrediyor?

    -Yalnız
    Allah'a kuluk edin, O'na hiç bir şeyi ortak yapmayın, dedelerinizin
    taptığı putları bırakın, diyor. Namaz kılmayı, doğru ve iffetli olmayı,
    akrabalık bağını kesmemeyi emrediyor.

    Bundan sonra imparator sözlerine şöyle devam etti:

    Nesebce
    asîl olduğunu söylediniz. Peygamberler dâima asil soydan gelmiştir.
    İçinizden daha önce böyle bir davada bulunan olmadığını anlattınız.
    O'halde eski bir davanın peşinde bir kişi sayılamaz. Soyunda hükümdar
    yoktur, dediniz. Bu durumda servet ve saltanat peşinde olduğu da
    söylenemez. Daha önce kesinlikle yalan söylemediğine şehâdet
    ediyorsunuz. İnsanlara yalan söylemeyen Allah'a karşı da yalan
    söylemez. O'na imân edenlerin çoğunlukla fakir ve zayıflar olduğunu
    ifade ettiniz. Peygamberlere ilk uyanlar dâima böyle olmuştur. O'na
    uyanların gün geçtikçe arttığını söylediniz. Hakk'a uyanlar azalmaz,
    dâima çağalır. Dinine girdikten sonra dönen hiç yok dediniz. İmân
    kalbde kökleşince çıkmaz. Sözünde durduğunu, kimseyi aldatmadığını
    itirâf ettiniz. Peygamberler kimseyi aldatmaz. Sizi ancak Allah'a
    kulluk etmeğe, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamağa dâvet ettiğini
    açıkladınız. Eğer bu söyledikleriniz doğru ise, ayaklarımın bastığı şu
    topraklar, yakında O'nun olacaktır. Ben bir peygamber geleceğini
    biliyordum ama, sizden çıkacağını sanmazdım. Eğer O'na ulaşabileceğimi
    bilsem, her zahmete katlanırdım. Yanında olsam, ayaklarını yıkar,
    hizmet ederdim. dedi. Sonra mektûbu okuttu.

    İmparatorun
    Ebû Süfyânla yaptığı konuşma, papazları kızdırmıştı. Mektup okununca
    salonda gürültü çoğaldı. İmparator işin kötüye varmasından korktu.
    Elçinin ve Arap tâcirlerin çıkmalarını istedi. Ben sizin dininize
    bağlılığınızın derecesini anlamak istemiştim, diyerek tutumunu
    değiştirdi.(266)

    Kayser
    Hirakl'in kalbinde iman kıvılcımı belirmişti. Dünya hırsı ve
    saltanatını kaybetme korkusu, bu kıvılcımı söndürdü. Fakat elçiye
    saygısız davranmadı, hediyeler vererek nezâketle geri çevirdi.


    b) İran Kisrâ'sına Gönderilen Mektup

    Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahim.
    Allah'ın kulu ve Peygamberi Muhammed (s.a.s.)'den Fars'ın ulusu
    Kisrâ'ya. Hidâyete uyanlara, Allah ve Rasûlüne imân edenlere, Allah'tan
    başka hiç bir ilah olmayıp O'nun bir tek olduğuna, ortağı ve benzeri
    bulunmadığına, Muhammed (s.a.s.) 'in O'nun kulu ve rasûlü olduğuna
    şehâdet edenlere selâm olsun. Ey Kisrâ! Seni Allah'ın dinine dâvet
    ediyorum. Çünkü ben, dirileri (Allah'ın azabıyla) uyarmak, kâfirler
    üzerine o söz (azab) hak olmak için, bütün insalara Peygamber
    gönderildim. Ey Kisrâ! müslüman ol ki selâmet bulasın. Eğer olmazsan,
    mecûsîlerin günâhı boynuna olsun.(267)

    Rasûlullah
    (s.a.s.), mektubun Kisrâ'ya verilmek üzere, Bahreyn emiri Münzir'e
    teslimini emretmişti. Bahreyn, o zaman İran'a bağlıydı. Münzir mektubu
    Kisrâ'ya götürdü. Kisrâ mektubu okuyunca yırtıp parçaladı. Rasûlullah
    (s.a.s.) bundan haberdar olunca:

    -Parça parça olsunlar, buyurdu.(268)

    Çok
    geçmeden Kisrâ Hüsrev Perviz, oğlu Şirvehy tarafından karnı deşilerek
    öldürüldü. Hz. Ömer'in halifeliği sırasında da Kisrâ'nın imparatorluğu
    parçalandı, Sâsâni Sülâlesi son buldu. Bütün İran toprakları
    Müslümanların eline geçti.


    c) Habeşistan Necâşisi'ne Gönderilen Mektup

    "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm.
    Allah'ın Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den Habeş Meliki Necâşî'ye. Ey Melik,
    Müslüman ol. Ben, kendisinden başka ilâh olmayan, Melik, Kuddûs, Selâm,
    Mü'min, Müheymin (gibi yüce sıfatlarla muttasıf) Allah'ın sana olan
    nimetlerinden dolayı mesrûrum, senin adına hamdediyorum.

    Şehâdet
    ederim ki, Meryem'in oğlu İsâ, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. O'nu hiç
    evlenmemiş, tertemiz ve çok iffetli bir hanım olan Meryem'e ilka etti.
    Böylece Meryem İsâ'ya hâmile oldu. Âdem'i (anasız-babasız) kudretiyle
    yarattığı gibi, İsâ'yı da (babasız) olarak ruhundan ve nefhinden
    yarattı.

    Ey
    Melik! Seni eşi ve benzeri olmayan tek bir Allah'a itâata, bana uymaya
    ve bana Allah'tan gelene imâna dâvet ediyorum. Çünkü ben Allah'ın
    Peygamberiyim. Seni ve askerlerini Allah'ın dinine çağırıyorum. Ben
    size tebliğ ve nasihat ettim. Nasihatımı kabûl edin. Selâm hidâyete
    uyanlara.(269)

    Habeşistan'a
    hicret etmiş olan müslümanlardan bir grup ile, Hz. Ali'nin ağabeyi
    Câfer Tayyar hâlâ dönmemişlerdi. Rasûlullah (s.a.s.) elçisi vâsıtasiyle
    bunların gönderilmesini ve Ümmü Habîbe'nin de zât-ı risâletlerine nikâh
    edilerek, gönlünün hoş edilmesini istemişti.

    Necâşi,
    Ümmü Habîbeyi Rasûlullah (s.a.s.)'e nikâhladı. Habeşistan'da bulunan
    Müslüman muhâcirleri gemiye bindirip gönderdi. Rasûl-i Ekrem'e bir
    mektup yazarak Müslüman olduğunu da bildiridi.


    Rasûlullah (s.a.s.)'e Habeş Necâşi'sinin Mektubu

    "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm,
    Allah'ın Rasûlü Mahammed (s.a.s.)'e Necâşi Ashame tarafından. Ey
    Allah'ın Peygamberi, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'ın selâmı,
    rahmet ve bereketi üzerine olsun.

    Ey
    Allah'ın Rasûlü, Hz. İsâ hakkındaki açıklamayı hâvi mektubunuz bana
    ulaştı. Göklerin ve yerin Rabbı olan Allah'a yemin ederim ki, Hz. İsa
    da, kendisiyle ilgili olarak, zikrettiğinizden ziyâde birşey
    söylememiştir. O'nun söyledikleri de, sizin buyurduğunuz gibidir. Bize
    tebliğ ettiğiniz şeyleri öğrendik. Amcanız oğlu (Câfer) ve
    arkadaşlarıyle tanıştık. Ben şehâdet ederim ki sen, Allah'ın geçmiş
    Peygamberleri tasdik eden, sözünde sâdık Rasûlüsün. Sana bîat ettim,
    (daha önce) amcanız oğluna bîat ederek, âlemlerin Rabb'ı Allah Teâla'ya
    imân edip Müslüman olmuştum.(270)


    d) Mısır Meliki Mukavkıs'a Gönderilen Mektup

    "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r�rahîm.
    Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den Kıbt milletinin büyüğü
    Mukavkıs'a. Selâm hidâyet yoluna uyanlara. Ben, seni İslâm Dini'ne
    dâvet ediyorum. Müslüman ol ki selâmete eresin, Allah da ecrini iki kat
    versin. Kabûl etmez, yüz çevirirsen, Kıbt milletinin günâhı boynuna
    olsun." (Mektup, Âl-i İmrân Sûresi'nin 64'üncü âyetiyle son
    bulmaktadır.(271)

    Mısır
    Mukavkısı Cüreyc, Rasûlullah (s.a.s.)'in elçisine hürmet gösterdi,
    fakat Müslüman olmadı. Elçiye bir mektup verdi, hediyelerle geri
    çevirdi.


    Rasûlullah (s.a.s.)'e Mısır Mukavkısı'nın Mektubu

    Bismi'llâhir'r-rahmâni'r-rahîm.
    Abdullah oğlu Muhammed (s.a.s.)'e, Kıbtın büyüğü Mukavkıs'tan, Selâm
    sana. Mektubunu okudum. Münderecâtını ve dâvetinizi anladım. Zuhûru
    beklenen bir peygamber kaldığını biliyordum. Fakat ben O'nun Şam'dan
    çıkacağını sanırdım. Elçinize ikram ettim. Size Kıbt milleti arasında
    mevkii yüksek iki câriye ile bir elbise ve binmeniz için de bir ester
    hediye gönderiyorum. Selâm sana muhterem Peygamber.(272)

    Bu
    câriyelerden Mâriye'yi Rasûlullah (s.a.s.) kendisi aldı. İbrahim
    adındaki oğlu bundan oldu. Kardeşi Şirin'i ise şâiri, Hassan b. Sâbit'e
    verdi. Düldül adı verilen beyaz estere de bindi.


    e)Yemâme Emiri Hevze'ye Gönderilen Mektup

    "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r�rahîm.
    Allah'ın Rasûlu Muhammed (s.a.s.)'den Ali oğlu Hevze'ye. Selâm hidâyet
    yolunda olanlara. Bil ki, Rabb'ım benim dinimi yakın bir zamanda,
    dünyanın en uzak ufuklarında parlatacak. Ey Hevze, Müslüman ol da
    selâmete er. Ben de idâren altındaki yerleri, senin idârende
    bırakayım.(273)

    Hrıstiyan olan Hevze, Müslüman olmadı. Rasûlullah (s.a.s.)'e yazdığı cevapta:

    -Beni
    dâvet ettiğin din çok güzel. Ancak Arablar benim yerime göz
    koymuşlardır. Beni veliahd yaparsan, sana tâbi olurum, dedi.
    Rasûllüllah (s.a.s.)'a Hevze'nin cevâbı okununca:

    -Bu
    adam ne söylüyor? Bu şartla O'na bir karış yerin idaresini bile
    bırakmam, buyurdu.(274) Hevze, Mekkenin fethinden sonra öldü. Çok
    geçmeden bu bölge Müslüman oldu.


    f) Gassân Emiri Hâris'e Gönderilen Mektup

    "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r�rahîm.
    Allah'ın Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den Ebû Şemmer oğlu Hâris'e. Selâm
    hidâyete uyan, bana imân edip nübüvvetimi tasdik edenler üzerine olsun.
    Seni, eşi ve benzeri olmayan tek bir Allah'a imân etmeğe dâvet
    ediyorum.Kabûl ettiğin takdirde, yerinde hümükdar olarak
    kalacaksın.(275)

    Hâris,
    Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu küstahca yere attı. Elçiye saygısız
    davrandı. Hatta, Bizans İmparatorundan Medine üzerine asker sevki
    istemiş, fakat Kayser reddetmişti. Elçi Şuca', Hâris'in davranışını
    arzedince Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

    -Allah mülkünü elinden alsın, buyurdu.

    Hâris, Mekke'nin fethi sırasında öldü. Ülkesi Hz. Ömer'in halifeliği sırasında İslâm sınırları içine girdi.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:21

    3- HAYBER'İN FETHİ (Muharrem 7 H./Mayıs 628 M.)


    a) Savaşın Sebebi

    Hayber
    Medine'nin kuzey-doğusunda, Suriye yolu üzerinde, Medine'ye 170 km.
    mesâfede büyük bir Yahûdî şehriydi. Yedi kalesi vardı. Hurmalıklarıyla
    meşhûr, münbit bir vâha'da kurulmuştu.

    Hayber,
    Müslümanlara karşı bir fesâd ocağı hâline gelmişti. Daha önce
    Medine'den çıkarılmış olan Yahûdîler de oraya yerleşmişlerdi.
    Müslümanlara karşı, müşrik bedevî Arabları harekete geçiren, Hendek
    Savaşını hazırlayan bunlardı. Hendek Savaşında, Benî Kurayza
    Yahûdîlerine, düşmanla işbirliği yaptıranlar da bunlar olmuştu.

    Rasûlullah
    (s.a.s.) Hayber ahalisiyle barış yapmak istiyordu. Hudeybiye'den
    döndükten sonra, Ravâha oğlu Abdullah'ı Hayber'e gönderdi. Fakat
    Yahûdîler barış teklifini kabûl etmediler. Onlar, komşuları Gatafan
    kabilesiyle birlikte Medine'yi basmak için hazırlanıyorlardı. Hudeybiye
    Barış Anlaşması'nın, Müslümanların aleyhine görünen maddeleri,onlara
    Müslümanları kuvvetsiz göstermişti. Münâfıklar da onları savaşa teşvik
    ediyorlardı.

    Gatafan
    kabîlesi, Müslümanlara karşı Yahûdîlerle birlikte hareket etmeyi kübûl
    etmişti. Düşman hazırlığını tamamlamadan harekete geçmek gerekiyordu.
    Rasûlullah (s.a.s.), ashâbına:

    -"Cihâdı
    isteyenler bizimle gelsin" diyerek Hayber üzerine yürüneceğini ilan
    etti. Hicretin 7'inci yılı Muharrem ayında 2000 atlı ve 1600 piyâde ile
    Medine'den çıktı. Harekâtını düşmana sezdirmeden, üç günde Raci'
    Vâdisi'ne ulaştı.(276) Burada ordugâhını kurdu. Böylece Gatafan
    kabîlesinden, Yahûdîlere gelecek yardımın yolunu kesmiş oldu.

    b) Hayber'in Kuşatılması

    Rasûlullah
    (s.a.s.) düşman üzerine gece vakti varırsa, hemen baskın yapmaz, sabahı
    beklerdi.(277) Bu sebeple geceyi Raci'de geçirdi. Sabah namazını
    kıldıktan sonra, Hayber üzerine yürüdü.

    Sabahleyin,
    kazma ve kürekleriyle işlerine gitmek üzere evlerinden çıkan Yahûdîler,
    karşılarında Müslüman ordusunu görünce şaşkınlıkla:

    -Muhammed, vallâhi Muhammed ve askeri... diye bağrıştılar (278), geri dönüp kalelerine kapandılar.

    Hayber'de
    hepsi de gayet sağlam 7 kale vardı. En kuvvetlisi ise Kamûs kalesiydi.
    Hepsinde de bol miktarda silah ve yiyecek vardı. Yahûdîler savaş için
    hazırlıklıydılar. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.s.)'in sulh teklifini kabûl
    etmediler.


    c) Son Kale ve Fethin tamamlanması

    Yirmi
    gün kadar devâm eden kuşatma ve savaş sonunda, bütün kaleler birer
    birer zaptedildi. Sadece Kamûs kalesi kaldı. Bu kalenin
    kumandanlığında, Arablarca bin cengâvere bedel sayılan meşhûr Yahûdî
    pehlivanı Merhab bulunuyordu. Her gün sıra ile ashabın ileri
    gelenlerinin komutasında yapılan hücumlardan bir sonuç alınamamıştı.
    Nihâyet Rasûlullah (s.a.s.) bir gün:

    -Yarın
    sancağı bir kişiye vereceğim ki, Allah Hayber'in fethini O'nun eliyle
    müyesser kılacak. O kişi Allah ve Rasûlünü sever, Allah ve Rasûlü de
    onu sever, buyurdu. Bu yüce şerefin kime nasib olacağı bilinmediğinden,
    herkes o gece ümitle sabahlamıştı. Hz. Ali'nin gözlerinde şiddetli bir
    ağrı vardı. Bu yüzden hiç kimsenin hatırından O geçmiyordu. Sabah
    olunca Hz. Peygamber (s.a.s.):

    -Ali nerede? Bana O'nu çağırın, buyurdu.

    -Yâ Rasûlallah, gözleri ağrıyor, dediler ve yederek huzuruna getirdiler.

    Rasûl-i
    Ekrem (s.a.s.) duâ edip üfledi. Hz. Ali'nin gözleri derhal iyileşti,
    sanki hiç ağrımamış gibi oldu. Sonra sancağı O'na verdi.(279)

    Hz. Ali, Yahûdîleri önce İslâm'a çağırdı; kabûl etmediler. Sulh teklifine de yanaşmayıp, savaşa devâm ettiler.

    İlk
    önce Merhab kaleden çıktı. Kahramanlık şiirleri söyleyerek meydan
    okudu. Karşısına çıkacak er diledi. O'na karşı bizzât Hz. Ali çıktı,
    kahramanca dövüşerek bu güçlü Yahûdîyi yere serdi. Merhab öldürülünce,
    Yahûdîler fazla dayanamadılar. Ümitsizliğe düşüp kaleyi teslim ettiler.
    Böylece Hayber feth edildi; Hz. Ali de Hayber Fâtihi oldu. Savaş
    sırasında Yahûdîlerden 93 kişi ölmüştü, Müslümanlar ise 15 şehit
    vermişlerdi.


    d) Hayber Arâzisi

    Savaş
    sonunda Hayber arâzisi, Müslümanların eline geçti. Ancak Yahûdîler, bu
    topraklarda yarıcı olarak çalışmak istediler; istekleri kabûl edildi.
    Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) her yıl mahsûl zamanı Ravâhaoğlu
    Abdullah'ı Hayber'e gönderirdi. Abdullah da mahsûlü iki eşit kısma
    böler, yarısını Yahûdîlere bırakır, diğer yarısını da Medine'ye
    götürürdü.

    Yahûdîler, Hz. Ömer'in hilâfeti zamanına kadar yerlerinde kaldılar. Hz. Ömer'in hilâfetinde, Arabistan dışına çıkarıldılar.


    e) Hz. Peygamber (s.a.s.)'i Zehirleme Teşebbüsü

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.) fetihden sonra Hayber'de bir kaç gün daha kaldı.
    Yahûdîler gördükleri insânî muâmeleye rağmen, hâince davranışlarından
    vazgeçmediler. Rasûlullah (s.a.s)'e suikast yapmayı plânladılar.

    Yahûdî
    reislerinden Hâris kızı Zeynep, bir ziyâfet hazırladı. Rasûlullah
    (s.a.s.)'i de bazı arkadaşlarıyla birlikte yemeğe dâvet etti. Fakat
    sofraya konulan koyun eti zehirliydi.

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.) durumu ilk lokmada anladı, çiğnediği parçayı
    ağzından çıkardı; ashâbına da yememelerini emretti. Fakat, Berâ oğlu
    Bişr bir kaç lokma yemişti. Rasulüllah (s.a.s.) bunu niçin yaptıklarını
    Yahûdîlere sorduğunda:

    -Eğer
    yalancı isen, senden kurtuluruz, şayet hak peygamber isen, sana zarar
    vermez.. diye düşündük, diye, güya akıllıca bir cevap verdiler.(280)

    Zeynep de suçunu inkâr etmedi.

    -Babam,
    amcam, kocam ve kardeşlerim, hepsi savaşta öldüler. İntikam için
    yaptım, dedi. Rasûlullah (s.a.s.) şahsına karşı işlenen suçları
    affederdi. Bu sebeple Zeynep'i cezâlandırmadı. Ancak çok geçmeden
    zehirli etten yiyen Bişr ölünce, Zeynep de kısâs edilerek
    öldürülmüştür.(281)


    4- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN HZ. SAFİYYE İLE EVLENMESİ

    Hayber
    esirleri arasında, Benî Nadîr reisi Ahtab oğlu Huyey'in kızı Safiyye de
    vardı. Safiyye Hz. Harun'un neslinden olup, annesi de Benî Kurayza
    reisinin kızıydı. Hayber Yahûdîlerinin reisi Rabi' oğlu Kinâne ile
    evlenmişti. Kocası savaşta ölmüş, kendisi esir düşmüştü. Rasûl-i Ekrem
    (s.a.s.) O'nu Dihyetü'l-Kelbî'ye vermişti. Ashâb bunu uygun bulmadılar:


    -Hayber reisinin
    eşi Benî Kurayza ve Benî Nadîr'in en şerefli hanımının câriye olarak
    Dihye'ye verilmesi, Yahûdîler için son derece haysiyet kırıcı olur. Bu
    sebeple Safiyye'yi ancak sizin nikâhlamanız uygun olur, dediler.

    Rasulüllah
    (s.a.s.) Dihye'ye başka bir câriye verdi. Safiyye'yi azâd etti ve
    onunla evlendi.(282) Böylece O'nun haysiyet ve şerefini korudu.


    5- FEDEK VE VÂDİ'L-KURÂ'NIN ALINMASI

    Fedek,
    Medine'ye iki günlük mesâfede, akar suları ve hurmalıkları bol, zengin
    bir Yahûdî köyü idi. Rasûlullah (s.a.s.), Hayber'in muhâsarası devam
    ederken, Fedeklileri, İslâm'a dâvet için bir elçi gönderdi. Fedekliler,
    Müslümanlığı kabûl etmediler. Topraklarımız sizin olsun, biz burada
    Hayberliler gibi, yarıcı olarak çalışalım, dediler. İstekleri kabûl
    edildi.

    Vâdi'l-Kurâ
    ise, Hayber'le Medine arasında bir çok Yahûdî köyünün bulunduğu bir
    vâdi idi. Buradaki Yahûdîler de çevredeki Arap kabîleleriyle anlaşarak,
    Müslümanlarla savaş için hazırlanıyorlardı. Rasûlullah (s.a.s.)

    Hayberden
    dönerken buraya uğrayıp onları da İslâm'a dâvet etti, kabûl etmediler,
    Müslümanlara ok yağdırarak savaşı başlattılar. Dört gün süren çarpışma
    sonrasında yenik düştüler. Hayber gibi, elde edecekleri mahsûlün yarısı
    kendilerinin olmak üzere, yerlerinde bırakıldılar.

    Devâmlı Müslümanlara düşmanlık besleyen Yahûdîlerin işi böylece tamamlanmış oldu. Müslümanlar Safer ayında Medine'ye döndüler.


    Ele Geçen Arâzi

    Müslümanların,
    düşmandan (kâfirlerden) savaşarak aldıkları mallara "ganimet" denir.
    Ganimet malların, beşte dördü savaşa katılan mücâhidlere paylaştırılır.
    Beşte biri ise beytü'l-mâl'e (Devlet Hazinesine) bırakılır.(283)
    Düşmandan (Kâfirlerden) savaşmadan barış ve anlaşma yolu ile elde
    edilen mallara ise "fey" adı verilir. Fey'in tamamı beyt'ül mâl'e
    aittir. (284) Rasûlullah (s.a.s.) hayatta iken, Beytü'l-mâle âit
    malların tasarrufu O'na âitti.

    Bu
    sebeple savaşsız ele geçen Fedek arazisinin tamamı ile Hayber ve
    Vâdi'l-Kurâ topraklarının beşte biri Rasûlullah (s.a.s.)'ın emrine
    ayrıldı. Beni Nadîr arâzisi de, daha önce böyle olmuştu.(285) Hayber ve
    Vâdi'l-Kurâ'nın kalan arâzîsi, mücâhidlere verildi.


    6- HABEŞİSTAN GÖÇMENLERİNİN DÖNÜŞÜ

    Habeşistan'a
    hicret etmiş bulunan Müslümanların 16 kişilik son kafilesi de,
    Hayber'in fethi sırasında döndü.(286) Başlarında Hz. Ali'nin kardeşi
    Câfer Tayyar vardı. Rasûlullah (s.a.s.) son derece memnun oldu.

    -Hangisine
    sevineceğimi bilemiyorum, Hayber'in fethine mi, yoksa Câfer'in gelişine
    mi? buyurdu.(287) Ganimetlerden onlara da hisse ayırdı.(288)


    7- KÂBE'Yİ ZİYARET (Umretü'l Kazâ)

    (Zilkade 7 H./Mart 629 M.)


    "Başladığınız hac ve umreyi Allah için tamamlayın"

    (el-Bakara Sûresi, 196)


    Hudeybiye
    anlaşmasına göre, Müslümanlar Kâbe'yi bir yıl sonra ziyâret
    edebileceklerdi. Anlaşma gereğince üç günden fazla Mekke'de
    kalamayacaklardı. Mekkeliler de bu esnâda, şehrin dışına
    çekileceklerdi.


    a) Bir Yıl Önce Edâ Edilemeyen Umre

    Anlaşma'dan
    bir yıl sonra, Rasûlullah (s.a.s.), Hudeybiye'de bulunan Müslümanların,
    bir yıl önce edâ edemedikleri Umre'yi kazâ etmek üzere hazırlanmalarını
    emretti. Hicretin 7'inci yılı zilkade ayında (Mart 629) Medine'den
    hareket edildi. Hudeybiye'de bulunmayanlardan da katılanlar olduğu
    için, Kâbe'yi ziyârete gidenlerin sayısı 2000'i geçti.

    Müşrikler,
    Müslümanların geldiğini duyunca Mekke'yi boşalttılar. Şehri çevreleyen
    yüksek tepelere kurdukları çadırlardan, Müslümanları merakla izlediler.


    Müslümanların
    Mekke'ye girişleri çok heyecanlı oldu. Hz. Peygamber (s.a.s.) devesi
    Kasva üzerinde ilerliyor, hep birden yüksek sesle, "Lebbeyk, Allahümme
    lebbeyk...."(289) diye telbiye söylüyorlardı. Uzaktan Kâbe görülünce
    "Allâhü Ekber, Allâhü Ekber, Lâilâhe illallâhü vallâhü ekber..."(290)
    diye tekbir getirmeğe başladılar. Yıllardan beri hasretini çektikleri
    Kâbe, işte şimdi karşılarındaydı. Özellikle muhâcirler, yedi yıllık bir
    ayrılıştan sonra doğup büyüdükleri kutsal beldeye girerken ayrı bir
    heyecân duyuyorlardı.

    Kâbe, usûlüne göre tavâf edildi, etrafı yedi defa dolaşıldı. (291) Safâ ve Merve tepeleri arasında sa'y yapıldı.(292)

    Müşriklerin ileri gelenleri, Dâru'n-nedve önünde toplanmışlar, Müslümanları seyrediyorlardı. Aralarında:

    -Medine'nin humması bunları zayıf düşürmüş.. diye konuşuyorlardı.

    Rasûlullah (s.a.s.)

    Müslümanların
    zayıf ve güçsüz olmadıklarını göstermek istedi. Sağ kolunu ihramın
    dışında tutup bâzûsunu şişirdi. Tavafın ilk üç şavtını kısa adımlarla
    koşarak yaptı. Ashâbına da böyle yapmalarını emretti.(293) "Bu gün
    kendini onlara kuvvetli gösterene Allah rahmet etsin" buyurdu.

    Ertesi
    gün peygamber (s.a.s.) Efendimiz Kâbe'ye girdi. Öğle vaktine kadar
    orada kaldı. Kâbe hâlâ putlarla doluydu. Habeşli Bilal, Kâbe'nin damına
    çıkarak öğle ezanını okudu. Mekke ufukları "Allahü Ekber" sedâlarıyla
    çınladı. Rasûlullah (s.a.s.)'ın arkasında, cemâatle namazlarını
    kıldılar.

    Daha
    sonra Müslümanlar tıraş olarak ihramdan çıktılar. Bir sene önce eda
    edemedikleri umreyi kazâ etmiş oldular Rasûlullah (s.a.s.)'in rüyâsı ve
    ashabına müjdesi de böylece gerçekleşmiş oldu. Bu sebeple, Hicretten
    sonra, müslümanların bu ilk Kâbe ziyâretine "Umretü'l-Kazâ (Kazâ
    Umresi) adı verilmiştir


    b) Kazâ Umresi'nin Mekkeliler Üzerindeki Tesirleri

    Müslümanlar,
    Hudeybiye Anlaşması uyarınca üç gün Mekke'de kaldıktan sonra, Medine'ye
    döndüler. Bu esnâda, müşrikler, uzaktan uzağa Müslümanların bütün
    hallerini, davranışlarını merakla ve dikkatle izlediler. Son derece
    kibâr ve nâzik,huzûr ve sükûn içinde kardeşçe geçinen insanlar
    olduklarını gördüler. Ne içki içip sarhoş olan, ne başkasına saygısız
    davranan var. Hepsi edepli, tertemiz, üstün ahlâklı insanlar. Topluca
    ibâdet ediyorlar, oturup sohbet ediyorlar, birbirlerini sevip
    sayıyorlar, kimseye kötülük etmiyorlar, dâima Allah'a itâat içinde
    bulunuyorlar.. Evet, bunlar ne iyi insanlar.

    Müslümanların
    üstün meziyetleri, örnek davranış ve yaşayışları, Mekkeliler üzerinde
    büyük tesirler meydana getirdi. Müslümanlık hakkındaki düşünceleri
    değişmeye başladı. İçlerinde Müslüman olma arzusu belirenler bile oldu.
    Kureyş'in ileri gelenlerinden Velîd oğlu Hâlid, Âs oğlu Amr,Talha oğlu
    Osman bunlardandı.


    8- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN MEYMÛNE İLE EVLENMESİ

    Hz.
    Meymûne, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin amcası Abbâs'ın eşi
    Ümmü'l-Fadl'ın kız kardeşidir. Hâris el-Hilâliye'nin kızıdır. Önce Amr
    oğlu Mes'ûd ile evlenmiş, sonra Adüluzza oğlu Ebû Rahm'in eşi iken dul
    kalmıştı. Rasûllüllah (s.a.s.)'ın eşleri arasında bulunmak en büyük
    emeliydi. Bu yüzden, külfetsiz ve mehirsiz olarak Rasûl-i Ekrem
    (s.a.s.)'in kendisini nikâhlamasını istiyordu.(294) Hz. Abbâs, dul
    baldızının isteğini Rasûlullah (s.a.s.)'a iletti. Peygamber (s.a.s.)
    Efendimiz, şeref ve asâletine hürmet ederek, Hz. Meymûne'nin teklifini
    kabûl buyurdu. Kaza Umresi esnâsında ihramlı iken nikah edip, ihrâmdan
    çıktıktan sonra zifâf oldu.(295)

    Hz.
    Meymûne, Rasûlullah (s.a.s.)'ın nikâhlandığı son eşidir. Hicretin
    51.'inci yılı, hac dönüşünde, Mekke'ye 6 mil mesâfede "Serif" denilen
    yerde vefât etmiştir.(296)


    Teyze Anne Yerindedir

    Hz.
    Hamza'nın küçük kızı Umâme, (veya Umâre) Mekke'de kalmıştı. Kazâ
    Umresi'nden Medine'ye dönerken, "amca, amca" diye Rasûlullah
    (s.a.s.)'in peşinden koştu. Hz. Ali onu kucaklayıp:

    -Al,
    amcamızın kızı, diyerek eşi Hz. Fâtıma'ya verdi. Medine'ye varınca Hz.
    Ali, Hz. Câfer Tayyar ve Zeyd b. Harise hepsi de çocuğun bakımının
    kendilerine verilmesini istemişlerdi. Câfer Tayyar'ın eşi
    Esmâ,Ümâme'nin teyzesiydi. Rasûlullah (s.a.s.):

    -Teyze, anne yerindedir, buyurdu ve çocuğun bakımını ona verdi.(297)


    (262)
    Bkz. el-Enbiyâ Sûresi, 107; Sebe' Sûresi, 28; el-A'raf Sûresi, 158;
    "Benden önceki peygamberler sadece kendi milletlerine gönderilmişti.
    Ben ise bütün insanlara, peygamber olarak gönderildim." (el-Buhârî,
    1/86 ve 1/113; Tecrid Tercemesi, 2/204 Hadis No:223)

    (263) el-Buhârî, 1/24; Tecrid Tercemesi, 1/62 (Hadis No: 59)

    Bu
    yüzük, Rasûlüllah (s.a.s.)'in vefâtından sonra, halifelikleri esnâsında
    Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman tarafından kullanıldı. Hz.
    Osman'ın parmağından Medine'de Eris kuyusuna düştü. Kuyunun suyu
    tamamen boşaltıldığı halde bulunamadı. (Abdurrahman Şeref,
    Zübdetü'l-Kısas, 1/153, İst. 1315)

    (264)
    Zâdü'l-Meâd, 1/60-63; (O devirde Bizans İmparatorlarına "Kayser", İran
    Şahinşah-larına "Kisrâ", Habeş krallarına "Necâşi", Mısır Meliklerine
    "Mukavkıs", Türk hükümdarlarına da "Hâkan" denirdi.)

    (265)
    el-Buhârî, 1/6; M. Hamîdullah, el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 109; Tecrid
    Tercemesi, 1/16; (Hadis No: 7); ve 12/414; Zâdü'l-Meâd, 3/126


    (266) Bkz. el-Buhârî, 1/5-7; Tecrid Tercemesi, 1/14-23 (Hadis No:7)

    (267) Zâdü'l-Meâd, 3/127; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 140; Tecrid Tercemesi, 12/416; İbnül-Esîr, a.g.e., 2/213

    (268) el-Buhârî, 1/23,3/225 ve 5/136; Tecrid Tercemesi, 1/61-63 (Hadis No: 58) ve 10/487 ve 12/417

    (269) Zâdü'l -Meâd, 3/127; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 100; Tecrid Tercemesi, 12/418-419

    (270) Zâdü'l-Meâd, 3/128; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 104; Tecrid Tercemesi, 12/420

    (271) Zâdü'l -Meâd, 3/128;el-Vesâiku's-Siyâsiyye,135; Tecrid Tercemesi, 12/422

    (272) Zâdü'l -Meâd, 3/129; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 136; Tecrid Tercemesi 12/424

    (273) Zâdü'l-Meâd, 3/132-133; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 156; Tecrid Tercemesi, 12/425

    (274) Zâdü'l-Meâd, 3/133; Tecrid Tercemesi, 12/426

    (275) Zâdü'l-Meâd, 3/ 133-134;el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 126; Tecrid Tercemesi, 12/427

    (276)
    Yolda giderken, ashâb, yüksek sesle tekbir getiriyorlardı. Rasûlüllah
    (s.a.s.): "Kendinize acıyın, siz ne sağıra, ne de gaibe
    sesleniyorsunuz, sizi iyi işiten ve çok yakın olan Allah'a duâ
    ediyorsunuz. O her zaman sizinle beraberdir" buyurmuştur. (Buhârî,
    5/75; Tecrid Tercemesi, 10/285, (Hadis No: 1608)

    (277) el-Buhârî, 5/73.

    (278) el-Buhârî, 5/73; Müslim, 2/1044 (Hadis No: 1428)

    (279) el-Buhârî, 5/76; Tecrid Tercemesi, 10/302-303, 1617 numaralı hadisin izâhı.

    (280) el-Buhârî, 4/ 66; Tecrid Tercemesi, 8/531 (Hadis No: 1310)

    (281) Tecrid Tercemesi, 8/534; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/219-220

    (282)
    Bkz. el-Buhârî, 1/98 ve 2/1044; Tecrid Tercemesi, 2/248-257 (hadis No:
    241) ve 10/272, 1612 numaralı hadisin izahı; Müslim, 2/1044

    (283) el-Enfâl Sûresi, 41

    (284) el-Enfâl Sûresi, 1; el-Haşr Sûresi, 6-7

    (285) Tecrid Tercemesi, 10/306 ve ll/412-413, 8/273 (Hadis No: 1173)

    (286) el-Buhârî, 5/80; Tecrid Tercemesi, 10/295 (Hadis No: 1615)

    (287) M. Zihni, el-Hakayık, 1/200; İbn Hişam, 4/3

    (288) el-Buhârî, 5/81; Tecrid Tercemesi, 10/301 (Hadis No: 1617)

    (289)
    Rabbım, dâvetine sözüm ve özümle tekrar-tekrar icâbet ettim. Emrine
    boyun eğdim. Rabb'ım emrine uymak boynumun borcudur, senin eşin ve
    ortağın yoktur. Rabb'ım bütün varlığımla sana yöneldim. Hamd senin,
    nimet senin, mülk de senin. Bütün bunlarla eşin ve ortağın yoktur
    senin.

    (290)
    Allah büyüktür, Allah büyüktür. Allah'tan başka kulluk edilecek hiç bir
    ilah yoktur. Allah büyüktür, Allah büyüktür. Hamd O'na mahsustur.

    (291)
    Hacer-i Esved'in bulunduğu köşeden başlayarak, Kâbe'nin etrafını 7 defa
    dolaşmağa "Tavâf" denir. Her bir devire "şavt" adı verilir.

    (292)
    Mescid-i Harâm'ın doğusunda, Safa ve Merve adı verilen iki tepe
    arasında 4'ü gidiş 3'ü dönüş olmak üzere, 7 defa gidip gelmeğe "sa'y"
    denir.

    (293) el-Buhârî, 5/86; Tecrid Tercemesi, 10/308

    Tavâfın
    ilk üç şavtında, erkeklerin kısa adımlarla koşarak ve omuzları silkerek
    çalımlı ve sür'atli yürümelerine, "remel" denir.

    İhrâmlı
    iken, ridâ denen örtünün bir ucunu sağ koltuğun altından geçirip sol
    omuzun üzerine atarak sağ omuz ve kolu, örtünün dışında bırakmağa
    "Iztıbâ" adı verilir. Iztıbâ ve remel, peşinden sa'y yapılacak olan
    tavaflar da sünnettir.

    (294)
    Nefsini hibe eden Müslüman hanımları, mehirsiz olarak nikâhlaması,
    Ahzâb Sûresi'nin 50'inci âyetiyle Rasûlüllah (s.a.s.)'e helâl
    kılınmıştır.

    (295) el-Buhârî, 5/86; Tecrid Tercemesi 10/309 (Hadis No: 1618)

    (296) Tecrid Tercemesi 10/310

    (297) el-Buhârî, 5/85; Tecrid Tercemesi, 8/136-139 (Hadis No: 1158); Riyâzüs-Sâlihîn

    Tercemesi, 1/365 (Hadis No: 333); Zâdü'l-Meâd, 2/369



    VIII- HİCRETİN SEKİZİNCİ YILI (629-630 M.)

    1- MÛTE SAVAŞI (Cumâde'l-ûlâ 8 H./Eylül 629 M.)

    a) Savaşın Sebebi

    Mûte
    Savaşı, Müslümanlarla Hristiyanlar (Rumlar ve Hristiyan Araplar)
    arasında yapılan ilk savaştır. Sebebi, Rasûlüllah (s.a.s.)'in elçisinin
    öldürülmesidir.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.), İslâm'a dâvet için hükümdarlara elçilerle mektuplar
    gönderdiği sırada, Sûriye'de Busrâ (şimdiki Havran) Emîri Şürahbil'e de
    Hâris b. Umeyr ile bir mektup göndermişti. Gassânî Araplarından
    Şürahbil, Hristiyandı. Bizans'ın himayesinde bulunuyordu.

    Hâris,
    Şürahbil'e, Kudüs'ün iki konak güneyinde, bulunan Mûte kasabasında
    rastladı. Elçi olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mektubunu
    verdi. Fakat, Şürahbil, devletler arası hukuk kurallarını çiğnedi,
    Rasûlüllah (s.a.s.) elçisini öldürttü.

    Şimdiye
    kadar Hz. Peygamber (s.a.s.)'in elçilerinden hiçbiri öldürülmemişti.
    Bir elçinin öldürülmesi, tarih boyunca bütün toplumlarda insanlığa ve
    hukuk kurallarına aykırı bir davranış sayıldığı gibi, gönderene de en
    büyük hakaret ve meydan okuma demekti. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.)
    üç bin kişilik bir kuvvet hazırlayarak, azadlı kölesi Hârise oğlu
    Zeyd'in komutasında yola çıkardı(298) Elçi Umeyr oğlu Hâris'in şehid
    edildiği Mûte'ye kadar gidilmesini, Şürahbil ve maiyetinin İslâm'a
    dâvet edilmesini, kabûl etmezlerse savaşılmasını emretti.(299)
    "Kadınları, çocukları, yaşlıları öldürmeyin. Evleri yıkıp hârap
    etmeyin, ağaçları kesip, tahribâtta bulunmayın!" dedi. Orduyu
    "Seniyyetü'l-vedâ" denilen ayrılık tepesi'ne kadar uğurlayan Hz.
    Peygamber (s.a.s.):

    - "Zeyd şehid olursa, komutanlığı Câfer alsın; Câfer de şehit düşerse, Ravâha oğlu Abdullah komutan olsun." buyurdu.(300)


    b) İki Tarafın Durumu ve Aradaki Eşitsizlik

    Müslüman
    ordusunun hareketini Şürahbil duydu. Derhal Lahm, Cüzâm, Kayn, Belkın,
    Behrâ gibi Hristiyan Arap kabîlelerinden büyük bir kuvvet hazırladı.
    Ayrıca durumu Bizans İmparatoruna bildirerek, ondan da yardım istedi.
    Böylece Şürahbil, 200 bin kişilik büyük bir ordu topladı. Bunun 100
    bini Rumlardan, 100 bini de Hristiyan Araplardan meydana gelmişti.
    (301) İmparator Hirakl de işi önemseyerek, Belkadaki Meab şehrine kadar
    geldi.

    Müslümanlar, ancak Sûriye topraklarına girdikten sonra düşmanın gücü ve hazırlıkları hakkında bilgi edinebildiler.

    İki
    taraf arasında gerek sayı, gerek silah ve teçhizât bakımından korkunç
    bir fark vardı. Tarihte, iki taraf arasında böylesine ölçüsüz bir fark
    görülmemiştir. 200 bin (bazı rivâyetlerde 100 bin) kişilik bir kuvvet
    karşısında üç bin mücâhid ne yapabilirdi? Fakat, savaşmadan geri
    dönülemezdi. Komutan Zeyd, Maan'da, Mücâhidlerin ileri gelenleriyle
    toplanıp durumu istişâre etti. Acaba, durumu Rasûlüllah (s.a.s.)'e
    bildirip alınacak cevâba göre mi hareket edilmeliydi? Fakat, Ravâhaoğlu
    Abdullah bütün tereddütleri giderdi.

    -
    Arkadaşlar, çekindiğimiz şey, ele geçirmek için yola çıktığımız şeydir,
    yani şehid olmaktır. Dinimizi yüceltmek için savaşalım. Yâ şehid, ya
    gazi olacağız. Bunun ikisi de güzel değil mi ?(302) dedi.

    Abdullah'ın konuşması mücâhitlerin maneviyâtını yükseltti. Hepsi de:

    - Ravâhaoğlu doğru söylüyor. Savaşmalıyız, dediler.


    c) Komutanlar Sırayla Şehâdet Şerbetini İçtiler

    İki
    ordu Mûte'de karşılaştı. Zeyd, sancak elinde, ileri atıldı. Kahramanca
    çarpıştı, ölümden yılmadığını gösterdi. Fakat düşman mızraklarının
    arasında şehid düşdü.(303)

    Zeyd
    şehid olunca, sancağı hemen Câfer aldı. Emsâlsiz kahramanlıklar
    gösterdi. Önce sağ eli kesildi, sancağı sol eliyle tuttu. Sol eli de
    kesilince, kollarıyla sancağa sarıldı. Pek çok yara aldığı halde son
    nefesine kadar sancağı bırakmadı. Nihâyet o da şehid oldu.(304)

    Câferden
    sonra sancağı Ravâhaoğlu Abdullah aldı. O da şiirler söyleyerek,
    kahramanca savaştı. Vücudu delik deşik oldu. Sonunda o da şehid oldu.


    d) Hâlid b. Velîd'in Üstün Mahâreti

    Râvâhaoğlu
    da şehid olunca, asker komutansız kaldı, umûmî bir panik başladı.
    Dağılan askerin kaçışını Velîdoğlu Hâlid önledi. Mücâhidler, Hâlid'in
    etrâfında yeniden toplandılar. Hâlid komutayı aldı, sancak elinde
    akşama kadar çarpıştı. O gün elinde tam dokuz kılıç parçalandı.(305) Bu
    Müslüman olduktan sonra Hâlid'in katıldığı ilk savaştı.

    Gece
    olunca, Hâlid askeri yeniden tertipledi. Öndekileri arkaya,
    arkadakileri öne, sağdakileri sola, soldakileri sağa aldı. Böylece
    düşmana, yardım için yeni kuvvetler gelmiş intibâını verdi. Sabah
    olunca da ansızın şiddetli bir hücuma geçerek, düşmanı bozguna uğrattı.
    Bu fırsattan yararlanarak, askerini ustalıkla geri çekti. Büyük bir
    kayba uğramadan Medine'ye döndü. İslâm ordusunu korkunç bir felâketten
    kurtardı.

    200
    bin kişiye karşı yapılan bu çetin savaşta, Müslümanlar sadece 12 şehid
    vermişlerdi. Bu durum, komutanların savaşı çok başarılı idâre etmeleri
    ve canlarını fedâ etmekten çekinmemelerinin bir sonucuydu.


    e) Rasûlüllah (s.a.s.)'in Medine'den Savaşı Seyretmesi

    Rasûlüllah (s.a.s.) savaşın bütün safhalarını, Medine'ye henüz hiç bir haber ulaşmadan, ashâbına bildirmişti.

    Cenab-ı
    Hakk, zaman, mekân ve mesâfe kavramlarını kaldırarak, sevgili
    Peygamberine savaş meydanını olduğu gibi göstermişti. Mescid-i Nebî'de
    minber üzerine oturmuş bulunan Allah Rasûlü (s.a.s.) gözlerinden yaşlar
    akarak:

    -İşte
    sancağı Zeyd aldı, Zeyd vuruldu, şehid düştü. Sonra Câfer aldı, O' da
    şehid oldu. Sonra Ravâhaoğlu aldı, O 'da şehid oldu. En sonunda
    sancağı, Allah'ın kılıçlarından bir kılıç, Velîdoğlu Hâlid aldı. Allah
    O'na fethi müyesser kıldı, buyurdu. (306)

    Rasûlüllah
    (s.a.s.), Zeyd, Câfer ve Abdullah'ın şehid düştüklerini haber verdikçe,
    her biri için istiğfâr etmiş ve Cennete girdiklerini de
    müjdelemişti.(307) Sancağı Hâlid alınca ise:

    -Allah'ım,
    Hâlid senin kılıçlarından bir kılçtır. Sen O'na nusret ihsan buyur,
    diye duâ etmişti.(308) Bundan sonra Hâlid'e "Seyfullah" (Allah'ın
    kılıcı) denildi.(309)

    Câferin
    şehâdet haberini duyunca, âilesi feryâda başladılar. Rasûlüllah
    (s.a.s.)'de son derece üzgündü. Çok sevdiği, en değerli arkadaşlarını
    kaybetmişti. Câfer'in âilesini teselli etti. Acılıdırlar, yemek
    yapamazlar, diye evine yemek gönderdi.

    -Allah
    Câfer'e, Mûte'de kesilen iki koluna bedel, iki kanat verdi. O'nu
    Cennet'te meleklerle birlikte uçuyor gördüm, diye müjdeledi.(310) Bu
    sebeple Câfer, bundan sonra Câfer Tayyâr diye anıldı.


    2- ZÂTÜ'S-SELASÎL SAVAŞI (Cumâde'l-âhir 8 H./629 M.)

    Kudâa
    kabîlesi'nin Uzre ve Belî kolları, Medine hayvanlarını yağmalamak
    üzere, Vâdi'l-Kurâ yakınlarında toplanmışlardı. Rasûlüllah (s.a.s.)
    durumdan haberdâr olunca, bunların üzerine Amr b. As (Âs oğlu Amr)
    komutasında 30'u atlı 300 kişilik bir seriyye gönderdi. Bunlar arasında
    Sa'd b. Ebî Vakkas, Üseyd b. Hudayr, Sa'd b. Ubâde, Sâid b. Zeyd, Âmir
    b. Rabîa.. gibi ensâr ve muhâcirlerden ileri gelen kimseler de vardı.

    Amr
    b. Âs. ashâbın büyüklerinden değildi. Henüz bir yıl kadar önce Müslüman
    olmuştu. Fakat dedesi Vâil'in annesi Belî kabîlesinden olduğu için
    Amr'ın bu kabîle ile ilgisi vardı. Amr, aynı zamanda savaş usûlünü iyi
    bilen, son derece zekî bir kimse idi. Bu sebeple Rasûlüllah (s.a.s.),
    komutanlığa O'nu seçmişti.

    Amr,
    Vâdi'l-Kurâ civarında Selâsil suyu'na varınca, düşmanın sayıca üstün
    olduğunu öğrendi. Burada konaklayarak, bir haberci ile Rasûlüllah
    (s.a.s.)'den yardım istedi. Rasûlüllah (s.a.s.)'de Ebû Ubeyde b. Cerrâh
    komutasında 200 kişilik ek kuvvet gönderdi. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer
    de bunlar arasındaydı. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Ebû Ubeyde'yi
    gönderirken:

    -
    Ayrılığa düşmeyin, işbirliği yapın, buyurmuştu. Amr b. Âs, Ebû
    Ubeyde'nin, askerlere imâm olarak namaz kıldırmasına itirâz etti.

    - Sen bana yardıma geldin, kumandan benim, namazda ben imam olacağım, dedi.

    Ebû Ubeyde yumuşak tabiatlı bir zâttı, hiç itirâz etmedi.

    -
    Yâ Amr, Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, ihtilâfa düşmememizi emretti.
    Sen bana uymazsan, ben sana uyarım, telâşa gerek yok, diye cevâp verdi.
    Amr bütün Müslümanlara sefer süresince imam olup namaz kıldırdı.
    Böylece Hz. Ömer ve Hz. Ebûbekir de Amr'ın idâresine girmiş oldular.
    Oysa Rasûlüllah (s.a.s.) Amr'ı ilk 300 kişiye; Ebû Ubeyde'yi de 200
    kişiye kumandan tâyin etmişti. Ebû Ubeyde'yi Amr'ın emrine değil,
    yardımına göndermişt.(311)

    Amr,
    düşmana yaklaşınca gerekli tedbirleri aldı. Hava çok soğuk ve sert
    olduğu halde, gece ateş yakmayı yasakladı. "Kim ateş yakarsa, onu
    yaktığı eteşin içine atarım," diye tehdit etti. Asker, soğuktan Ebû
    Bekir ve Ömer'e başvurdular. Hz. Ömer:

    - Bu nasıl şey, herkesi soğuktan kıracak mı? diye Amr'a haber gönderdi. Amr b. Âs:

    - Yâ Ömer, sen bana itâatle memûrsun, İşime karışma, diye , cevâp verdi. Hz. Ebû Bekir de:

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) O'nu savaş usûlünü iyi bildiği için kumandan yaptı. Madem ki
    kumandan O'dur, işine karışmamak gerekir, dedi. Böylece gece soğukta
    geçirildi. Çünkü ateş yakılsaydı, düşman Müslümanların azlığını
    öğrenecekti.

    Amr,
    plânını kimseye söylemedi. Sabaha karşı, alaca karanlıkta ansızın
    düşman üzerine hücûma geçti ve savaşı kazandı. Düşman pek çok ganimet
    bırakarak kaçtı. Ashâb, düşmanın peşini tâkibetmek istedilerse de Amr
    buna da izin vermedi. Bir kaç gün orada kalıp etraftaki ganimet hayvan
    sürülerini topladıktan sonra, Medine'ye döndü.

    Sefer
    esnâsında Amr b. Âs ihtilâm olmuş, hava soğuk olduğu için gusletmeyerek
    teyemmümle namaz kıldırmıştı.(312) Dönüşte ashâb, Rasûlüllah
    (s.a.s.)'e, Amr b. Âs'tan:

    1- Hava çok soğuk olduğu halde, gece ateş yaktırmadı,

    2- Galip geldiğimiz halde düşmanı tâkip ettirmedi,

    3- Su bulunduğu halde gusletmeyip, teyemmümle namaz kıldırdı, diye şikâyette bulundular.

    Amr bu şikâyetlere karşı:

    1- Sayımızın az olduğunu düşman anlamasın diye ateş yaktırmadım.

    2- Yardım için kuvet gönderebileceği düşüncesiyle düşmanı tâkip ettirmedim.

    3-
    Soğukta yıkanmak tehlikeli olduğu ve Cenâb-ı Hakk "Elinizle kendinizi
    tehlikeye atmayın." (ElBakara Sûresi, l95) "Kendinizi öldürmeyin.
    Şüphesiz Allah size acımaktadır." (en-Nisâ Sûresi, 29) buyurduğu için
    gusletmeyip teyemmüm yaptım, diye cevâp verdi.

    Rasûlüllah (s.a.s.) Amr'ın cevâplarını tebessümle karşıladı. (313)

    Amr
    b. Âs, henüz yeni müslüman olduğu halde, ashâbın büyüklerinin de
    bulunduğu bir orduya kumandan tâyin edilmesinden dolayı gururlanmıştı.
    Savaşı da kazanarak dönünce, Rasûlüllah (s.a.s.)'in yanındaki derece ve
    itibârını öğrenmek istedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'e:

    - En çok kimi seversiniz? diye sordu. Rasûlüllah (s.a.s.)

    Âişe'yi diye cevâp verdi.

    - Sonra kimi?

    - Âişe'nin babasını, Ebû Bekir'i.

    - Sonra kimi?

    - Ömer'i.

    Amr, en sonraya kendisinin kalacağından korkarak daha fazla sormaktan vazgeçti.(314)


    (298)
    Orduda ensâr ve muhâcirlerin ileri gelenleri de vardı. Azadlı bir köle
    hepsine komutan olmuştu. Bu olay İslâm'daki ehliyet ve eşitlik
    uygulamasının canlı örneklerinden biridir.

    (299) Tecrid Tercemesi, 10/312

    (300) el-Buhârî, 5/87; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/234; Tecrid Tercemesi, 10/313 (Hadis No: 1619)

    (301) el-Buhârî, 5/87; İbnü'l-Esîr a.g.e., 2/234-235; Tecrid Tercemesi, 4/541, (Hadis No: 644'ün izâhı).

    (302) Zâdü'l-Meâd, 2/375; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/235; İbn Hişâm, 4/17

    (303)
    Zeyd, ilk Müslümanlardandır. Rasûlüllah (s.a.s.) onu çok severdi.
    Bedir'den itibâren bütün savaşlarda bulunmuştu. Ashâbdan Kur'ân-ı
    Kerim'de ismi geçen, sadece Zeyd'dir. (Ahzâb Sûresi, 37)

    (304)
    Câfer, Rasûlüllah (s.a.s.)'ın çok sevdiği hâmî amcası Ebû Tâlib'in
    büyük oğludur. Hz. Ali'den 10 yaş büyüktür. İkinci Habeşistan
    hicretinde, kafileye başkanlık etmiş, Hayber'in fethedildiği gün
    Medine'ye dönmüştü. Savaşta 90'dan çok yara almıştır. Bunlardan 50'si
    ön tarafındaydı. (el-Buhârî, 5/86-87; Tecrid Tercemesi, 10/313; Hadis
    No:1619)

    (305) el-Buhârî, 5/87; Tecrid Tercemesi, 4/394 ve 10/315

    (306) el-Buhârî, 2/72 ve 5/87; Tecrid Tercemesi, 4/391 (Hadis No: 623) ve 10/315; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/237

    (307) İbnü'l -Esîr a.g.e., 2/273; Tecrid Tercemesi, 4/393

    (308) Tecrid Tercemesi, 10/315

    (309) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/238

    (310) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/238; M. Zihni Efendi, el-Hakayık, 1/201, İst. 1310

    (311) İbn Hişâm,4/272; Zâdü'l-Meâd, 2/378; İbnü'l-Esir, a.g.e., 2/232

    (312)
    Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'a göre abdest alan kimselerin teyemmüm yapana
    iktidâsı câizdir. İmâm Muhammed'e göre abdestlinin teyemmümlüye uyması
    câiz değildir. İhtilâf, halefiyyet su ile topraktan ibâret iki âlet
    arasında mıdır? Yoksa Abdest ve teyemmümden ibâret iki temizlik
    arasında mıdır? meselesinden doğmaktadır.

    Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre, halefiyyet su ile toprak arasındadır.

    İmâm
    Muhammed'e göre ise, iki temizlik (abdest ve teyemmüm) arasındadır.
    Abdestli teyemmümlüye uyarsa, kuvvetli zayıfa binâ edilmiş olur. Oysa
    imâm muktediden hâlen ednâ olmamalıdır. Abdest aslî temizlik, teyemmüm
    ise zarûri temizliktir. Aslî tahâret yapmış olan kimse zarûri tahâret
    yapmış olandan hâlen daha kuvvetlidir. (Bkz. Mehmet Zihni Efendi,
    Kitabü's-Salat,210-211, İst. 1326)

    (313) Zâdü'l-Meâd, 2/379; Târih-i Din-i İslâm, 3/406

    (314) el-Buhârî, 5/113; el-Câmiu's Sagîr Şerhi Feyzü'l-Kadîr, 1/168 (Hadis No: 205); Târih-i Din-i İslâm, 3/407


    MEKKE'NİN FETHİ

    "Biz sana apaçık bir fetih ve zafer sağladık.

    (el-Feth Sûresi, 1)

    a) Hudeybiye Muâhedesinin Bozulması

    Hudeybiye
    Barış Anlaşması, Müslümanlarla Kureyş arasında yapılmıştı. Anlaşma
    şartlarına göre, diğer Arap kabîleleri, iki taraftan birinin himâyesine
    girmekte, anlaşıp birleşmekte serbesttiler. Buna göre, Huzâa kabîlesi,
    Müslümanların Benî Bekir (Bekir oğulları) kabîlesi de Kureyş'in
    himâyesine girmişti.

    Hicretin
    8'inci yılı Şaban ayında, Benî Bekir kabîlesi, Peygamberimizin
    himâyesinde bulunan Huzâa kabîlesine ansızın bir gece baskını yaptı.
    Esâsen iki kabîle arasında öteden beri düşmanlık vardı. Bu baskında
    Benî Bekir, Kureyşten yardım ve teşvik görmüş, hatta İkrime, Safvân ve
    Süheyl.. gibi ileri gelen bir kısım Kureyş gençleri baskında bizzat
    bulunmuşlardı. Baskın sonunda Huzâalılardan 23 kişi ölmüş, sağ kalanlar
    Harem-i Şerîf'e sığınarak kurtulabilmişlerdi.

    Bu
    olay üzerine Huzâalılar, 40 kişilik bir heyetle Medine'ye geldiler.
    Rasûlüllah (s.a.s.)'a durumu anlatıp yardımını istediler.

    Huzâalılarla
    Müslümanlar arasında ötedenberi dostluk vardı. Bu dostluğun temeli,
    İslâm'dan öncesine kadar uzanıyordu. Bu sebeple Huzâalılar,
    Müslümanlarla ilgili, Mekke'de olup biten her şeyi Rasûlüllah
    (s.a.s.)'a gizlice bildirirlerdi. Hendek Savaşı hazırlığını da onlar
    haber vermişlerdi.

    Huzâa
    kabilesine yapılanlardan, Rasûlüllah (s.a.s.) son derece üzüldü.
    Kendilerine yardım edeceğini va'detti. Kureyş'e derhal bir elçi
    göndererek:

    Öldürülen Huzâalılardan diyetlerinin ödenmesini, veya

    Benî Bekir Kabîlesinin himâyesinden vazgeçilmesini istedi.

    İki şarttan biri kabûl edilmediği takdirde, Hudeybiye Anlaşmasının bozulmuş sayılacağını, bildirdi.
    Kureyşliler,
    ilk iki şartı kabûl etmeyip Hudeybiye anlaşmasını bozduklarını
    bildirdiler. Daha önce fiilen bozdukları antlaşmayı, böylece resmen de
    bozmuş oldular.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:21

    b) Kureyş'in Barışı Yenileme Teşebbüsü

    Kureyşliler,
    bir müddet sonra hatalarını anladılar. Alaşmayı bozduklarına pişmân
    oldular. Derhal anlaşmayı yenilemek ve barış süresini uzatmak üzere Ebû
    Süfyân'ı Medine'ye yolladılar.

    Ebû
    Süfyân, Medine'de önce, Rasûlüllah (s.a.s.)'ın zevcelerinden kızı Ümmü
    Habîbe'ye gitti. Oturacağı sırada, Ümmü Habîbe minderi topladı. Halbuki
    evde üzerine oturulacak başka bir şey yoktu. Ebû Süfyân sordu:

    - Kızım, minderi mi benden esirgiyorsun, yoksa beni mi minderden? Kızı cevap verdi.:

    - Bu, Rasûlüllah (s.a.s.)'e âittir. Sen ise müşriksin, pissin. Bu yüzden üzerine oturmanı istemedim.(315)

    Ebû
    Süfyân, daha sonra Rasûlüllah (s.a.s.)'e başvurdu. Olumlu bir sonuç
    alamadı. Başta Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer olmak üzere ashâbın ileri
    gelenleriyle bir bir görüştü, barışın yenilenmesi için desteklerini
    istedi. Hz. Fâtıma'yı ziyâret ederek O'ndan yardım bekledi. Fakat bütün
    gayretleri boşa çıktı; hiç bir netice elde edemedi. Eli boş dönmek
    istemiyordu. Hz. Ali'nin tavsiyesine uymaktan başka çâre yoktu. Mescide
    geldi:

    - Ey nâs,
    ben her iki tarafı da himâyeme alarak, Hudeybiye barışını yeniliyorum.
    Sanırım, kimse benim ahdimi bozmaz.. dedi. Fakat, kimseden cevâp
    alamadı. Devesine bindi, ümitsiz olarak Mekke'nin yolunu tuttu. Bir
    işâretle bütün Mekke'yi harekete geçiren Ebû Süfyan, Medine'de kimseye
    sözünü dinletememiş, öz kızına bile merâmını anlatamamıştı.

    Dönüşünde olup bitenleri olduğu gibi Mekkelilere anlattı. Onun sözlerini dinleyenler:

    -
    Yazık, sen hiç bir şey yapmamışsın. Bize barış haberi getirmedin ki,
    güven içinde olalım, Savaş haberi getirmedin ki, hazırlanalım. Ali
    seninle alay etmiş. Senin tek başına ilân ettiğin barış neye yarar...,
    dediler.(316)


    c) Fetih Hazırlığı

    Ebû
    Süfyan Mekke'ye döndükten sonra Rasûlüllah (s.a.s.)gizlice fetih
    hazırlığına başladı. Ashâbına sefer için hazırlanmalarını emretti.
    Ayrıca, Gıfâr, Eslem, Eşca' Müzeyne, Cüheyne, Süleym gibi, kendisine
    bağlı kabîlelere haber salarak Ramazan'ın ilk günlerinde Medine'de
    toplanmalarını istedi.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.),Mekke'nin kan dökülmeden fethedilmesini istiyordu. Kureyş
    savunma için hazırlık yapar da karşı koyarsa, kan dökülürdü. Bu yüzden
    hazırlıklar son derece gizli tutuldu. Mekke ile Medine arasındaki bütün
    yollar kesildi. Bu vazife Huzâa kabilesine verildi. İki taraf arasında
    sanki kuş uçmuyordu. Bu arada dikkatlerin başka yöne çekilmesi için
    Necid tarafına bir de seriyye göndermişti.


    d) Ebû Beltea oğlu Hâtıb'ın Kureyş'e Yazdığı Mektup

    Ancak
    ashabtan Ebû Beltea oğlu Hâtıb, durumdan Kureyş'i haberdar etmek
    istemiş, bir mektup yazarak gizlice Mekke'ye göndermişti. Hz. Peygamber
    (s.a.s.), İlâhî vahiy ile bunu öğrendi. Hemen Hz. Ali ile iki
    arkadaşını görevlendirdi.

    -
    Hah bostanına kadar gidin, orada, mahfe içinde yolcu bir kadın
    bulacaksınız. Yanında bir mektup var, onu alıp getirin,buyurdu.

    Kadın
    önce inkâr etti, fakat, "seni şimdi çırılçıplak soyar, her tarafını
    ararız", deyince, çâresiz mektubu saçının hotozu arasından
    çıkardı.(317)

    Mektupta,
    Rasûlüllah (s.a.s.)'ın önüne durulamaycak bir ordu ile Mekke üzerine
    yürüyeceği bildiriliyordu. Herkes şaşırıp kaldı, çünkü Hâtıb'dan böyle
    bir şeyi kimse beklemiyordu. Rasûlüllah (s.a.s.) bir hey'et önünde
    Hatıb'ı sorguya çekti.

    - Ey Hâtıb, bu ne iş, niçin bunu yaptın, diye sordu. Hâtıb:

    -
    Ya Rasûlüllah hakkımda karar vermekte acele etmeyin. Ben Kureyş'e
    anlaşarak bağlı bir kimseyim, fakat hiç bir zaman onların mahremi
    olmadım. Yanınızdaki muhacir kardeşlerimin, Mekke'de âilesini ve
    mallarını koruyacak yakınları var, benimse kimsem yok. Mekkelilerden
    nimetdârlar kazanarak âilemi korumak istemiştim. Bu işi dinimden dönmek
    için yapmadım, ben Müslüman olduktan sonra, kat'iyyen küfre razı olmam,
    diye kendini savundu. Hz. Ömer, dayanamayıp:

    - Yâ Rasûlallah, izin ver de şu münâfığın boynunu vurayım, demişti. Fakat, Rasûlüllah (s.a.s.) Hâtıb'ın suçunu bağışladı.

    -
    Yâ Ömer, Hâtıb Bedir Gazası'nda bulundu, ne bilirsin belki de Cenâb-ı
    Hak Bedir ehline: "Bundan böyle istediğinizi yapın, sizi bağışladım"
    demiş olabilir, buyurdu.

    Fakat bu olayla ilgili olarak:

    "Ey
    inananlar, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost
    edinmeyin. Onlar, size gelen hakkı tanımadıkları ve Rabbımız olan
    Allah'a inandığınız için peygamberi de sizi de (yurdunuzdan)
    çıkardıkları halde onlara sevgi (mi) gösteriyorsunuz? Siz benim yolumda
    savaşmak ve benim rızamı kazanmak için (yurdunuzdan) çıkmışsanız, ben
    sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bildiğim halde, nasıl olur
    da onlara sevgi gösterirsiniz. İçinizden her kim bunu yaparsa, doğru
    yoldan sapmış olur." (el-Mümtehine Sûresi, 1) anlamındaki âyet-i kerime
    indirilmiştir.(318)


    e) Mekke'ye Yürüyüş

    Müslümanlığın
    temeli, "Tevhid İnancı" dır. Tevhid İnancı'nın, yeryüzünde en büyük
    âbidesi, Mekke'deki Kâbe'dir. Ancak bu kutsal yer, putlarla
    doldurulmuş, putperestliğin merkezi hâline getirilmişti. İslâm güneşi
    doğalı 20 yıl olmuştu. Artık, Mekke'nin şirkten kurtulması, Kâbe'nin
    putlardan temizlenmesi gerekiyordu.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.), Hicretin 8'inci yılı, Ramazan'ın 10'uncu Pazartesi günü 10
    bin kişilik muazzam bir ordu ile Medine'den çıktı.(319) (1 Ocak 630)
    Yolda katılan birliklerle, ordunun sayısı daha sonra 12 bine
    yükselmişti.(320) O gün Rasûlüllah (s.a.s.) ve ashâbı oruçluydu. Yola
    çıktıktan sonra oruçlarını bozdular. (321)

    Rasûlüllah
    (s.a.s.)'ın amcası Abbâs Müslüman olmuş, fakat Müslümanlığını
    gizliyerek Mekkede müşrikler arasında kalmıştı. Böylece Mekke'deki
    haberleri gizlice Rasûlüllah (s.a.s.)'e ulaştırıyordu. Artık Mekke'de
    yapılacak iş kalmamıştı. Hîcret için Mekke'den çıktı, fakat yarı yolda
    Fetih Ordusuyla karşılaştı. Eşyâsını çocuklarıyla Medine'ye gönderip O
    da orduya katıldı. Rasûlüllah (s.a.s.) Abbâs'ın gelişinden memnun oldu.


    - Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhâcirlerin sonuncusu da sen; diye iltifatta bulundu.

    Mekke'ye
    bir konak (yaklaşık 16 km.) mesâfede "Merru'z-zahrân" denilen yerde
    karargâh kuruldu. Rasûlüllah (s.a.s.), ortalık kararınca burada ordu
    mevcûdunun sayısınca ateş yakılmasını emretti. Böylece, ordunun
    haşmetini Kureyş'e göstermek istiyordu.

    Yollar
    iyice tutulduğu için, İslâm ordusu Merru'zahrân'a gelinceye kadar
    Mekkeliler hiç bir haber alamamışlardı. Müslümanların yaklaştığını
    duyunca ne yapacaklarını şaşırdılar. Ebû Süfyân durumu anlamak,
    Müslümanlar hakkında bilgi edinmek istiyordu. Yanına bir kaç kişi
    alarak, Mekke'den çıktı. Uzakta yanmakta olan ateşler, hacıların,
    Arafatta arefe gecesi yaktıkları ateşlere benziyordu. Merakla ateşlere
    doğru ilerledikleri sırada Rasûlüllah (s.a.s.)'ın muhâfızları
    tarafından yakalanarak Peygamber Efendimizin huzûruna getirildiler,
    Rasûlüllah (s.a.s.)'a karşı en çok kin besleyen Mekke'nin resi Ebû
    Süfyân burada müslüman oldu. Artık Mekke fethedilmiş demekti. Belki hiç
    mukavemet görülmeyecekti. Hz. Abbâs:

    - Yâ Rasûlallah, Ebû Süfyân övünmeyi sever, iftihâr edebileceği bir lütufta bulunsanız, demişti. Rasûl-i Ekrem:

    -
    Her kim Ebû Süfyân'ın evine girerse, emniyettedir. Her kim kendi evine
    kapanır, ordumuza karşı koymazsa, emniyettedir. Her kim Harem-i Şerîf'e
    girerse, emniyettedir. Ebû Süfyân bunu ilân etsin, buyurdu.(322) Daha
    dün, İslâm düşmanlarının lideri olan kişi, bugün Rasûlüllah'ın
    emirlerini tebliğ etmekle iftihâr edecek, şeref kazanacaktı.

    Merru'z-zahrân'dan hareket edileceği sıra Rasûlüllah (s.a.s.) Hz. Abbas'a:

    - Ebû Süfyân'ı yolun dar bir yerine götür, İslâm ordusunun ihtişâmını görsün, diye emretti.

    Hz.
    Abbâs, Ebû Süfyân'ı, ordunun geçeceği dar bir geçit yerine oturttu.
    Mücâhidler sırayla alay alay Ebû Süfyân'ın önünden geçtikçe Ebû
    Süfyân'ın yüreği burkuluyor, geçen her kafilenin hangi kabîle olduğunu
    soruyordu. Hz. Abbâs:

    - Bunlar Gıfâr kabîlesi, şunlar Cüheyne.. diye geçen kabîleleri bir bir anlattıkça Ebû Süfyân:

    - Şaşılacak şey, bunlarla benim aramda ne düşmanlık var ki , buraya kadar gelmişler, diye hayretini ifâde ediyordu. Bir ara:

    - Yâ Abbâs, kardeşinin oğlunun saltanatı ne kadar da büyümüş, dedi. Hz. Abbâs:

    - Hayır, bu saltanat değil, nübüvvettir, diye cevâp verdi.

    Nihâyet,
    Ebû Süfyân'ın daha önce benzerini görmediği bir birlik geçti. Bunlar,
    ensârdı. Başlarında Sa'd b. Ubâde sancağı taşıyordu. Son gelen birlik,
    sayıca hepsinden azdı. Bu birlikte Rasûlüllah (s.a.s.) ile ensar ve
    muhâcirlerden en yakın arkadaşları vardı. Rasûlüllah (s.a.s.)'in
    sancağını Avvâm oğlu Zübeyr taşıyordu.

    Ensâr alayı, Uhud ve Hendek Savaşları'nda müşrik ordusunun başkomutanı Ebû Süfyân'ın önünden geçerken Sa'd b. Ubâde:

    -
    Ey Ebû Süfyân, bugün en büyük kıtal günüdür, bu gün Kâbe'de kan
    dökmenin helal kılındığı gündür, demişti. Ebû Süfyân Sa'd'ın sözlerini
    Rasûlüllah (s.a.s.)'a nakletti. Hz. Rasûlüllah (s.a.s.):

    -
    Sa'd yanlış söylemiş, bugün Cenab-ı Hakk'ın Kâbe'yi yücelteceği gündür.
    Bugün Kâbe'nin tevhid elbisesine bürüneceği gündür, buyurdu.(323)
    Sa'd'ın kan dökmesinden endişelendiği için, hemen Hz. Ali'yi gönderdi,
    ensâr sancağının Sa'd'dan alınıp oğlu Kays'a verilmesini emretti.(324)

    Müslüman
    mücâhidlerin geçit resmini baştan sona seyreden Ebû Süfyân, Mekke'nin
    tesliminden başka çâre olmadığını anladı. Hz. Abbas'tan ayrılarak,
    hemen Mekke'ye döndü. Harem-i Şerif'e vardı. Heyecân içinde kendisini
    bekleyen Mekkelilere yüksek sesle hitâbetti:

    - Muhammed (s.a.s.) , karşı koymamıza imkân olmayan bir ordu ile geliyor:

    1) Her kim Ebû Süfyan'ın evine gelirse emniyettedir.

    2) Her kim silahını bırakır, evine kapanırsa emniyettedir.

    3) Her kim, Harem-i Şerîf'e sığınırsa emniyettedir. Ey Kureyş, Müslüman olunki, selâmet bulasınız...

    Ebu
    Süfyân'ı dinleyenler, şaşırıp kaldılar. Her gün Müslümanlığın aleyhinde
    bulunan bu adam, şimdi herkese "müslüman olun", diyordu. Herkeste bir
    telâş başladı. Kimisi küfrediyor, kimisi bağırıp çağırıyor, kimi de
    mukavemet için hazırlanıyordu. Çoğunluk ise Ebû Süfyân'ın sözlerine
    uyup evlerine çekildiler. Bir kısmı da Harem-i Şerîf'te ve Ebû
    Süfyân'ın evinde toplandılar.


    f) Mekke'ye Giriş (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.)

    Rasûlüllah
    (s.a.s.), Mekke'ye girmeden önce, "Zî Tuvâ" denilen yerde durdu.
    Ordusunu dört kısma ayırıp her birinin gireceği yerleri tâyin etti.
    "Sakın savaşa girmeyin, saldırıya uğrayıp mecbûr kalmadıkça kan
    dökmeyin..." diye tenbihte bulundu.

    Sekiz
    yıl önce, yurdundan üç kişilik bir kafile ile nasıl ayrılmıştı, şimdi
    nasıl bir ihtişâmla dönüyordu. Rasûlüllah (s.a.s.) devesinin üstünde
    bütün bunları düşünüyor, mağrûr bir fâtih gibi değil, son derece
    mütevâzi bir halde, başı secde eder gibi, devenin boynuna yapışmış,
    tesbih, tehlil ve duâ ile, Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz lütuflarına
    şükrederek ilerliyordu.

    Bütün
    birlikler, kan dökmeden Mekke'ye girdiler. Yalnızca Velîd oğlu Hâlid'in
    komuta ettiği birlik tecâvüze uğradı. Kureyş'in azılılarından Ümeyye
    oğlu Safvân, Amr oğlu Süheyl ve Ebû Cehil'in oğlu İkrime bir çete
    kurdular. Hâlid'in birliklerini Mekke'ye girerken ok yağmuruna tutarak
    iki müslümanı şehid ettiler. Bu durumda Hâlid, saldırganlar üzerine
    hücûm ederek, bir hamlede onüç tanesini öldürdü, diğerleri dağılıp
    kaçtılar.

    Rasûlüllah (s.a.s.) kan döküldüğünü duyunca üzüldü. Fakat, tecâvüzün müşriklerden başladığını öğrenince:

    - İlahî takdir böyleymiş, buyurdu.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) çadırını Kinâneoğulları yurdunda "Hacûn" denilen yerde
    kurdurdu. Mekke Devri'nin 7'inci yılında, Kureyş müşrikleriyle
    Kinâneoğulları burada küfr üzerine anlaşmışlardı(325). Bu anlaşma
    gereğince müslümanlar üç yıl muhasara altında çok acı günler
    yaşamışlardı.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) çadırında gusledip 8 rek'at "duhâ namazı" kıldı, sonra,
    devesine binerek, Kâbe'ye geldi. Yol boyunca Fetih Sûresi'ni okuduğu
    işitiliyordu.(326) Deve üzerinde, ihrâmsız olarak Kâbe'yi tavâf etti.
    Elindeki ucu eğri değnekle hacer-i Esved'i istilâm etti.


    g) Kâbe'nin Putlardan Temizlenmesi.

    Kâbe
    etrâfında 360 put vardı. Bunların en büyüğü olan "Hubel", Kâbe'nin
    üstüne konulmuştu. Diğerleri Kâbe'nin etrafına ve içine
    yerleştirilmişlerdi. Rasûlüllah (s.a.s.) değnekle bunları itiyor, her
    birini bizzât deviriyordu. Putlar yıkılırken:

    "Hak
    geldi, bâtıl yok oldu, esasen bâtıl yok olmağa mahkûmdur."(327) "Hâk
    geldi, artık bâtıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir"(328)
    diyordu.(329)

    Kâbe'ye
    girmek için Rasûlüllah (s.a.s.) anahtarını istedi. Talha oğlu Osmân
    anahtarı getirdi. "Emânettir Ya Rasûlallah", diyerek Hz. Peygamber
    (s.a.s.)'e teslim etti. Kâbe'nin içi de putlarla doluydu. Duvarlarına
    resimler asılmıştı. Rasûlüllah (s.a.s.)'ın emriyle Hz. Ömer bunları
    dışarı attı. Müşrikler, ilah diye taptıkları putların parçalanışını
    şaşkın şaşkın seyrettiler. Dünkü mabûdlar bir anda moloz yığını haline
    gelmiş, çöplüklere atılmıştı. Sonra, Rasûlüllah (s.a.s.), yanına Üsâme,
    Bilal ve Talha oğlu Osmân'ı da alarak Kâbe'ye girdi, kapının
    karşısındaki duvara doğru namaz kıldı.(330) Beyt-i Şerifi dolaşıp her
    tarafında tekbir getirdi. Uzunca bir müddet içeride kaldı. Bu sırada
    bütün Kureyş Hârem-i Şerif'te toplanmış, sabırsızlıkla, haklarında
    verilecek hükmü bekliyorlardı.


    h) Fetih Hutbesi ve Genel Af

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) Kâbe kapısının eşiğinde durdu. Karşısında sıralanmış olan
    Mekkelilere baktı. 20 yıl boyunca şahsına ve müslümanlara ellerinden
    gelen her kötülüğü yapmaktan çekinmeyen bu adamların hayâtı, şimdi
    O'nun iki dudağı arasından çıkacak hükme bağlıydı. Rasûlüllah (s.a.s.)
    20 yıl boyunca çektiklerini bir anda zihninden geçirdi, sonra şöyle
    hitâbetti.

    "Allah'tan
    başka ilâh yoktur, yalnız O vardır. O'nun eşi ve ortağı yoktur. O
    va'dine bağlı kaldı, sözünü yerine getirdi. kuluna yardım etti, tek
    başına bütün düşmanları hezîmete uğrattı.

    İyi
    bilinki bütün câhiliyet âdetleri, mal ve kan davaları bugün şu iki
    ayağımın altındadır. Yalnız, Kâbe hizmetleriyle hacılara su dağıtma işi
    (hicâbe ve sikaye hizmetleri) bu hükmün dışında bırakılmıştır.

    Ey
    Kureyş Cemâati! Allah sizden câhiliyet gururunu, babalarla, soylarla
    büyüklenmeği giderdi. Bütün insanlar, Âdem'dendir, (O'nun
    çocuklarıdır.) Âdem de topraktan yaratılmıştır."

    Sonra şu anlamdaki âyet-i kerîmeyi okudu.

    "Ey
    insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Övünesiniz diye
    değil, kolaylıkla tanışasınız diye, sizi milletlere ve kabîlelere
    ayırdık. Allah katında en değerliniz, Ona karşı gelmekten en çok
    sakınanınızdır. Allah her hâlinizi bilir, O her şeyden haberdârdır."
    (Hucurât Sûresi, 13)

    Rasûlüllah (s.a.s.) Mescid-i Harâm'ın geniş sâhasını dolduran kalabalığı mânâlı bir bakışla süzdükten sonra:

    - Ey Kureyş cemaâtı! Size şimdi nasıl bir muâmele yapacağımı sanıyorsunuz? diye sordu. Mekkeliler hep bir ağızdan:

    - Hayır umuyoruz. Sen kerîm bir kardeş, âlicenâb bir kardeş oğlusun, diye cevap verdiler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

    -
    Ben de size Yûsuf'un kardeşlerine söylediği gibi, "Bu gün size
    geçmişten dolayı azarlama yok." (Yûsuf Sûresi, 92) diyorum. Haydi
    gidiniz, hepiniz serbestsiniz (331), buyurdu.

    Böylece
    Rasûlüllah (s.a.s.) hepsini affetmişti. Halbuki bunlar Hz. Peygamber
    (s.a.s.)'e neler yapmamışlardı. Müslümanları en korkunç işkencelere
    tâbi tutmuşlar, akla hayâle gelmedik eziyetler yapmışlardı. Şimdi
    başkaları olsa ne yapardı; Hz. Peygamber (s.a.s.) ne yapmıştır? Bu
    mukayese Rasûlüllah (s.a.s.)'in büyüklüğünü ortaya koymağa kâfidir.

    Bu
    hitâbesinden sonra Rasûlüllah (s.a.s.) Mescid-i Harâm'da oturdu. Sikaye
    (hacılara su ve zemzem dağıtma) hizmeti Abdülmuttaliboğullarındaydı. Bu
    hizmeti Hz. Abbâs yapıyordu. Hicâbe (Kâbeyi açıp-kapama ve anahtarını
    taşıma) hizmetini ise Ebû Talha oğulları yapıyordu. Bu esnâda Hz. Ali
    bu iki hizmetin Abdülmuttaliboğulları'nda birleştirilmesini istemişti.
    Fakat Rasûlüllah (s.a.s.) Osman b. Talha'yı çağırdı.

    - Yâ Osmân, bugün iyilik ve ahde vefâ günüdür, al işte anahtarın, buyurdu (332).

    Öğle
    vakti, Hz. Bilâl Kâbe'nin üstüne çıktı. Güzel ve gür sesiyle ezana
    başladı. "Allâhü Ekber" nidâları müşriklerin yüreklerini burkuyordu. Bu
    esnâda, Ebû Süfyân, Esîd oğlu Attâb, Hişâm oğlu Hâris gibi Kureyşin
    ileri gelenlerinden birkaç kişi Kâbe'nin avlusunda bir köşeye toplanmış
    konuşuyorlardı. İçlerinden Attâb:

    - Babam şanslı adammış, daha önce öldü de şu sesi işitmedi, dedi. Hâris de:

    - Şunun hak olduğunu bilsem, vallâhi ben de icâbet ederdim, diye konuştu. Ebû Süfyân ise:

    - Ben bir şey söylemeyeceğim. Bir şey konuşsam şu çakılların bile dile gelip O'na haber vereceğinden korkuyorum, dedi.

    Az sonra yanlarına Rasûlüllah (s.a.s.), aralarında konuştuklarını bir bir söyledi. Bunun üzerine:

    - Konuştuklarımızı kimse duymamıştı. Biz şehâdet ederiz ki, sen Allah'ın Rasûlüsün, diye şehâdet getirdiler.(333)


    l) Mekke Halkının Bîatı

    Öğle
    namazından sonra, Rasûlüllah (s.a.s.) Safâ tepesinin yüksekce bir
    yerinde oturdu. Önce erkeklerden, sonra da kadınlardan bîat aldı.
    Erkekler, İslâm ve cihâd üzerine bîat ettiler(334). Kadınlar ise
    aşağıda meâli yazılı âyet-i celîledeki esaslara uyacaklarına dâir bîat
    ettiler.

    "Ey
    Peygamber, mü'min kadınlar Allah'a hiçbir eş ortak koşmamak, hırsızlık
    yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları
    arasında bir bühtan uydurup getirmemek ve hiçbir güzel işte sana karşı
    gelmemek üzere sana biata geldiklerinde biâtlarını kabûl et, Onlara
    Allah'tan mağfiret dile, Çünkü Allah çok yargılayıcı, çok
    esirgeyicidir." (el-Mümtehine Sûresi, 12)

    Erkekler,
    Rasûlüllah (s.a.s.)'in elini tutup musâfaha ederek biât ettiler.
    Kadınlar ise sözle ve Rasûlüllah (s.a.s.)'in bulunduğu su kabına
    ellerini batırarak bîat ettiler.(335) Rasûlüllah (s.a.s.) in eli, hiç
    bir zaman yabancı bir kadının eline değmemiştir. (336)


    j) Rasûlüllah (s.a.s.)'in Ensâr'ın Endişesini Gidermesi

    Fetihten sonra ensâr kendi aralarında :

    -
    Cenâb-ı Hakk, Rasûlüne doğup büyüdüğü vatanının fethini müyesser kıldı.
    Artık bizimle döner mi, yoksa buraya mı yerleşir, diye endişelerini
    belirtmişlerdi. Rasûlüllah (s.a.s.) bunu duyunca:

    -
    Böyle bir şeyden Allah'a sığınırım. Ben memleketinize hicret ettim.
    Hayatınız, hayatım; ölümünüz ölümümdür, buyurdu. (337) Ensârın
    endişelerini giderdi.


    (315) Zâdü'l-Meâd, 2/386; İbn Hişâm, 4/38

    (316) İbn Hişâm, 4/39; Zâdü'l-Meâd, 2/387; Târih-i Din-i İslâm, 3/415

    (317) el-Buhârî, 5/89; Tecrid Tercemesi, 10/322; Târih-i Din-i İslâm, 3/417

    (318) el-Buhârî, 5/89; Tecrid Tercemesi, 10/323

    (319) el-Buhârî, 5/90; Tecrid Tercemesi, 10/235 (Hadis No: 1622); Târih-i Din-i İslâm 3/418

    (320) Tecrid Tercemesi, 10/235; Kısas-ı Enbiyâ, 1/410

    (321) el-Buhârî, 5/90; Tecrid Tercemesi, 10/235 (Hadis No:1622)

    (322) Zâdü'l-Meâd, 2/391; İbn Hişâm, 4/47; Tecrid Tercemesi, 10/332

    (323) el-Buhârî, 5/91; Tecrid Tercemesi,10/331 (Hadis No: 1624)

    (324) Zâdü'l-Meâd, 2/392; Tecrid Tercemesi, 10/332; İbn Hişâm, 4/49

    (325) el-Buhârî, 5/92; Tecrid Tercemesi, 6/132 (Hadis No: 786) ve 10/335

    (326) el-Buhârî, 5/92; Tecrid Tercemesi, 10/337 (Hadis No: 1625)

    (327) el-İsrâ Sûresi, 81

    (328) Sebe'Sûresi, 49

    (329) el-Buhârî, 5/92; Tecrid Tercemesi, 10/338 (Hadis No: 1626)

    (330)
    el-Buhârî, 5/93; Tecrid Tercemesi, 10/339 Buhârî'nin Abdullah b.
    Ömer'den rivâyetine göre, Rasûlüllah (s.a.s.) Mekke'nin fethi günü
    Kâbe'ye girdiğinde içerde namaz kılmıştır. Abdullah b. Abbas'tan
    rivâyetine göre ise namaz kılmamış sadece tekbir getirmiştir. (Buhârî,
    5/93)

    (331) İbn Hişâm, 4/54; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/252; Zâdü'l-Meâd, 2/394; Tecrid Tercemesi, 10/340-341

    (332) İbn Hîşâm, 4/55; Zâdü'l-Meâd, 2/395; Tecrid Tercemesi, 10/342

    Câhiliyet
    devrinde Kâbe'yi pazartesi ve perşembe günleri ziyarete açarlardı. Bir
    defasında Rasûlüllah (s.a.s) 'de gelmiş halkla birlikte O da içeri
    girmek istemişti. Fakat Osmân b. Talha kabalık etmiş, Rasûlüllah
    (s.a.s.)'ın içeri girmesine engel olmuştu. Rasûlüllah (s.a.s.) hiç
    kızmadan:

    -"Ya
    Osmân, yakında sen benim bu anahtarı dilediğim kişiye verebileceğim bir
    günü göreceksin..." buyurmuştu. Şimdi Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) anahtarı
    dilediğine verebilirdi. Fakat gene Osmân'a verdi. ve:

    -Yâ Osmân, sana söylediğim söz gerçekleşti mi? diye sordu. Osmân, olayı hatırladı:

    -Evet, gerçekleşti, şehâdet ederim ki sen, Allah'ın Rasûlüsün, dedi. (Zâdü'l-Meâd, 2/395; Tecrid Tercemesi, 10/342-343)

    (333) İbn Hişâm, 4/56; Zâdü'l-Meâd, 2/395; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/254

    (334) İbnü'l-Esîr, 2/252-253

    (335) Hak Dini Kur'ân Dili, 6/4916; Tecrid Tercemesi, 10/344

    (336) el-Buhârî, 6/173; Müslim, 3/1489 (Hadis No: 1866); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/254

    (337) Zâdü'l-Meâd, 2/397; Müslim, 3/1405 - 1406 (Hadis No: 1780); Tecrid Tercemesi 10/346-347



    HUNEYN GAZVESİ (6 Şevval 8 H./ 27 Ocak 630 M.)

    And olsunki, Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi
    böbürlendirdiği, fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün bütün
    genişliğine rağmen size dar gelip de bozularak gerisin geriye
    döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti."

    (et- Tevbe Sûresi, 25-26)

    Huneyn,
    Mekke ile Tâif arasında, Mekke'ye yaklaşık 16 km. mesafede bir vâdidir.
    Câhiliyet devri Arap şâirlerinin şiir müsabâkası yaptıkları
    "Zü'l-mecâz" panayırı da bu vâdi kanarında kurulurdu. Huneyn Savaşı,
    Mekke'nin fethinden on altı gün sonra (6 Şevval Cumartesi) bu vâdide
    Hevâzin Kabîlesi ve müttefikleriyle yapıldı.


    a) Savaşın Sebebi

    Hevâzin,
    Arabistan'ın en büyük kabîlelerinden biriydi. Mekke'nin
    güney-doğusundaki dağlarda yaşıyorlardı. Mekke müslümanlar tarafından
    fethedilmiş, Kâbe'deki bütün putlar kırılmıştı. Hevâzin kabîlesi bu
    durumdan endişeye düştü. Tedbir alınmazsa, aynı hâl bir gün kendi
    başlarına gelebilirdi. Kabîle başkanı genç şâir Avf oğlu Mâlik'in
    teşvikiyle hemen savaş hazırlığına başladılar. Tâif'te bulunan Sakîf
    Kabîlesi de bunlarla birleşti. Bu iki büyük kabîle (Peygamber
    Efendimizin süt annesi Halîme'nin mensup olduğu) Sa'd Oğulları gibi
    bazı küçük kabîleleri de ittifakları içine aldılar. Böylece 20 bin
    kişilik bir kuvvetle Huneyn Vâdisi'nde toplandılar. Bu harekâtı,
    ölüm-kalım savaşı sayıyorlardı. Bu sebeple kadınlarını, çocuklarını,
    bütün hayvanlarını ve kıymetli eşyalarnı da berâberlerinde getirdiler.
    Ya savaşı kazanıp, Müslümanlığı ortadan kaldıracaklar, yahut da bu
    uğurda hepsi öleceklerdi.


    b) Düşman Üzerine Yürüyüş

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) Mekke'de şehrin idâresini düzenlemekle meşguldü. Düşmanın
    Huneyn'de toplandığını öğrenince, Mekke'de Esîd oğlu Attâb'ı kaymakam
    bırakarak, 12 bin kişilik bir kuvvetle derhal düşmana karşı harekete
    geçti. Bu kuvvetin l0 bini, Mekke'nin fethi için Medine'den gelen
    mücâhidler, 2 bini ise, Mekke'nin fethinden sonra müslüman olan
    Kureyşlilerdendi. Ayrıca bunlar arasında 80 kadar da henüz müslüman
    olmamış Mekkeli müşrik vardı. Ümeyye oğlu Safvân bunlardan biriydi.

    Müslüman
    ordusu gerek sayı, gerek silâh ve teçhizat bakımından mükemmeldi.
    Şimdiye kadar hiç bu kadar mükemmel bir orduları olmamıştı. Bu durum
    müslümanların bir çoğunu gururlandırıyor, "artık bu ordu yenilmez,"
    diyorlardı.(338)

    İki
    ordu Huneyn vâdisinde karşılaştı. Müslüman ordusu Huneyn'e sabah
    karanlığında ulaşmış, vâdinin alçak kısımlarında yer alabilmişti.
    Düşman kuvvetleri ise buraya önceden gelmişler, yüksek kısımlara ve en
    elverişli yerlere yerleşerek pusu kurmuşlardı.


    c) Pusaya düşünce

    İslam
    ordusunun öncü kuvveti, yeni müslüman olan Mekke'lilerle Süleym
    Oğullarından meydana gelmişti. Velîd oğlu Hâlid'in komutasında sabah
    karanlığında pervasız ve tedbirsizce ilerlerken, pusuya düşdüler.
    Ansızın karşılaştıkları ok yağmuruyla dağılıp geri çekildiler. Alaca
    karanlıkta her taraftan düşman hücûma başladı. Öncü kuvvetlerdeki
    çekilme, gerideki birliklere de sirâyet etti. Müslümanlar daracık
    vâdide, yamaçları tutmuş olan düşmanın ok yağmuru altında neye
    uğradıklarını anlayamadılar. Şaşırıp birbirlerine girdiler. Umûmî bir
    panik başladı. Böylece o yenilmez sanılan mükemmel ordu, daha savaş
    başlamadan dağıldı, herkes kaçmağa başladı.

    Ancak
    Rasûlüllah (s.a.s.) bindiği katırı düşmana doğru sürüyordu. Sağında
    amcası Abbâs, solunda amcazâdesi Hâris oğlu Ebû Süfyân, katırın
    dizginlerini tutarak, ilerlemesine engel olmağa çalışıyorlardı(339).
    Rasûlullah (s.a.s. ) etrafında, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali,
    Üsame...gibi, ashâbın ileri gelenlerinden ancak 80-100 kişi kalmıştı.

    Bu
    âni bozgun, yeni müslüman olanlardan, henüz imânı zayıf kimselerin
    gerçek düşüncelerini ortaya çıkarıvermişti. Ebû Süfyan mânâlı bir
    tebessümle:

    - Artık bu bozgunun denize kadar önü alınamaz, demişti. Kelede:

    - Bugün sihir bozuldu, diye haykırmış, henüz müşrik olan kardeşi Safvân:

    -
    Sus, ağzın kurusun, bana Hevâzinden biri hâkim olacağına Kureyş'den
    biri olsun, diyerek kardeşini azarlamıştı? Uhud Savaşında öldürülen Ebû
    Talha'nın oğlu Şeybe ise:

    - Bugün Muhammed'den intikamım alınıyor, diyecek kadar ileri gitmişti. Mekke'de bile:

    -
    Muhammed ölmüş, ordusu dağılmış, Arablar eski dinlerine dönecekler,
    diye söylentiler çıkmış, Rasûlüllah (s.a.s. ) kaymakam bıraktığı Attâb
    b. Esîd:

    - Muhammed ölmüşse, Allah bâkidir, şerîatı duruyor, diye halkı teskine çalışmıştı.


    d) Rasûlüllah (s.a.s. )'in Metâneti ve Düşmanın Hezîmeti

    İşte böylesine tehlikeli bir anda Hz. Peygamber (s.a.s.), metânetle yerinde durup, kaçıp dağılan müslümanlara:

    -
    Ey Allah'ın kulları! Buraya geliniz. Ben Allah'ın Peygamberiyim, bunda
    yalan yok! Ben Abdülmuttalib'in torunuyum, diyordu.(340)

    Sonra Rasûlüllah (s.a.s. )'in emriyle Hz. Abbâs gür sesiyle haykırdı:

    -
    "Ey Akabe'de bîat eden ensâr! Ey, Şecere-i Rıdvân altında, geri
    dönmemek üzere bîat edip söz veren ashâb! Muhammed (s.a.s.) burada.
    O'na doğru gelin.

    Abbâs'ın
    sesini duyanlar,, derhal "Lebbeyk, lebbeyk" diyerek geri dönüp
    geldiler. Yâ Evs, Yâ Hazrec diye nidâ ederek bütün ensâr Rasûlüllah
    (s.a.s. )'in etrâfında yeniden toplandılar. Savaş bütün şiddetiyle
    yeniden başladı.(341)

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.), Cenâb-ı Hakk'a zafer ihsân etmesi için duâ ettikten
    sonra yerden bir avuç toprak alıp düşman üzerine savurdu. Düşmanlardan
    bu topraktan gözüne isâbet etmeyen hiç kimse kalmadı.(342) Cenâb-ı
    Hakk'ın yardımıyla düşman hezimete uğradı. Darmadağın olup,
    kadınlarını, çocuklarını, hayvanlarını bırakıp kaçmağa başladılar.
    Müslümanlar arkalarından kovalayıp, yetişebildiklerini öldürdüler veya
    esir ettiler. Savaşı kazanmak üzere olan düşman, mağlup oldu; yenilmek
    üzere olan Müslümanlar ise galip geldi. Savaşta müşriklerden ölenlerin
    sayısı 70'i buldu, müslümanlardan ise 4 şehid vardı.

    Kur'ân-ı Kerîm'de bu savaş şöyle anlatılmaktadır:

    "(Ey
    mü'minler), şüphesiz Allah size (Bedir, Hendek, Hudeybiye, Hayber ve
    Mekke gibi) bir çok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etti. O gün
    Çokluğunuz size gurûr vermiş, böbürlendirmişti. Fakat bu çokluğun hiç
    bir faydası olmamış, yeryüzü bütün genişliği ile başınıza dar gelmişti.
    Sonra gerisin geriye dönüp kaçmıştınız. Bu hezîmetten sonra Allah,
    Peygamberine ve mü'minlere sükûnet veren rahmetini indirdi,
    görmediğiniz askerler (melekler) gönderdi, inkâr edenleri azâba
    uğrattı. Kâfirlerin cezâsı işte budur." (et-Tevbe Sûresi, 25-26)




    (338) et-Tevbe, Sûresi, 25-26

    (339) Müslim, 3/1398 (Hadis No: 1775)

    (340) el-Buhârî, 5/99; Müslim, 3/1400 (Hadis No: 1776); Tecrid Tercemesi, 10/353

    (341) Müslim, 3/1398-1399 (Hadis No: 1775); İbn Hişâm, 4/87

    (342) Müslim, 3/1402 (Hadis No: 1ş)


    EVTÂS SAVAŞI

    Huneyn'de bozguna uğrayan düşmanın bir kısmı, bu bölgedeki Evtâs
    Vâdisi'nde toplandı. Bunların başında ihtiyar bir savaşçı olan Düreyd
    b. Simme vardı. Bir kısmı da Sakif kabîlesiyle birlikte Tâif'e çekildi.
    Bunların başında ise Hevâzin reisi Avfoğlu Mâlik bulunuyordu. Bunlar,
    hazırlıklarını tamamlayıp yeniden savaşmak istiyorlardı. Bu sebeple
    Rasûlüllah (s.a.s. ) Evtâs üzerine Ebû Mûsa'l-Eş'arî'nin amcası "Ebû
    Âmir" komutasında bir birlik gönderdi.

    Yapılan
    savaşta Düreyd öldürüldü. Ebû Âmir de şehid oldu. Ebû Âmir, yaralandığı
    zaman, kumandayı yeğeni Ebû Mûsa'l-Eş'arî'ye bırakmıştı. Ebû Mûsâ
    savaşı kazandı. Birçok esir ve ganimetle geri döndü.(343)

    Esirler
    arasında Sa'd Oğulları Kabîlesi'nden Rasûlüllah (s.a.s. )'in süt
    kardeşi "Şeymâ" da vardı. "Ben Peygamberin süt kardeşiyim" deyince, Hz.
    Peygamber (s.a.s.)'e götürdüler. Rasûl-i Ekrem Şeymâ'yı görünce tanıdı.
    Üzüntüsünden gözleri yaşardı. Hemen hırkasını serip üzerine oturttu,
    hâl-hatır sorup ikrâmda bulundu. Bir köle, bir câriye, iki deve ve bir
    mikdâr koyun vererek, isteği üzerine kabilesine gönderdi.(344)


    6- TÂİF MUHÂSARASI (Şevvâl 8 H./Şubat 630 M.)

    Huneyn
    hezîmetinden sonra Sakif Kabîlesi, memleketleri olan Tâif'e
    çekilmişlerdi. Hevâzin Kabîlesinin reisi Avf oğlu Mâlik de bunlarla
    berâberdi. Huneyn Savaşı'nın kesin sonucunu almak için Tâif'te
    toplananların da takibi gerekiyordu.

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.), Hâlid b. Velîd'i bin kişilik öncü kuvvetle Tâif'i
    muhâsara için gönderdi. Huneyn ve Evtâs'ta ele geçen ganimet ve
    esirleri Mekke'ye yaklaşık 16 km. mesâfede "Ci'râne" denilen yerde
    muhâfaza altına aldıktan sonra, kendisi de ordusuyla Tâif üzerine
    yürüdü.

    Tâif,
    Mekke'nin güney doğusunda, etrâfı yüksek kale duvarlarıyla çevrili eski
    bir şehirdi. Kale içinde bol miktarda erzâk ve silah depo edilmişti.
    Muhâsara yirmi günden fazla sürdü. Müslümanlar ilk defa bu muhâsarada,
    kale duvarlarını yıkmak için mancınık ve debbâbe denilen savaş
    âletlerini kullandılar.(345) Bu âletleri müslümanlara Sel-mân-ı Fârisî
    öğretmişti. Fakat kale duvarları çok sağlamdı. Tâifliler, duvarlar
    üzerindeki siperlerden ok atarak kaleyi savunuyorlar, gedik açılmasına
    imkân vermiyorlardı. Hatta, atılan oklarla 12 kişi şehid olmuştu. Bir
    ara Hâlid b. Velîd mubâreze için er diledi. Tâifliler:

    -
    Sana karşı çıkabilecek kimsemiz yok, erzâkımız bitinceye kadar kaleyi
    savunacağız. Sonra hep birlikte çıkıp ölünceye kadar çarpışacığız, diye
    cevâp verdiler.

    Tâiflilerin
    erzâkları tükenip teslim olmaları veya kaleden çıkmaları uzun
    sürecekti. Rasûlüllah (s.a.s). durumu, ashabı ile istişâre etti. Nevfel
    b. Muâviye:

    -
    Tilki inine kapandı. Uzun müddet sıkıştırılırsa, mecbûr olup çıkar,
    böyle bırakılsa da zarar gelmez, dedi.(346) Muhâsaranın uzamasında
    yarar görülmedi. Rasûlüllah (s.a.s. ):

    -
    Allah'ım, Sakif'e hidâyet nasip et, onları bize gönder, diye duâ
    etti.(347) Muhâsarayı kaldırıp, ganimetleri mücâhidlere dağıtmak üzere
    Ci'râne'ye döndü. Tâifliler bir sene sonra (Hicretin 9'uncu yılında)
    Medine'ye bir hey'et gönderip İslâm Dini'ni kabûl ettiklerini
    bildirdiler.


    (343) el-Buhârî, 5/101; Tecrid Tercemesi, 10/358 (Hadis No: 1629); İbn Hişâm, 4/97

    (344) Tecrid Tercemesi, 7/134; İbn Hişâm, 100-101; Târih-i Din-i İslâm, 3/454

    (345) İbn Hişâm, 4/126; Zâdü'l-Meâd, 2/462

    Mancınık: Topun icâdından önce, kale duvarlarını dövmek için iri taş ve gülle atmakta kullanılan âlet.

    Debbâbe:
    Tahtadan bir iskelet üzerine kalın deri gerilerek yapılan bir savaş
    âleti. İçine kale duvarlarını delecek askerler girip yavaş yavaş kale
    duvarı dibine kadar yaklaşırlar ve bu siperin içinde duvarı delerlerdi.
    Bu âlet, ilkel bir tank demekti.

    (346) Zâdü'l-Meâd, 2/462; Tecrid Tercemesi, 10/365 (Hadis No: 163)
    (347) Zâdü'l-Meâd, 2/463; İbn Hişâm, 4/131
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:21

    ESİRLER VE GANİMETLER

    Huneyn ve Evtâs Savaşlarında, kadın erkek 6 bin esir, 24 bin deve, 40
    bin okiyye (yaklaşık 5 ton) altın ve gümüş ve pek çok kıymetli eşyâ ele
    geçmiş, bunlar Ci'râne'de toplanmıştı. (348) O zamana kadar hiçbir
    savaşta bu kadar çok esir ve ganimet ele geçmemişti. Özellikle yeni
    Müslüman olmuş bedevî Araplar, Huneyn zaferinin ilk gününden itibâren,
    ganimet mallarını paylaştırılmasını istemişlerdi. Rasûlüllah (s.a.s.)
    ise bu mürâcaatlara:

    - Tâif'ten döndüğümüzde, diye cevâp vermişti.

    a) Esirlerin Serbest Bırakılması

    Rasûl-i
    Ekrem (s.a.s.) Tâif'ten Ci'râne'ye döndükten sonra esirleri ve ganimet
    mallarnı hemen paylaştırmadı. Esirleri kurtarmak üzere Hevâzinlilerin
    müracaatlarını bekledi.(349) Yeni müslüman olan bedevîler ise,
    kendilerine bir an önce ganimetlerin verilmesi için
    sabırsızlanıyorlardı.(350)

    Nihâyet,
    Hevâzin Kabîlesinden 14 kişilik bir hey'et geldi. Bunların çoğu bu
    esnâda müslüman olmuşlardı. Aralarında Rasûlüllah (s.a.s.)'in süt
    annesi Halîme'nin mensûb olduğu Sa'doğulları'nın temsilcileri de vardı.


    - Yâ Rasûlallah,
    biz asâlet ve aşîret sâhibi kimseliriz, başımıza geleni biliyorsunuz,
    dediler; esirlerin ve ganimet mallarının geri verilmesini istediler.
    İçlerinden Hz. Peygamber (s.a.s.)'in süt amcası Zübeyr:

    -
    Ey Allâh'ın Rasûlü, esir kadınlar arasında süt halalarınız, süt
    teyzeleriniz de var. Onlar sana çocukluğunda hizmet ettiler. Sen ise
    yardım için başvurulacak insanların en hayırlısısın... dedi.(351)
    Rasûlüllah (s.a.s.) onları dinledikten sonra:

    -
    Ben sizi bugüne kadar bekledim. Siz çok geç kaldınız. Halk etrâfımda,
    ganimetlerin paylaştırılmasını bekliyor. Şimdi siz ikisinden birini
    tercih edin. Kadınlarınızı ve çocuklarınızı mı istersiniz, yoksa
    mallarınızı mı? diye sordu. Hey'et:

    - Elbette kadınlarımızı ve çocuklarımızı isteriz. Âile şerefini hiç bir şeyle değişmeyiz, dediler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

    -
    Bana ve Abdülmuttalib oğullarının payına düşen esirler serbesttir,
    onları size bağışladım, buyurdu. Diğerlerinin de serbest bırakılması
    için, namazdan sonra, kendisini şefâatçi kılarak, müslamanlardan
    istemelerini söyledi. Hevâzin hey'eti, Rasûlüllah (s.a.s.) 'in
    öğrettiği gibi yaptılar: Öğle namazından sonra ayağa kalkıp:

    -
    Biz, Rasûlüllah (s.a.s.)'i şefâtçi kılarak, Müslüman kardeşlerimizden,
    kadınlarımızı ve çocuklarımızı bağışlamalarını istiyoruz, dediler.
    Gönülleri coşturacak sözler söylediler. Rasûlüllah (s.a.s.) Cenâb-ı
    Hakk'a hamd ve sena ettikten sonra:

    -
    Ashâbım, bana ve Abdülmuttalib oğullarının payına düşen bütün esirleri
    ben serbest bıraktım. İçinizden, kardeşlerinizin gönlünü hoş etmek,
    karşılığını Allah'dan almak isteyenler de böyle yapsın. Bedelsiz vermek
    istemeyenlere ise, Cenâb-ı Hakk'ın ihsân edeceği ilk ganimetten (her
    bir esir için 6 deve) vereceğim, buyurdu.

    Bütün müslümanlar:

    -
    Biz de hissemize düşeni, Rasûlüllah (s.a.s.)'a bağışladık, diye
    bağrıştılar. Böylece 6 bin esir bir anda kurtulmuş oldu.(352) İnsanlık
    târihinde bu olayın benzerini göstermek mümkün değildir. Bu büyüklük
    karşısında Hevâzin Kabîlesi toptan Müslüman oldu.

    Bu esnâda, kabîle reisi Mâlik Tâif'teydi. Hz. Peygamber (s.a.s.) Hevâzin heyetine:

    -
    Eğer Mâlik, gelir de Müslüman olursa,bütün âilesi ve mallarından başka
    ayrıca 100 de deve veririm, buyurdu. Mâlik bu heberi duyunca, gelip
    Müslüman oldu. Çocuklarıyla birlikte, bütün mallarını ve 100 deveyi
    alarak kabîlesine döndü. Rasûlüllah (s.a.s.) onu kabîlesine âmil (zekât
    toplama memuru) tâyin etti.(353)


    b) Ganimetlerin Taksimi

    Esirlerin hürriyete kavuşmasından sonra sıra ganimetlerin taksimine geldi. Esâsen Bedevîler:

    -
    Artık bizim de deveden, davardan hakkımızı ver, diye taşkınlık
    yapıyorlar, Rasûlüllah (s.a.s.) 'ın peşini bırakmıyorlardı. Rasûl-i
    Ekrem bunlara hitâben:

    -
    Ey nâs! Ne diye sabırsızlanıyorsunuz? Ganimet davarları, şu vâdinin
    ağaçları sayısınca bile olsa, dağıtacağım. Sonra yanındaki deveden
    aldığı bir tüyü parmaklarının arasında göstererek:

    -
    Benim sizin ganimetlerinizle, değil bir deve, şu tüy kadar bile ilgim
    yok. Aldığım beşte bir hisse de gene size (fakirlerinize)
    sarfolunmaktadır. İğne-iplik bile olsa, aldığınız her şeyi teslim
    ediniz. Çünkü kıyâmet gününde en büyük ar ve azâb vesîlesidir,
    buyurdu.(354) Sonra ganimet mallarını dağıtmağa başladı.

    Ganimetler
    beşe bölündü. Bir hisse Beytü'l-mâl için ayrıldı, dördü mücâhitlere
    paylaştırıldı. Beytü'l-mâl hissesinin tasarrufu (harcama yetkisi)
    Rasûlüllah (s.a.s.) 'e âitti.(355)


    c) Müellefe-i Kulûb

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) , Mekke'nin fethinden sonra müslüman olmuş olan Kureyş ileri
    gelenlerine ganimetten paylarına düşenden ayrı olarak, Beytü'l-mâl
    hissesinden de bol mikdârda bağışda bulundu. Bunlar uzun yıllar,
    Rasûlüllah (s.a.s.)'a düşmanlık hareketinin öncülüğünü yapmışlar,
    Mekke'nin fethinden sonra çâresiz müslüman olmuşlardı. Ancak gönülleri
    İslâm'a ısınmamıştı. Bunca yıl İslâm düşmanlığı yaptıktan sonra, bir
    anda bütün kalbiyle Müslümanlığı benimseyivermek kolay bir iş değildi.
    Kur'ân-ı Kerîm, bu gibilere "el-müellefetü kulûbühüm" adını vermekte,
    gönüllerinin kazanılması, İslâm'a ısındırılması için bunlara zekât
    verilebileceğini bildirmektedir.(356) Rasûlüllah (s.a.s.) bunları
    İslâm'a ısındırmak istedi. Çünkü bunlar nüfûzlu ve itibârlı kimselerdi,
    halk üzerindeki tesirleri büyüktü. Samîmî müslüman oldukları takdirde,
    kendilerinden faydalı hizmetler beklenebilirdi.

    "Müellefe-i
    kulûb" denilen bu kimselerin sayısı, 30 kadardı. Rasûlüllah (s.a.s.)
    bunların bir kısmına 100'er deve ile münâsip miktâr gümüş verdi. Ebû
    Süfyân ile oğlu Muâviye, Ebû Cehil'in oğlu İkrime, Amr oğlu Süheyl,
    Ümeyye oğlu Safvân, Ebû Talha oğlu Şeybe bunlardandır. Diğer kısmına
    ise, durumlarına göre 50'şer veya 40'ar deve, uygun mikdarda gümüş
    verildi.(357)


    d) Ensâr'dan bir Kısım Gençlerin Yakışıksız Sözleri

    Müellefe-i
    kulûb'a yapılan bu bağışlar, imânı zayıf olanları İslam'a ısındırmak,
    henüz imân etmemiş olanların, gerçek müslüman olmalarını sağlamak
    içindi.(358)

    Ancak, Rasûlüllah (s.a.s.)'in bu yüksek düşüncesini ensârdan bazı gençler kavrayamamıştı. Kendi aralarında:

    -
    Cenâb-ı Hak, Rasûlüne hayır ihsan buyursun, artık kendi kavmine
    kavuştu. Henüz kılıçlarımızdan Kureyş kanı damlarken, bizi bırakıp
    bütün ganimeti onlara verdi.(359) Savaş gibi zor işler olunca biz
    çağrılıyoruz, ganimete ise başkaları...(360) gibi sözlerle yakışıksız
    dedi-kodular yaptılar. Hatta münafıklardan biri:

    - Bu taksimde Allah rızası gözetilmedi, demişti. (361/1)

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) bu tür dedi-koduları duyunca son derece üzüldü. Hemen Ensâr'ın
    toplanmalarını emretti. Allah'a hamd ve senâdan sonra:

    -
    Ey Ensâr Cemâti! Siz yolunu şaşırmış müşriklerdiniz. Allah size benimle
    doğru yolu göstermedi mi? Siz tefrikaya düşmüş, birbirinize düşman
    olmuştunuz. Allah, benim hicretimle sizi kaynaştırmadı mı? Siz fakir
    idiniz. Cena-ı Hakk, benim aranıza gelmemle sizi refâha kavuşturmadı
    mı? Rasûlüllah (s.a.s.) sordukça ensâr:

    - Bütün minnet, Allah ve Rasûlüne, bütün minnet Allah ve Rasûlüne, diye cevap verdiler.(361/2). Rasûlüllah (s.a.s.) devâmla:

    -
    Ey Ensâr! Siz isteseydiniz, şöyle de cevâp verebilirdiniz: "Seni kavmin
    yalanlamıştı. Bize hicret ettin, biz seni tasdik ettik. Seni kavmin
    terk etmişti, biz sana yardım ettik. Seni kavmin kovmuştu, biz seni
    bağrımıza bastık. Sen yoksuldun, biz seni malımıza ortak ettik... Böyle
    söyleseydiniz, doğru söylemiş olurdunuz, ben de sizi tasdik
    ederdim.(362)

    Ey Ensâr! Bu ne sözdür ki tarafınızdan söylenmiş, bana kadar ulaşmıştır? buyurdu. Ensârın ileri gelenleri:

    -
    Ey Allah'ın Rasûlü, bizim büyüklerimizden hiç biri, sizi üzecek hiçbir
    söz söylememiştir. Yalnız bazı gençlerimiz, bu sözleri söylemişlerdir,
    dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s.) :

    -
    Kureyşten bazı kimselere dünyalık verdim, bunlar küfür ve şirk zamanına
    yakın olduklarından, böylece kalblerini İslâm'a ısındırmak istedim. Ey
    Ensâr! Herkes aldığı mallarla, koyun ve develerle evlerine dönerken,
    siz de Peygamberinizle dönmeğe razı olmaz mısınız? Allah'a yemin ederim
    ki, Sizin Peygamberle Medine'ye dönmeniz, onların ganimet mallarıyla
    evlerine gitmesinden çok daha hayırlıdır, buyurdu. Ensâr yaşlı
    gözlerle:

    - Râzıyız yâ Rasûlallah, biz yalnız Seninle dönmek isteriz, diye heyacânla bağrıştılar.(363) Rasûlüllah (s.a.s.) devamla:

    -
    Eğer hicret fazileti olmasaydı, ben ensârdan bir fert olmak isterdim.
    Bütün insanlar açık bir vâdiye, ensâr ise dar bir dağ yoluna girse, ben
    ensâr'ın yolunu seçer, onlarla beraber giderdim. Ey Ensâr! Siz benden
    sonra, hakkınızın çiğneneceği günler de göreceksiniz. Sabrediniz ki,
    Kevser havzı başında bana kavuşasınız, buyurdu.(364)


    e) Ci'râne Umresi ve Medine'ye Dönüş

    Ganimetlerin
    dağıtılmasından sonra, Rasûlüllah (s.a.s.) Ci'râne'de ihrâma girdi.
    Mekke'ye inip umre yaptı. Esîd oğlu Attâb'ı Mekke'ye Vâlî tayin etti .
    Muâz b. Cebel'i de Mekkelilere İslâmî hükümleri öğretmek üzere bıraktı,
    ordusuyla birlikte Zilkade ayında Medine'ye döndü.

    Çıkışı ile Medine'ye dönüşü arasında 2 ay 16 gün geçmişti.


    (348) Zâdü'l-Meâd, 2/443; Tecrid Tercemesi, 7/128 ve 10/372

    (349) el-Buhârî, 4/54 ve 5/99

    (350) Tecrid Tercemesi, 7/135 ve 10/370-372 (Hadis No: 1634)

    (351) İbn Hişâm, 4/ 131; Zâdü'l-Meâd, 2/445; Tecrid Tercemesi, 7/33

    (352)
    Bkz. el-Buhârî, 3/62; Nesâi, Sünen, 6/263 (K. Hibe, 1); Tecrid
    Tercemesi 7/128 (Hadis No: 1040); İbn Hişâm, 4/131-132; Zâdü'l-Meâd,
    2/445

    (353) İbn Hîşâm, 4/133-134; Tecrid Tercemesi, 7/141

    (354) İbn Hişâm, 4/134; Nesâi, Sünen, 6/264 (K. Hibe:1)

    (355) el-Enfâl Sûresi, 41

    (356) et-Tevbe Sûresi, 60

    (357) İbn Hîşâm, 4/135-136; Tecrid Tercemesi, 7/137 ve 8/506

    (358) Tecrid Tercemesi, 8/509 (Hadis No: 1299); Gerçekten bu bağışların hemen tesiri görülmüştür. Ebû Süfyân:

    "Anam
    babam sana fedâ olsun, bu ne büyük lütuf ve cömertlik, yâ Rasûlallah,
    Allah için sen sulh zamanında da, savaş zamanında da kerîmsin..."
    demişti.

    Bu sırada vâdide en iyi cins 100 kadar deve dolaşmaktaydı. Ümeyye oğlu Safvân onlara bakarak:

    Ne
    kadar güzel, demişti. Safvân henüz Müslüman değildi. Mekke'nin
    fethinden sonra, karâr verebilmek için iki ay mühlet istemiş,
    Rasûlüllah (s.a.s.), dört ay mühlet vermişti. Hz. Peygamber (s.a.s.),
    Safvan'ın develere imrendiğini görünce:

    -Haydi onlar da senin olsun, buyurdu. Safvân:

    -Bu
    derece lütuf ve cömertlik ancak peygamberde bulunabilir, diyerek
    verilen süreyi beklemedi, derhal Müslüman oldu. (Târih-i Din-i İslâm,
    3/459)

    (359)
    el-Buhârî, 4/59, 4/221 ve 5/104; Tecrid Tercemesi, 8/509 (Hadis No:
    1300), 10/8 (Hadis No:1520 nin izahı) ve 10/371-373 (Hadis No: 1635);
    Müslim, 3/733 K. ez-Zekât, B. 46.(Hadis No: 132/1059)

    (360) el-Buhârî, 5/106; Müslim, 2/736, K. ez. Zekât, B. 46 (Hadis No: 135/1059)

    (361/1) el-Buhârî, 5/106; Tecrid Tercemesi, 8/505 (Hadis No:1296), 8/513 (Hadis No: 1303) ve 10/373

    (361/2) el-Buhârî, 5/104; Tecrid Tercemesi, 10/373-374; Müslim 2/738, K. ez-Zekât, (Hadis No: 139/1061)

    (362) İbn Hişâm, 4/152; Tecrid Tercemesi 7/138-140 (Hadis No: 1040'ın izâhı) ve 10/374; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/271

    (363) el-Buhârî, 5/104-105; Tecrid Tercemesi, 7/139-141 ve 10/374-376; Müslim 2/736 (Hadis No: 135/1059)

    (364) el-Buhârî, 4/İ ve 5/104; Tecrid Tercemesi, 10/9 (Hadis No: 1520) ve 10/375-
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:21

    IX-HİCRETİN DOKUZUNCU YILI

    ELÇİLER YILI (Senetü'l-vüfûd)


    "Allah'ın yardımı
    ve zafer günü gelip,insanların akın akın Allah'ın dînine girdiklerini
    görünce; Rabbını överek tesbih et; O'ndan bağışlanma dile. Çünkü O,
    tevbeleri dâima kabûl edendir".

    (en-Nasr Sûresi, 1-3)

    Arabların,
    Hz. İbrâhim'in soyundan gelmeleri ve Kâbe'nin muhâfızı olmaları
    sebebiyle Kureyş'e büyük saygı ve bağlılıkları vardı. Hudeybiye Barış
    Anlaşmasıyla, Kureyş tarafından Müslümanların siyâsi varlığı tanınınca,
    Arap kabîleleri Medine'ye sefâret hey'etleri göndermeğe başlamışlardı.
    Hicretin 8'inci yılında, puta tapıcı müşrik Arapların din merkezi olan
    Mekke fethedilmiş, Kureyş Kabîlesi Müslüman olmuştu. Bunun Araplar
    üzerindeki tesiri çok büyük oldu. Müslümanlığın önünde hiç bir kuvvetin
    duramayacağını anladılar. Artık, Arabistanın her tarafında Müslümanlık
    sür'atle yayılıyordu. Arabistanın çeşitli bölgelerinde yaşayan
    kabîleler, Müslüman olmak veya Müslüman olduklarını bildirmek ve kabûl
    ettikleri İslâm Dini'nin esâslarını öğrenmek üzere, Hz. Peygambere
    heyetler gönderdiler. Bunların sayısı 70'i aşmaktadır. İlk hey'et,
    Hevâzin Kabilesi'nden Hicreti 8'inci yılında gelmişti. Son heyet ise,
    Yemen'deki Neha� Kabilesi'nden, Hicretin 11'inci yılı Şevval ayında
    gelen hey'ettir. Söz konusu sefâret hey'etlerinin çoğu, hicretin 9'uncu
    yılında gelmiştir. Bu yüzden hicretin 9'uncu yılına "Senetü'l-vüfûd"
    (Elçiler yılı) denilmiştir.

    Rasûl-i
    Ekrem, kendisine gelen bu sefâret hey'etleriyle bizzât ilgilenir,
    onlara ikrâmda bulunur, her kabîlenin hâline ve âdetlerine göre onlarla
    konuşurdu. Ayrılırken de münâsib hediyeler verir, Müslümanlığı öğretmek
    üzere onlara yetişkin öğretmenler, mürşidler gönderirdi. Rasûlüllah
    (s.a.s.) bu mürşidlere:

    - Kolaylaştırın, güçleştirmeyin. Müjdeleyin, korkutup nefret ettirmeyin (365), diye tenbihde bulunuyordu.


    Necrân Hey'eti

    Necrân,
    Yemen tarafında, Mekke'ye 7 konak mesâfede, ahâlisi Hıristiyan olan
    büyük bir şehirdi. Rasûlüllah (s.a.s.) Necrân Hıristiyanlarına bir
    mektup gönderip, ya Müslüman olmalarını, yahut da cizye vermelerini
    istemişti.(366) Bunun üzerine emirleri Abdülmesih Âkıb'ın riyâsetinde
    Medîne'ye 14 kişilik bir hey'et gönderdiler. Hey'ette, en büyük
    âlimleri Ebu'l-Hâris ile kardeşi Kürz b. Alkame de vardı. Hz. İsâ
    hakkında Rasûlüllah (s.a.s.)'le tartışmaya girdiler. Rasûlüllah
    (s.a.s.) onlara:

    -
    Gelin, çocuklarımız, kadınlarımız, hepimiz bir yerde toplanalım, Sonra,
    "Allah'ın lâneti yalancıların üzerine olsun," diye duâ ve niyâzda
    bulunalım, var mısınız, dedi.(367) Necrânlılar korktular, bu teklife
    yanaşmadılar. Cizye vermeği kabûl edip ayrıldılar.

    Râhib Ebu'l-Hâris, kardeşi Kürz ile konuşurken:

    - Yemin ederim ki, beklediğimiz ümmî peygamber budur.

    - O halde neden bunu açıkça söyleyip ona uymuyorsun?

    -
    Sebebi, bizimkilerin yaptıkları. Bize mevki, şeref ve servet verdiler.
    Eğer Müslüman olursam., bunların hepsini alırlar.(368) Kürz, bu
    konuşmayı gizli tuttu, daha sonra müslüman olunca açıkladı


    2- ŞÂİR KÂ'B'IN İSLÂM'I KABÛLÜ


    Kâ'b,
    İslâm'dan önce (câhiliye döneminde) şiirleri Kâbe duvarlarına asılan
    "Mualleka" şâirlerinden Züheyr'in oğludur. Kâ'b da babası gibi güçlü
    bir şâirdi. Fakat devâmlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) ve İslamiyeti
    hicvederdi. Bu yüzden Raûlüllah (s.a.s.)'in "yakaladığınz yerde
    öldürün" dediği kimseler arasında bulunuyordu.

    Mekke
    fethedilince, Tâif'e kaçmıştı. Tâif halkı da Müslüman olunca, sığınacak
    yer bulamadı. Kardeşi Büceyr daha önce Müslüman olmuştu. Kâ'b'a bir
    mektup yazdı. Rasûlüllah (s.a.s.) 'in, Müslüman olup af dileyenleri
    bağışladığını anlattı. Medine'ye gelip Müslüman olmasını öğütledi.
    Başka kurtuluş yolu yoktu.

    Kâ'b
    Rasûlüllah (s.a.s.) 'i öven bir şiir hazırlayıp gizlice Medineye geldi.
    Sabah namazında Mescide gidip Rasûlüllah (s.a.s.)'le birlikte sabah
    namazını kıldı. Namazdan sonra Rasûlüllah (s.a.s.) 'in önünde diz
    çökerek oturdu:

    - Yâ Rasûlallah, Kâ'b, geçmişine tevbe ederek Müslüman oldu. Huzûrunuza getirsem, onu affeder misiniz? diye sordu.

    - Evet, diye cevâb alınca kendini tanıttı.

    -
    Kâ'b bin Züheyr benim, dedi. Ensârdan biri üzerine atılıp hemen Kâb'ı
    öldürmek istedi. Fakat Hz. Rasûlüllah (s.a.s.) izin vermedi.

    - O, tevbe etti, Müslüman olarak geldi, buyurdu. Bunun üzerine Ka'b önceden hazırladığı kasidesini okumağa başladı.(369)

    "Rasûlüllah,
    her şeyin kendisiyle aydınlandığı bir nurdur, Şerri kesip atmak için
    çekilmiş Allah'ın kılıçlarından biridir." anlamındaki beyitler Rasul-i
    Ekrem (s.a.s.)'in pek hoşuna, gitmişti. Hemen bürdesini (hırkasını)
    çıkarıp, şâire giydirdi. Bu yüzden bu şiir "Kaside-i Bürde" adıyle
    şöhret buldu. (370)


    3- HATEM TÂÎ'NİN KIZI


    Tay
    kabîlesi, Müslümanlara karşı düşmanca bir tavır içinde bulunuyordu.
    Rasûlüllah (s.a.s.) 150 kişilik bir kuvvetle Hz. Ali'yi bu kabîle
    üzerine gönderdi. Hz. Ali ansızın Tay kabîlesine vardı. Burada bulunan
    puthaneyi yıkıp putu kırdı. Bir çok esir ve ganimetle Medine'ye döndü.
    Kabîle reisi meşhûr Hâtem Tâî'nin oğlu Adiyy ise Sûriye'ye kaçtı.

    Esirler arasında Hatem Tâî'nin kızı da vardı. Hz. Peygamber (s.a.s.)'e:

    -
    Yâ Rasûlallah, babam öldü, kardeşim kaçtı, fidye ödeyebilecek bir şeyim
    yok. Babam cömert bir insandı, kabîlesinin ulusuydu. Esirleri kurtarır,
    fakirleri doyurur felâkete uğrayanlara yardım ederdi. Kimseyi boş
    çevirmez, isteğini reddetmezdi. Kurtulmam için ben de sana sığınıyorum,
    dedi.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) onu serbest bıraktı. Elbise ve yol harçlığı vererek, Sûriye'ye
    kardeşinin yanına gönderdi.(371) Kız kardeşi, Adiyy'e Hz. Peygamber
    (s.a.s.)'in fazilet ve âlicenablığını anlatınca o da Medine'ye gelip
    Müslüman oldu.


    4- TEBÜK GAZVESİ (Recep 9 H./Eylül 630 M.)


    "Yakın
    bir kazanç ve normal bir yolculuk olsaydı, sana uyarlardı. Fakat
    çıkılacak yol, onlara uzak geldi. Kendilerini helâk ederek, "gücümüz
    yetseydi sizinle beraber çıkardık," diye Allah'a yemin edeceklerdir.
    Allah, onların yalancı olduklarını elbette biliyor."

    (et-Tevbe Sûresi, 42)


    Tebük,
    Medine'nin 14 konak kuzeyinde, Medine ile Şam'ın ortasında bir
    kasabadır. Buraya kadar gelindiği için bu sefere "Tebük Gazvesi"
    denilmiştir. Rasûlüllah (s.a.s.)'in bizzât katıldığı en son gazvedir.
    Tebük Seferinde savaş olmamış, fakat pek çok güçlük yenilerek kuvvetli
    bir ordu hazırlanmış, koca Bizans imparatorluğuna meydân okurcasına,
    askerî ve siyâsî büyük başarılar elde edilmiştir.


    a) Gazvenin Sebebi

    Hıristiyanlığın
    temsilcisi olan Bizans İmparatorluğu, Arabistan'ı işgal etmek
    hevesindeydi. Bunun için, Sûriye'de ve Arabistan'ın kuzeyinde bulunan
    Hıristiyan Arapları, Müslümanlara karşı savaşa hazırlıyordu.
    Müslümanlığın Araplar arasında sür'atle yayılmağa başlaması,
    Hıristiyanların taassubunu körüklüyordu.

    Bu
    sırada Medine'ye yağ tâcirleri gelmişti. Bizans İmparatorluğunun
    Gassan, Lahm, Cüzâm... gibi kabîlelerle işbirliği yaparak, Müslümanlara
    karşı büyük bir hazırlık içinde olduğunu haber verdiler. Rasûlüllah
    (s.a.s.) esâsen bu bölgeden emîn değildi. Sûriye ve Şam tarafından
    yapılacak bir baskından endişe etmekteydi. Bu haber üzerine hemen
    Bizans'a karşı seferberlik ilân etti.

    b) Sefer Hazırlığı

    Yol
    uzun, düşman kuvvetliydi. Üstelik, yaz mevsiminin en sıcak günleriydi.
    Kuraklık yüzünden kıtlık vardı. Hurmalar olgunlaşmış, hasat mevsimi
    gelmişti. Bu mevsimde hurma gölgelerini bırakıp, aç susuz uzun bir
    yolculuğu göze almak, gerçekten zordu. Nitekim, bu seferin yapıldığı
    günlere Kur'an-ı Kerim'de "sâatü'l-usre" (güçlük zamanı)
    denilmiştir.(372) Kur'ân-ı Kerîm'deki bu deyimden alınarak, bu sefere
    "Gazvetü'l-usre", orduya da "Ceyşü'l-usre" adı verilmiştir.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) sefer hazırlığı yaparken, düşmanın haber almaması için,
    maksadını gizli tutar, seferin nereye yapılacağını açıklamazdı. Bu
    seferde, gidilecek yer uzak, yolculuk zordu. Askerin buna göre
    hazırlanması için Rasûlüllah (s.a.s.) Bizans üzerine gidileceğini
    açıkça bildirdi. Bütün kabîlelere ve Mekke'ye haber gönderip gönüllü
    mücâhidlerin Medine'de toplanmalarını istedi.

    Münâfıklar
    ilk anda yan çizdiler. Akla, hayâle gelmedik bahâneler uydurup sefere
    katılmamak için izin istediler.(373) Bunlarla da kalmayıp sefere
    katılacak müslümanları caydırmaya çalıştılar.(374) Ubey oğlu Abdulllah:


    - Muhammed
    Bizans'ı ne sanıyor. O'nun ashâbıyla birlikte esir düşeceğini gözümle
    görmüşcesine biliyorum, diyordu.(375) Bedevîlerden bir kısmı da mâzeret
    uydurup izin istemişlerdi. (376) Hâlis Müslümanlar arasında bile,(377)
    bu meşakkatli yolculuğu göze almayıp ağır davrananlar ve sefere
    katılmayanlar (378) olmuştu.

    Fakat
    başta Rasûlüllah (s.a.s.) olmak üzere ashâbın azim ve gayreti bütün
    engelleri yendi. Etraftaki kabîlelerden gelen akın akın mücâhidler,
    Medine'de toplanmağa başladı. Kısa zamanda 30 bin kişilik büyük bir
    ordu toplandı. Bunun 10 bini atlı, 12 bini develiydi. Kıtlık sebebiyle
    askerin bir çoğunun techizâtı tam değildi. Rasûlüllah (s.a.s.)
    zenginlerin ordu için bağışta bulunmasını istedi. Herkes elinden
    geldiğince bağış yaptı. Kadınlar bilezik ve küpe gibi ziynet eşyalarını
    verdiler. Hz. Ebû Bekir, malının tamâmını; Hz. Ömer yarısını
    bağışladı.(379) En büyük bağışı ise Hz. Osman yaptı: Bütün silah ve
    teçhizâtıyla birlikte 300 deve ile bin dinâr altın.(380) Bu büyük
    bağışı sebebiyle Hz. Peygamber ellerini açıp:

    "Allah'ım , ben Osman'dan râzıyım, Sen de razı ol," diye duâ etmişti".(381)

    Yapılan
    bağışlarla silah ve bineği olmayan fakir mücâhidler teçhiz edildi.
    Sefere katılmak istedikleri halde, binek ve azık bulamayanlar da vardı.
    Bunlardan 7 kişi Rasûlüllah (s.a.s.)'a gelerek:

    - Ey Allah'ın Rasûlü, gazaya gitmek istiyoruz, fakat yiyecek azığımız, binecek devemiz yok, demişlerdi. Rasûl-i Ekrem:

    -
    Sizi bindirecek deve kalmadı, deyince ağlayarak ayrılmışlardı(382) Bu
    sabeple bunlara "Bekkâûn" (yani ağlayanlar) ünvanı verilmişti.(383)
    Daha sonra bunlara da binek temin edildi.(384)

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) Recep ayında bir perşembe günü Medine'den çıktı.(385)
    Ordugâhını, Medine dışında "Seniyyetü'l-vedâ" denilen ayrılık
    tepe'sinde kurdu. Hz. Ali'yi Medine'de kaymakam (vekil) bıraktı. Herkes
    sefere çıkarken Medine'de oturmak, Hz. Ali'ye ağır geliyordu. Hemen
    silahlanıp yola çıktı. Ordu Seniyyetü'l-vedâ'dan ayrılmadan yetişti.

    - Beni kadınlar ve çocuklar içinde mi bırakıyorsun? dedi. Rasûlüllah (s.a.s.):

    -
    Yâ Ali, bana nisbetle sen, (Tur'a giderken) Musâya nisbetle Harûn'un
    yerinde olmağa razı değil misin? Şu kadar ki, benden sonra Peygamber
    yoktur(386), buyurdu. Hz. Ali de Medine'ye döndü.

    c)Münâfıkların Tutumu

    Ordu,
    seniyyetü'l-vedâ'dan hareket edince, münâfıkların bir kısmı, reisleri
    Abdullah b. Übeyy ile geri döndü. Sefere katılanlar, yolculuk sırasında
    da bozguncu tutumlarını sürdürdüler. Bir konaklama sırasında
    Rasûlüllah'ın (s.a.s.) devesi Kasvâ kaybolmuştu. Münâfıklardan Zeyd b.
    Ebî Salt:

    -
    Tuhaf şey, Muhammed peygamberim der, göklerden haber verir, oysa
    devesinin nerede olduğunu bilmiyor, demişti. Bu küstahça sözleri
    Rasûlüllah (s.a.s.) duyunca:

    -
    Vallahi, ben yalnızca Allah'ın bana bildirdiklerini bilirim. Allah bana
    şimdi bildirdi. Kasvâ, şu iki dağın arkasındaki vâdîde yuları bir ağaca
    dolanıp kalmıştır. Haydi, oradan getirin, buyurdu.(387)

    Münâfıkların
    yaptıkları bütün bu mel'anetler, çevirdikleri dolaplar, sefer esnâsında
    günü gününe inen Kur'ân ayetleriyle teşhir edilmiştir.(388)
    Münâfıkların iç yüzleri ve kirli çamaşırları apaçık ortaya çıktığı için
    Tebük Seferi'ne "Gazve-i fâdıha" (Rüsvaylık gazvesi) de denilmiştir.


    d) Tebük'ten Dönüş

    Uzun
    ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Tebük'e varıldı. Fakat gerek
    Bizans, gerekse Arap kabîlelerinde hiç bir harekete rastlanmadı. 30 bin
    kişilik muazzam Müslüman ordusu Hıristiyan Arap kabîlelerini
    yıldırmıştı. Medine'ye gelen haberlerin asılsız olduğu anlaşıldı. İslâm
    ordusunun kuvvet ve azameti gösterilmiş, maksat hâsıl olmuştu. Bu
    yüzden daha fazla ileriye gitmeğe lüzûm görülmedi. Rasûlüllah (s.a.s.)
    Tebük'de bulunduğu esnâda o bölgede bulunan Eyle, Cerbâ, Ezruh,
    Dûmetü'l-cendel gibi bazı küçük Hıristiyan beylikleriyle anlaşmalar
    yaptı. Bu beylikler yıllık cizye ödeyerek İslâm hâkimiyetine girmeği
    kabûl ettiler. Müslümanlar, Tebükte 20 gün kaldıktan sonra Ramazanın
    ilk günlerinde Medine'ye döndüler.


    e) Mescid-i Dırârın Yaktırılması


    Münâfıklar,
    Kubâ Mescidi'nin yakınında bir mescid yaptılar. Maksatları, Kubâ
    Mescidi'nin cemâatini bölmek, Müslümanlar arasına ayrılık sokmaktı.
    Münâfıklardan bir hey'et Tebük seferinden dönerken Rasûlüllah
    (s.a.s.)'ı karşıladılar. Yaptıkarı mescidde namaz kılmasını ricâ
    ettiler. Ancak bu esnâda, Tevbe Sûresi'nin 107-108'inci âyetleri indi.
    İbâdet için değil, fitne ve fesât ocağı olarak yapılan bu binada
    Rasûlüllah (s.a.s.)'ın namaz kılmasına izin verilmedi. "Sakın bunların
    mescidinde namaz kılma".(389) buyruldu. Rasûlüllah (s.a.s.) Medine'ye
    dönünce, Mâlik b. Dühşem ile Ma'n b. Adiyy'e hemen bu mescidi yıkıp
    yakmalarını emretti. Onlar da derhal Rasûlüllah (s.a.s.) 'in emrini
    yerine getirdiler.(390)

    İki ay kadar sonra, münâfıkların başı olan Übeyy oğlu Abdullah öldü. Müslümanlar da onun kötülüklerinden kurtulmuş oldular.


    f) Medine'ye Giriş


    Rasûlüllah
    (s.a.s.)'in ordusu ile birlikte dönmekte olduğu Medine'de duyulunca,
    bütün halk, kadınlar ve çocuklar sokaklara döküldü. Şiirler ve
    neşîdeler söyleyerek, orduyu Seniyetü'l-vedâ'da parlak bir merâsimle
    karşıladılar.


    g) Sefere Katılmayanların Durumu

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) Medine'ye gelince doğru Mescid'e gitti, iki rek'at namaz
    kıldı. Sefer dönüşlerinde önce mescide gidip iki rek'at namaz kılmak
    âdetiydi.(391) Sonra Mescid'de oturup ziyâret ve tebrikleri kabûl etti.
    Sefere katılmamış olanların herbirinin mâzeretini dinledi, haklarında
    Allah'tan mağfiret diledi. Özürleri olmadığı halde, Tebük Seferi'ne
    iştirak etmeyen üç kişi için:

    -
    Allah hakkınızda hüküm verinceye kadar bekleyin, buyurdu. Müslümanların
    bunlarla konuşmalarını yasakladı. Tam 50 gün bunlarla kimse konuşmadı,
    kimse selâmlarını almadı. Vakitlerini üzüntü ile ve gözyaşları içinde
    geçirdiler. Sonunda, tevbelerinin kabûl edildiği bildirildi.

    (Haklarındaki
    hüküm ) geri bırakılan üç kişi ise, yeryüzü bütün genişliğiyle
    başlarına dar geldi. Vicdanları da kendilerini sıkıştırdı. Allah'a
    karşı, Allah'tan başka sığınacak bir yer olmadığını anladılar. Allah da
    eski hallerine dönmeleri için tevbelerini tabûl etti. Şüphesiz ki Allah
    tevbeleri kabûl edici ve esirgeyicidir.(392) (Tevbe Sûresi, 118)


    5- HZ. EBÛ BEKİR'İN HAC EMİRLİĞİ (Zilhicce 9H./Şubat 631 M.)


    Haccın
    sebebi olan Kâbe, Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmâil tarafından Mekke'de
    yapılmıştır. İnşâat tamamlandıktan sonra Cibrîl (a.s.), tavâfın ve hac
    ibadetinin nasıl yapılacağını amelî olarak onlara göstermiş, Hz. İsmâil
    de Hicaz halkına öğretmişler. Ancak, Hz. İbrâhim'in tebliğ ettiği dini
    hükümler zamanla unutulmuş, Mekke putperestliğin merkezi olmuştur. Hz.
    İsmâil'in öğrettiği hac usûlü yavaş yavaş değişmiş yerini
    putperestlerin haccı almıştır.

    İslâm'dan
    önce müşrik Araplar, içinde günah işlenilen elbiselerle Kâbe ziyâret
    edilemez, derlerdi. Bu sebeple Kâbe'yi çırıl çıplak tavâf ve ziyaret
    ederlerdi.(393)

    Hicretin
    9'uncu yılında hac farz kılındı.(394) Fakat o sene Rasûlüllah (s.a.s.)
    haccetmedi. Hz. Ebû Bekir'i Hac Emiri olarak Mekke'ye gönderdi.

    Hicretin
    8'inci yılında Mekke fethedilmiş, Kâbe putlardan temizlenmiş, Mekke
    halkı Müslüman olmuştu. Ancak henüz Müslüman olmayan müşrik kabîleler
    hâlâ Kâbe'yi çırıl çıplak tavâf ediyorlardı. Diğer taraftan, Hicretin
    9'uncu yılında hac, "nesî" uygulaması yüzünden belirli zamanından önce
    yapılacaktı.

    Bilindiği
    üzere, oruç, hac, kurban gibi ibâdetlerin vakitleri kamerî aylara göre
    tesbit edilir. Kamerî yıl (ay senesi), yaklaşık 354 gün, Güneş yılı ise
    yaklaşık 365 gündür. Aradaki 11 günlük fark sebebiyle, hac günleri her
    yıl yer değiştirir; bazen yaz, bazanda kış mevsimine gelir. Hac
    mevsimini çok sıcak veya çok soğuk aylara rastlatmamak, sâbit bir
    mevsimde (ilkbaharda) tutmak için Araplar üç yılda bir, seneye bir ay
    ekleyerek o yılın aylarını 13'e çıkarırlardı. Buna "nesî" deniyordu.
    Böylece hac mevsimi değişmez, fakat, aylar yer değiştirirdi. 33 senede
    bir, aylar yerine gelirdi.(395) Nitekim, Hicretin 10'uncu yılında
    kamerî aylar aslî yerine geldiler. Kur'an-ı Kerîm, müşrik Arapların bu
    çirkin âdetini yasaklamıştır.(396)

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.) hac farizasını aslî günlerinde edâ etmek
    istediğinden o yıl hacca gitmedi. Hz. Ebû Bekir'i Hac Emiri tâyin etti.
    Medine'den hacca gitmek isteyen 300 kişi de Hz. Ebû Bekir'le gittiler.

    Hz.
    Ebû Bekir yola çıktıktan sonra, müşriklerle münâsebetleri düzenleyen
    hükümler indi.(397) Bunların müşriklere duyurulması gerekiyordu.
    Rasûlüllah (s.a.s.) Hz. Ali'yi de bu iş için gönderdi. Hz. Ali yolda
    Hz. Ebû Bekir'e yetişti.

    - Hac Emiri yine sensin, ben Tevbe Sûresi'nin yeni inen ilk âyetlerindeki hükümleri müşriklere tebliğ ile görevliyim, dedi.

    Hz.
    Ebû Bekir, Zilhicce'nin 8'inci günü Mekke'de bir hutbe okuyarak, haccın
    nasıl yapılacağını anlattı. Müslümanlar, Hz. Ebû Bekir'in anlattığı
    şekilde haccettiler. Müşrikler kendi bildiklerini yaptılar.

    Hz.
    Ali ise, Zilhicce'nin 10'uncu günü Mina'da bir hutbe okudu.
    Hz.Peygamber (s.a.s.) tarafından gönderildiğini bildirdi. Tevbe
    Sûresi'nin ilk âyetlerini yüksek sesle okuduktan sonra:

    1- Müslümanlardan başka hiç kimse Cennete giremez.

    2- Bu yıldan sonra hiç bir müşrik Kâbe'ye yaklaştırılmayacak.

    3- Hiç kimse Kâbe'yi çıplak tavâf etmeyecek.

    4- Kimin Hz. Peygamber (s.a.s.)'le anlaşması varsa, müddeti bitinceye kadar ona uyulacak, dedi.(398)

    Bu ilândan sonra çok geçmedi. Bütün Arabistan Müslüman oldu. O yıldan sonra da hiç bir müşrik Mekke'ye bırakılmadı.


    (365) el-Buhârî 1/25 ve 4/26; Tecrid Tercemesi, 1/65 (Hadis No: 63)

    (366) Zâdü'l-Meâd, 3/81

    (367) Âl-i İmrân Sûresi, 61; Tecrid Tercemesi, 10/412-414 (Hadis No:1650)

    (368) Zâdü'l-Meâd, 3/80

    (369) İbn Hişâm, 4/144-158; Târih-i Din-i İslâm, 4/ı-445

    (370)
    Bu hırka Kâ'b'ın ölümünden sonra mirâscıları tarafından 20 bin dirhem
    (yaklaşık 60 kg.) gümüş karşılığında Emevî Devletinin kurucusu
    Muâviye'ye satılmıştır. Emevîlerden Abbâsilere, Mısırın Yavuz Sultan
    Selim tarafından feth edilmesiyle de "Mukaddes emânetler" arasında
    Osmanlılara geçti. Halen Topkapı Sarayı Müzesi "Hırka-i Saâdet
    Dâiresi"nde, III. Murat tarafından yaptırılmış olan mahfaza içinde
    korunmaktadır.

    (371) İbn Hişâm, 4/226; Târih-i Din-i İslâm, 3/481

    (372) et-Tevbe Sûresi, 117; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/277; Tecrid Tercemesi, 10/445-446

    (373) Bkz. et-Tevbe Sûresi, 49; Tecrid Tercemesi, 10/446-447

    (374) Bkz. et-Tevbe Sûresi, 81

    (375) Târih-i Din-i İslâm, 3/485

    (376) Bkz.et-Tevbe Sûresi, 91

    (377) Bkz. et-Tevbe Sûresi,38-39

    (378) Bkz. et-Tevbe Sûresi, 117-118

    (379) Târih-i Din-i İslâm, 3/483; İbnü'l Esîr, a.g.e., 2/227; Tecrid Tercemesi, 10/450

    (380) Zâdü'l-Meâd, 3/3; bkz. Buhârî, 3/198 ve 4/202; Tecrid Tercemesi, 8/275 (Hadis No: 1174)

    (381) İbn Hişâm, 4/161; Tecrid Tercemesi, 10/450

    (382) et-Tevbe Sûresi, 92; Tecrid Tercemesi, 10/451

    (383) İbn Hişâm, 4/161; Zâdü'l-Meâd, 3/3-4; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/277

    (384) Bu yediden biri olan Ulbe bin Zeyd, bir gece teheccüt namazından sonra göz yaşlarıyla şöye niyâz etmişti:

    -"Allah'ım!
    Sen cihâdı emrettin ve ona bizi teşvik ettin. Fakat, Peygamberinle
    birlikte gazaya gitme kudretini bana vermediğin gibi, Peygamberinin
    elinde beni bindirecek binek de bırakmadın. Allah'ım Sen bilirsin ki,
    ben üzerime düşen mal, can ve nâmus borcunu her bâdirede veren bir
    kulunum."

    Sabah namazından sonra Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

    Bu
    gece mal, can sadakası veren nerede, diye sordu. Kimse cevâp
    vermeyince; ikinci defa sordu. Bunun üzerine Ulbe kalktı. Rasûlüllah
    (s.a.s.): Müjde sana ey Ulbe, yemin ederim ki sen zekât ve sadakaları
    kabul olunanlar divânına yazıldın, buyurdu. (Zâdü'l-Meâd, 3/4; Tecrid
    Tercemesi, 10/455; ibn Hişâm, 4/161)

    (385) el-Buhârî, 4/6; Riyazüs-Sâlihîn Tercemesi, 2/310 (Hadis No: 960)

    (386) el-Buhârî, 5/129; İbn-Hişâm, 4/163; Tecrid Tercemesi, 10/456 (Hadis No:1658)

    (387) İbn Hişâm, 4/166; Zâdü'l-Meâd, 3/7; Tecrid Tercemesi, 10/457; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/279

    (388) Bkz. et-Tevbe Sûresi, 66-68

    (389) Bkz. Tevbe Sûresi, 107-108

    (390) İbnHişâm, 4/173-174; Zâdü'l-Meâd, 3/19; Tecrid Tercemesi, 5/377-378

    (391) el-Buhârî 4/40; Tecrid Tercemesi, 8/497 (Hadis No: 1287)

    (392)
    Bu üç kişinin geçirdikleri çok sıkıntılı 50 günün tafsilâtı için bkz.
    el-Buhârî, 5/130-135; Tecrid Tercemesi, 10/464-485 (Hadis No: 1659);
    Riyâzü's-Sâlihin Tercemesi, 1/27 (Hadis No: 21)

    (393) el-Hakayık, 1/67; Tecrid Tercemes, 6/45 ve 6/156 (Hadis No: 803)

    (394) Bkz. Âl�i İmrân Sûresi, 97

    (395) Bkz. Hak Dini Kur'ân Dili, 3/2532; M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, 2/87-94

    (396) Bkz. et-Tevbe Sûresi, 37

    (397) Bkz. et-Tevbe Sûresi, 1-36; Tecrid Tercemesi, 2/245-248 (Hadis No: 240 ve izahı)

    (398) İbn Hişâm, 4/190-191



    X- HİCRETİN ONUNCU YILI

    1- PEYGAMBERİMİZİN OĞLU İBRÂHİM'İN ÖLÜMÜ

    (8 Şevval 10 H./7 Ocak 632 M.)

    İbrâhim,
    Peygamber (s.a.s.) Efendimizin 7'inci çocuğudur. Diğer 6 çocuğunun
    hepsi de, ilk eşi Hz. Hatice'den olmuştu. İbrâhim ise Mısırlı
    Mâriye'den doğmuştur.

    İbrâhim,
    Hicretin 8'inci yılı Zilhicce ayında doğmuştu. İki yaşını doldurmadan
    öldü. Rasûlüllah (s.a.s.) İbrâhim'i öper koklardı. Ölürken gözleri
    yaşardı. Avf oğlu Abdurrahman:

    - Ey Allah'ın Rasûlü, sen de mi ağlıyorsun? "Oysa ölüye ağlamayı men etmiştin," dedi. Rasûlüllah (s.a.s.):

    Ben,
    bağırıp çağırmayı, üst-baş yırtmayı men ettim. Bu ise, Allah'ın
    kullarının kalbine koyduğu şefkattir. Göz ağlar, kalb mahzûn olur. Biz,
    Rabbımızın rızâsına uygun olmayan söz söylemeyiz. Ey İbrâhim, seni
    kaybetmekten dolayı hüzün içindeyiz, buyurdu.(399)

    -
    İbrâhim benim oğlumdur. O henüz annesini emerken öldü. Cennette iki süt
    anne, onun süt müddetini tamamlayacaklardır, dedi.(400)

    İbrâhim,
    Bakî Kabristanı'na defnedildi. Kabrinin üstüne Rasûlüllah (s.a.s.) bir
    kırba su döktürdü. (401) Faydası da yok, zararı da, fakat diriyi tatmin
    eder, buyurdu.

    İbrâhimin öldüğü gün (7 Ocak 632 saat: 8.30'da)(402) güneş tutulmuştu. Halk.

    - İbrâhim'in ölümünden dolayı Güneş tutuldu, dediler. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem:

    -
    Güneş ve ay, Allah'ın kudretini gösteren alâmetlerdendir. Hiç kimsenin
    ölümünden veya doğumundan dolayı tutulmazlar. Siz bu olayla
    karşılaştığınız zaman, namaz kılıp duâ edin, buyurdu.(403)


    2- VEDÂ HACCI (Zilhicce 10 H/Mart 632 M.)


    "Bugün,
    inkâr edenler, sizi dininizden etmekten ümitlerini kesmişlerdir. Artık
    onlardan korkmayın, Ben'den korkun. Bu gün dininizi kemâle erdirdim,
    üzerinize olan nimetimi tamamladım. Din olarak, sizin için İslâm'ı
    seçip ondan hoşnut oldum."

    (el -Mâide Sûresi, 3)

    Vedâ,
    bir yerden ayrılan kimse ile geride kalanların birbirlerine karşılıklı
    esenlik dilemeleri demektir. Peygamber Efendimiz, Arafat'ta irâd ettiği
    hutbesinde, dünya hayâtından ayrılmasının yaklaştığına işâret ederek,
    ashabıyla vedâlaştığı için, bu haccına "Vedâ Haccı" denilmiştir. Henüz
    farz kılınmadan, Hicretten önce Rasûlüllah (s.a.s.) bir çokdefa
    haccetmişti. Medine'ye hicretinden sonra Vedâ Haccı ilk ve son haccı
    odu. Bu haccından 81 veya 82 gün sonra vefât etti.

    Hicretin
    10'uncu yılı Müslümanlık bütün Arabistan'a yayılmıştı. Rasûlüllah
    (s.a.s.) Zilkade ayında Hac farîzasını edâ etmek için Mekke'ye
    gideceğini ilân etti. O'nunla birlikte haccetmek isteyen müslümanlar
    Medine'de toplanmağa başladılar. (404)

    Rasûl-i
    Ekrem (s.a.s) 25 Zilkade (22 Şubat 632) Cumartesi günü öğle namazını
    kıldıktan sonra, ashâbıyla birlikte Medine'den çıktı. Kızı Fâtıma ve
    bütün zevceleri de beraberinde bulunuyordu. İkindi namazını, seferî
    olarak Zülhuleyfe'de kıldı, geceyi de burada geçirdi. Ertesi gün (26
    Zilkade) gusletti hac ve umre için niyyet ve telbiye yaparak ihrâma
    girdi. Öğle namazını da burada kıldıktan sonra yola çıkıldı.(405)

    Hz.
    Peygamber (s.a.s.)'le birlikte Haccedebilmek için Medine'de
    toplananların sayısı 100 bine yaklaşmıştı. Yol boyunca katılanlar ve
    doğrudan Mekke'ye gidenlerle haccedeceklerin sayısı 124 bine ulaşmıştı.
    Bu muazzam kalabalık, Rasûlüllah (s.a.s.)'ın etrafında bir insan seli
    gibi dalgalana dalgalana ilerliyor, "Allâhü ekber ve Lebbeyk Allâhümme
    lebbeyk" nidâlarıyla dağ taş inliyordu.

    Yolculuk
    10 gün sürdü. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) 4 Zilhicce pazar günü Mekke'ye
    vardı. Kâbeyi usûlüne göre tavâf etti. Safâ ve Merve arasında sa'y
    yaptı. Pazartesi, salı ve çarşamba günlerini de Mekke'de geçirdi,
    "Yevm-i terviye" denilen 8 Zilhicce perşembe günü sabah namazını
    Mescid-i Harâm'da kıldıktan sonra, devesine binip bütün hacılarla
    birlikte "Mina" ya hareket etti. O gün burada kaldı. Öğle, ikindi,
    akşam, yatsı ve ertesi günün sabah namazlarını burada kıldı. Arefe günü
    (9 Zilhicce cuma) sabahı, güneş doğduktan sonra devesine binip Arafat'a
    çıktı. "Nemire" denilen yerde kurulan çadırında bir müddet dinlendi.
    Öğle vakti olunca, devesine binip Arafat Vâdisi'nin ortasına geldi.
    kendisini dinlemek üzere 124 bin müslüman, etrâfında toplanmıştı.
    Rasûlüllah (s.a.s.) burada, onların şahsında bütün insanlığı "Vedâ
    Hutbesi" diye meşhûr olan insanlık târihinin en etkili ve önemli
    hutbesini irâdetti.

    Câhiliyet
    devrinde, Arabistan'da kuvvetli zayıfı ezerdi. Can, mal ve ırz
    güvenliği yoktu. Fâizcilik yüzünden fakirler, zenginlerin kölesi hâline
    gelmişti. Kadınlara insan değeri verilmez, erkeklerin malı sayılırdı.
    Kan gütme yüzünden, karşılıklı öldürmelerin sonu gelmez, bulunamayan
    suçlunun cezâsını, âilesinden ele geçen çekerdi. Rasûlüllah (s.a.s.),
    Vedâ Hutbesi'yle Câhiliyet Devrinin bütün bu kötülüklerini yasakladı.
    Bütün insanların eşit olduğunu, Allah katında üstünlüğün ancak takvâ
    ile olduğunu anlattı. "Müslümanlar kardeştir." buyurdu. Hutbe, her
    taraftan duyalabilmesi için, gür sesli sahabîler tarafından cümle cümle
    tekrâr edildi. Hutbe'den sonra Rasûlüllah (s.a.s.) takdim edilen bir
    bardak sütü içti, oruçlu olmadığını ashâbına gösterdi.(406) Öğle ve
    ikindi namazlarını birlikte (cem-i takdîm ile) kıldırıldı.(407) İki
    vaktin farzları arasındaki sünnetleri kılmadı. Sonra devesine binip
    "Cebel-i Rahme" denilen tepeye ilerledi. Bu tepenin eteğinde, devesi
    üstünde kıbleye yöneldi. Güneş batıncaya kadar duâ edip vakfe yaptı.
    Dinî hükümlerin tamamlandığını bildiren âyet de bu esnada indi.(408)

    "Bugün
    kâfirler dininizi yok etmekten ümitlerini kestiler. Artık onlardan
    korkmayın, Benden korkun. Bugün, sizin dininizi kemâle erdirdim,
    üzerindeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmı' seçip ondan
    hoşnûd oldum".(409)

    Güneş
    battıktan sonra Hz. peygamber (s.a.s.) Arafattan ayrıldı. Akşam ve
    yatsı namazlarını Müzdelife'de birlikte (cem-i tehîr) ile kıldı.(410)
    Geceyi burada geçirdi. Sabah namazından sonra Meş'ar-ı harâm'da hava
    aydınlanıncaya kadar vakfe yaptı. Güneş doğmadan Mina'ya hareket etti.
    Burada Akabe Cemresi'ne taş atarken:

    "Ey
    nâs, din işlerinde aşırılıktan sakının. Sizden önceki ümmetlerin
    helâkine sebep, din işlerinde taşkınlık göstermeleridir." (411)
    buyurdu.

    Rasûl-i
    Ekrem (s.a.s.), kurban bayramının 1 ve 2'inci günlerinde (10 ve 11
    Zilhicce) birer hutbe de Mina'da okudu. "Hac ibâdetini, Benden
    gördüğünüz gibi ifa edin," buyurdu.(412) Kurban edilmek üzere
    hazırlanan 100 deveden 63'ünü bizzât kesti. Kalan 37'yi de Hz. Ali'ye
    kestirdi. Her birinden birer parça et alınıp pişirildi. Kalanı da
    fakirlere dağıtıldı. Sonra Rasûlüllah (s.a.s.) tıraş olup ihramdan
    çıktı. Mekke'ye inip ziyâret tavâfını yaptıktan sonra tekrar Minaya
    döndü. Bayram günlerini Mina'da geçirdi. Haccın diğer menâsikini yerine
    getirdi. Bayramın dördüncü günü Mekke'ye geldi. Vedâ Tavâfı'nı
    yaptıktan sonra 14 Zilhicce Çarşamba günü Mekke'den ayrılıp Medine'ye
    dödü.


    3- VEDÂ HUTBESİ


    (9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)

    Peygamberimiz
    Hz. Muhammet (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden
    sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin
    Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitabetti.

    "Hamd
    Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime
    hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de
    kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh
    yoktur. Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet
    ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür (413/1)

    Ey Nâs! Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha berâber olamayacağım.

    İnsanlar!
    Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir
    ay, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir ise, canlarınız,
    mallarınız, nâmus ve şerefiniz de öylece mukaddestir; her türlü
    tecâvüzden masûndur.(413/2)

    Ashâbım!
    Yarın rabbınıza kavuşacaksınız. Bugünkü her hâl ve hareketinizden
    muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de
    birbirinizin boynunu vurmayınız.(413/3) Bu vasiyyetimi burada
    bulunanlar, bulunmayanlara bildirsinler. Olabilir ki, bildirilen kimse,
    burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak hıfzetmiş olur. (414)

    Ashâbım!
    Kimin yanında bir emânet varsa, onu sâhibine versin . Fâizin her çeşidi
    kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat aldığınız borcun aslını
    ödemek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle
    bundan böyle fâizcilik yasaktır. Câhiliyetten kalma bu çirkin âdetin
    her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de
    Abdülmuttalib'in oğlu amcam Abbas'ın fâiz alacağıdır. (415/1)

    Ashâbım!
    Câhiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır.
    Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalib'in torunu (amcalarımdan
    Hâris'in oğlu) Rabîanın kan davasıdır(415/2)

    Ey
    Nâs! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkmanızı
    tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emâneti olarak aldınız. Onların
    nâmus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin
    kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.
    Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, âile nâmusu ve şerefinizi kimseye
    çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz râzı olmadığnız kimseleri
    âile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz.
    Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, örfe göre her türlü (meşru
    ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir. (416)

    Mü'minler!
    Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç
    şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allah'ın kitabı Kur'ân ve O'nun
    Peygamberinin sünnetidir. (417)

    Ey
    Nâs! Devâmlı dönmekte olan zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı
    günkü duruma dönmüştür. Bir yıl, l2 aydır. bunlardan 4'ü Zilkade,
    Zilhicce, Muharrem ve Recep hürmetli aylardır.(418)

    Ashâbım!
    Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfûz ve saltanatını
    kurma gücünü ebedî olarak kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım bu
    şeyler dışında, küçük gördüğünüz şeylerde ona uyarsanız, bu da onu
    sevindirir. ona cesâret verir. Dininizi korumak için bunlardan da uzak
    kalınız. (419)

    Mü'minler!
    Sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbınız birdir, babanız birdir.
    Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin
    başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük,
    ancak takvâ iledir.(420) Müslüman müslümanın kardeşidir. Böylece bütün
    müslümanlar kardeştir. Gönül hoşluğu ile kendisi vermedikçe, başkasının
    hakkına el uzatmak helâl değildir. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyin.
    Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır. Bu nasihatlarımı burada
    bulunanlar, bulunmayanlara tebliğ etsinler.(421)

    Ey
    Nâs! Cenâb-ı Hak Kur'an da her hak sahibine hakkını vermiştir. Mirâsçı
    için ayrıca vasiyyet etmeye gerek yoktur. (422)Çocuk kimin döşeğinde
    doğmuşsa, ona âittir. Zina eden için ise mahrûmiyet vardır. Babasından
    başkasına soy (neseb) iddiâsına kalkışan soysuz, yahut efendisinden
    başkasına intisâba yeltenen nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin
    lânetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın. Cenâb-ı Hak böylesi
    insanların ne tevbelerini ne de adâlet ve şâhitliklerini kabûl
    eder.(423)

    Ashabım!
    Alllah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun,
    malınızın zekatını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbınızın
    Cennetine girersiniz.(424)

    Ey Nâs! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? Ashâbı kiram:

    -
    Allah'ın dinini teblîg ettin, vazîfeni hakkıyla yaptın, bize nasihat ve
    vasiyette bulundun, diye şehadet ederiz, dediler. Rasûlüllah (s.a.s.)
    mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemâat üzerine çevirip
    indirdikten sonra üç defa:

    - Şâhid ol Yâ Rab! Şâhid ol Yâ Rab! Şâhid ol Yâ Rab! buyurdu".(425)



    (399) el-Buhârî, 2/285; Tecrid Tercemesi, 4/548 (Hadis No: 646)

    (400) Müslim, 4/43 (K. Fedâil, 63); el-Buhârî, 2/104; Tecrid Tercemesi, 4/748 (Hadis No: 679)

    (401) Aynî, Umdetü'l-Kâri, 4/115; Tecrid Tercemesi, 4/551

    (402) Asr-ı Seadet, 1/191; Tecrid Tercemesi, 2/245-248 Hadis No: 240 ve izahı.

    (403) el-Buhârî, 2/29-30; Tecrid Tercemesi, 3/428 (Hadis No: 547)

    (404) Müslim, 2/887, K. Hac B. Haccetü'n-Nebiy (Hadis No: 1218)

    (405)
    el-Buhârî, 2/146; Tecrid Tercemesi, 6/100-101 (Hadis No: 767) ve 6/106
    (Hadis No: 769); Zâdü'l-Meâd, 1/369; Tecrid Tercemesi, 10/426

    (406) el-Buhârî, 2/173; Tecrid Tercemesi, 6/169 (Hadis No: 811)

    (407) Cem-i takdim: İkincisinin henüz vakti girmeden, iki vakit namazı birlikte kılmaktır.

    (408) el-Buhârî, 1/16; Tecrid Tercemesi, 1/45 (Hadis No: 42 ve 10/435)

    (409)
    el-Mâide Sûresi, 3; Bu âyet en son inen ahkâm âyetidir. Bir gün sonra
    (10 Zilhicce) Mina'da inen "Allah'a döndürüleceğiniz ve sonra
    haksızlığa uğramadan herkesin kazandığının tastamam verileceği günden
    korkunuz" (el-Bakara Sûresi, 282) anlamındaki âyetle Kur'ân-ı Kerim
    tamamland. Bundan sonra dinî hükümlerde hiç bir ziyâde ve değişme
    (nesh) olmadı. 81 gün sonra Rasûlüllah (s.a.s.) vefât etti. (bkz. Hamdi
    Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 2/1569)

    (410) Cem-i tehîr: Birincisinin vakti çıktıktan sonra, iki vaktin namazını birlikte kılmaktır.

    (411) İbn Mâce, es�Sünen, 2/1008 (Hadis No: 3029); Zâdü'l-Meâd, l/473; Tecrid Tercemesi, 10/436

    (412) Zâdü'l-Meâd, l/475; Tecrid Tercemesi, 10/437; Müslim, 2/943, (Hadis No: 1297)

    (413/1) Müslim 2/593 (Hadis No: 868); Ebû Dâvûd, 1/252 (Hadis No: 1097); İbn Mâce, 1/610 (Hadis No: 1892-1893)

    (413/2)
    el-Buhârî, 1/24; Tecrid Tercemesi, 1/63 (Hadis No: 61);
    Riyâzü's-Sâlihîn Tercemesi, 1/253 (Hadis No: 203); Beyhakî,
    es-Sünen'ü'l Kübra, 5/274; İbn Hişâm, 4/250

    (413/3)
    el-Buhârî, 1/38; Tecrid Tercemesi, 1/99 (Hadis No: 101);
    Riyazüs'Sâlihîn Tercemesi, 2/111 (Hadis No: 701); İbn Hişâm, 4/250

    (414)
    el-Buhârî, 5/126-127; Müslim, 2/889 (Hadis No: 1218); Beyhakî, Sünen,
    5/140, Haydarabad, 1352; Tecrid Tercemesi, 10/437 (Hadis No: 1654)
    Riyâzü's-Sâlihîn Tercemesi, 1/260-262 (Hadis No: 211)

    (415/1) Müslim, 2/889 (Hadis No: 1218); Ebû Dâvûd, 1/442 (Hadis No: 1905); Beyhakî, 5/275; İbn Hişâm, 4/251

    (415/2)
    Ebû Dâvûd, 2/219, (Hadis No: 3334); İbn Hişâm, 4/251; Rabîa, oğluna süt
    anne bulmak için Sa'd Oğulları kabîlesine gittiğinde Hüzeyl onu
    öldürmüştü. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz koyduğu yasakları önce kendi
    yakınlarında uygulamıştır.

    (416)
    Tirmizî, 3/467, (Hadis No: 1163); Ebû Dâvûd, 1/442 (Hadis No: 1905);
    İbn Mâce, 1/594 (Hadis No: 1851); Riyâzü's-Sâlihin Tercemesi, 1/318-319
    (Hadis No: 274); İbn Hişâm, 4/251

    (417)
    Mâlik, el-Muvatta, 2/899 (Kader, 3); Müslim, 2/889-890 (Hadis No:
    1218); Ebû Dâvûd, 1/442 (Hadis No: 1905); et-Tirmizî, 5/662-663 Hadis
    No: 3786, 3788); İbn Mâce, 2/1025 (Hadis No: 3074)

    (418) el-Buhârî, 4/126-127; Tecrid Tercemesi, 10/437-330 (Hadis No: 1654); İbn Hişâm, 4/251

    (419) İbn Hişâm, 4/251

    (420) Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/411 Kahire, 1313; Mecmau'z-Zevâid, 3/266 ve 8/84, Beyrut, 1967

    (421) el-Buhârî, 1/35

    (422) Ebû Dâvûd, 2/103 (Hadis No: 2870)

    (423) İbn Hîşâm, 4/253

    (424) et-Tirmizi, es-Sünen, 2/516 (Hadis No: 616); Riyâzü's-sâlihîn, 1/106 (Hadis No: 73)

    (425) Müslim, 2/890 (Hadis No: 1218); Ebû Dâvûd, 1/442 (Hadis No: 1905); İbn Hişâm, 4/250-253; Tecrid Tercemesi, 10/431-434
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:21

    HİCRETİN ONBİRİNCİ YILI OLAYLARI

    1- MÜSLÜMANLIĞIN ARABİSTANDA YAYILMASI VE DİNİN TAMAMLANMASI

    "Bütün
    dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi (Kur'ân)
    ve Hak Din İslâm ile gönderen O'dur. Şâhit olarak Allah yeter."

    (el-Fetih Sûresi, 28)

    Müslümanlık
    Mekke'de doğdu, Medine'de gelişti. Hudeybiye Barış Anlaşmasından sonra,
    Medine dışında yayılmağa başladı. Mekke'nin fethinden sonra, her
    taraftan Arap kabîleleri fevc fevc Medine'ye gelip Müslümanlığı kabûl
    etliler. Kısa zamanda, Allah'ın yardımıyla Arabistan baştan başa
    Müslüman oldu. Sayıları çok az Mûsevî ve Hıristiyandan başka yarımadada
    Müslüman olmayan kabîle kalmadı. Her tarafta ezan sesi, "Allâh'u ekber"
    sadâsı yükseldi. Bu başarı şüphesiz Allah'ın yardımının bir sonucuydu.
    Kur'ân-ı Kerîm bunu şöyle anlatıyor:

    "Ey
    Muhammed, Allah'ın yardımı ve fetih günü gelip, insanların akın akın
    Allah'ın dinine girdiklerini görünce, hemen Rabbını hamd ile tesbîh et.
    Şüphesiz O, tevbeleri kabûl edendir." (en-Nasr Sûresi, 1-3)

    İslâm'ın
    zaferinin ve tamamlanmasının yaklaştığını bildiren bu sûre, Kur'ân-ı
    Kerîm'in bütün olarak inen son sûresidir.(426) Mekke'nin fethinden önce
    inmiştir.

    Dinin
    tamamlanması, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in görevinin bitmesi demekti. Bu
    sebeple Rasûlüllah (s.a.s.) bu sûre inince, "bana vefâtım haber
    verildi." buyurmuştur.(427)

    Vedâ
    Haccında, arafe günü Arafat'da, dinin kemâle erdiğini bildiren "son
    ahkâm âyeti"(428) vahyedilmiş; ertesi gün Mina'da son âyet(429) inmiş,
    Kur'ân-ı Kerîm tamamlanmıştı. Bütün bunlar, aziz Peygamberimiz Hz.
    Muhammed (s.a.s.)'in vefâtının yaklaştığını gösteriyordu. Nitekim, Vedâ
    Hutbesinde, "belki burada sizinle ebedî olarak bir daha berâber
    olamayacağım," (430) buyurarak ashâbıyla vadâlaşmıştı.


    2- RASÛLULLLAH (S.A.S.)'IN HASTALANMASI VE İRTİHÂLİ


    "Ya Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler".

    (ez-Zümer Sûresi, 30)

    Vedâ
    Haccından döndükten sonra, Hz. Peygamber (s.a.s.) Uhud şehidlerini
    ziyâret edip cenâze namazlarını kıldı. Bunlar, cenâze namazları
    kılınmadan defnedilmişlerdi.(431) Hastalanmasından bir gün önce de,
    Medine'nin "Cennetü'l-Bâkî" denilen kabristanını ziyâret etmiş, burada
    defnedilmiş olan müslümanlar için duâ etmişti. Sevgili Peygamberimiz
    (s.a.s), böylece ümmetinden hayatta olanlarla vedâlaştığı gibi, sanki
    ölenleriyle de vedâlaşmıştı.

    Hastalığı
    esnâsında, kızı Hz. Fâtıma'ya gizli bir şey söylemiş, Hz. Fâtıma
    ağlamıştı. Daha sonra kulağına tekrar birşey daha söyleyince gülmüştü.
    Hz. Fâtıma bunun sebebini, Rasûlüllah (s.a.s.)in vefâtından sonra şöyle
    açıkladı. Rasûl-i Ekrem(s.a.s.):

    -Kızım,
    her yıl Ramazan ayında Cibrîl, Kur'an-ı Kerîm'i (o zamana kadar inmiş
    olan kısmını) benimle bir kere mukabele ederdi. Bu yıl iki defa
    mukabele etti. Sanıyorum, ecelim yaklaştı, buyurdu. Bunu duyunca
    ağladım. Sonra, ev halkı içinden kendisine ilk olarak benim ulaşacağımı
    söyledi. O zaman da güldüm.(432)

    Gerçekten
    Hz. Fâtıma, Rasûlüllah (s.a.s.)dan 6 ay sonra vefât etti.(433) Ehl-i
    Beyti'nden Rasûlüllah (s.a.s.)'e ilk kavuşan O oldu.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) Bâkî kabristanından döndüğü gece (19 Safer Çarşamba günü)
    hastalandı. Hastalığı 13 gün sürdü. 1 Rabiülevvel Pazartesi günü
    öğleden sonra vefât etti.

    Hastalığının
    ilk beş gününü hanımlarının nöbetinde geçirdi. Gün geçtikce
    ağırlaşıyor, gücü azalıyordu. Bu yüzden, her gün ayrı bir yere gitmeyip
    Hz. Aişe'nin odasında kalmayı arzu ediyor, fakat eşlerinden hiç birinin
    gönlünü kırmamak için bu isteğini açıkça söylemiyor, bugün kimin
    nöbetindeyim, yarın nerede olacağım? diye soruyordu. Eşleri istediği
    yerde kalmasına izin verdiler.

    Amcası
    Abbâs ile Hz. Ali'nin kolları arasında Hz. Âişe'nin odasına geldi.
    Güçsüzlükten ayakları yerde sürükleniyordu. Hastalığının son sekiz günü
    burada geçti. Rasûlüllah (s.a.s.)burada vefât etti..(434) Hastalığı
    süresince amcası Abbâs ile Hz. Ali ve bütün hanımları yanından
    ayrılmadılar. Gerektikçe hizmetinde bulundular.

    Rasûl-i
    Ekrem (s.a.s.)'in hastalığı humma idi . Zaman zaman bayıldığı oluyordu.
    Ateşin ve ızdırâbın şiddetinden yüzündeki örtüyü atıyor, vücûdunun
    hararetini soğuk su ile hafifletiyordu.

    Vefâtından beş gün önce, Perşembe sabahı Rasûlüllah (s.a.s.)'in hastalığı ağırlaştı.

    -Bana
    yazı yazacak birşey getirin; sapıklığa düşmemeniz için size vasiyyetimi
    yazdırayım, buyurdu. Yanında bulunanlardan bir kısmı, "şu anda
    Rasûlüllah (s.a.s.) ağır hasta; yanımızda Allah'ın kitabı var, O bize
    yeter. Sonra yazılsın"; bazıları ise "hayır, şimdi yazılsın." diye
    tartışmaya başladılar. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

    -Hiçbir
    peygamberin yanında tartışılması yakışık almaz. Benim bulunduğum şu
    (murakabe) hâli, sizin beni meşgul etmek istediğiniz şeyden hayırlıdır.
    Beni kendi halime bırakın, buyurdu. Daha sonra, vefâtı esnâsında üç şey
    vasiyyet etti. 1) Müşrikleri Arabistan'dan çıkarınız. 2) Gelecek
    elçilere, benim yaptığım gibi, ikramda bulununuz. Olayı anlatan İbn
    Abbas, "üçüncüsünü unuttum." demiştir.(435)


    a) Son Hutbesi

    Aynı
    gün Rasûlüllah (s.a.s.), yedi kırba soğuk su getirilip vucûduna
    dökülmesini emretti. Belki böylece hafifler, halka vasiyyet edebilirim,
    buyurdu. Bir leğenin içinde, eliyle "artık yetişir" diye işâret
    edinceye kadar vücûduna soğuk su döktüler.(436) Rasûlüllah (s.a.s.),
    Hz. Ali ve Abbâs'ın oğlu Fazl'ın kolları arasında Mescid'e çıktı.
    Minbere oturdu. Başında boz renkli bir sargı vardı. Allah'a hamd ve
    senâ ettikten sonra:

    -Ey
    Nâs! Her kimin arkasına bir kamçı vurmuşsam, işte sırtım, gelsin
    vursun. Kimin bende alacağı varsa, işte malım, gelsin alsın. Benim
    yanımda en sevgiliniz, üzerimde hakkı varsa, onu burada (dünyada)
    isteyen veya helâl edendir. Böylece Rabbıma yüz akıyla kavuşurum,
    buyurdu. Sonra öğle namazını kıldırdı. Namazdan sonra tekrar minberde
    göründü. Aynı sözleri tekrarladı. Cemaatten biri, üç dirhem alacaklı
    olduğunu söyledi. Bu zât, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) adına bir fakire
    sadaka vermişti. Rasûlüllah (s.a.s.) borcunu hemen ödedi. Sonra şöyle
    buyurdu:

    -Ey
    Nâs! Kimin üzerinde başkasına âit bir hak varsa, ayıplanmaktan
    çekinmesin, sâhibine ödesin. Burada ayıplanmak, âhirette mahcûb
    olmaktan hayırlıdır.(437)

    Allah
    bir kulunu, dünya hayâtı ile kendi nezdindeki âhiret saâdetini seçmekte
    serbest bıraktı. O kul, âhiret saâdetini seçti, buyurunca Hz. Ebû Bekir
    ağlamaya başladı. Rasûlüllah (s.a.s.):

    -Ey
    Ebû Bekir, ağlama! Samimî arkadaşlığı ve mâlî fedakârlığı ile bana en
    çok yardım eden Ebû Bekir'dir. Eğer ümmetimden birini dost edinseydim,
    şüphesiz bu Ebû Bekir olurdu. Fakat İslâm kardeşliği, şahsî dostluktan
    üstündür. Ebû Bekir'inkinden başka, diğer evlerin Mescid'e açılan
    kapılarını kapatınız, buyurdu.(438) Sözlerine devâmla:

    -Ashâbım!
    Peygamberinizin irtihâlini düşünüp telaş ettiğinizi işittim. Hangi
    peygamber, ümmeti arasında ebedi kalmıştır? Biliniz ki ben de, Rabbıma
    kavuşacağım ve buna hepinizden daha çok lâyığım. Yine biliniz ki, siz
    de bana kavuşacaksınız. Buluşacağımız yer, Kevser havuzunun kenarıdır.
    Benimle orada buluşmak isteyenler, ellerini, dillerini günahtan
    çeksinler. (439)

    -Ey
    Nâs! Zeyd'in oğlu Usâme'nin komutanlığı konusunda bazı şeyler
    söylendiğini duydum. Daha önce, babası Zeyd için de böyle şeyler
    söylenmişti. Allah'a yemin ederim ki, Zeyd komutanlığa lâyıktı,
    kendisini çok severdim. Babası gibi Üsâme de komutanlığa lâyıktır, O'nu
    da çok severim, itaat ediniz, buyurdu.(440) Sonra odasına döndü.


    b) Hz. Ebû Bekir'i İmâmlığa Vekil Etmesi

    Hastalığın
    ilk günlerinde, ateşine ve ızdırabına rağmen, namaz vakitlerinde
    Mescid'e çıkıp namazı kıldırıyordu. Daha sonra hastalığı ağırlaşınca
    Mescide çıkamaz oldu. İmamlık yapmak için, yerine Ebû Bekir'i vekîl
    yaptı.

    Vefâtından
    önceki Perşembe günü, yatsı vakti olmuş, ezan okunmuştu. Rasûlüllah
    (s.a.s.), namazın kılınıp kılınmadığını sordu. "Sizi bekliyorlar"
    dediler. Hafiflemek için hemen yıkandı. Fakat ayağa kalkamadı, bayıldı.
    Ayılınca yine sordu. Tekrâr yıkandı, fakat yine bayıldı. Böylece üç
    kere yıkanıp hazırlandı. Fakat her seferinde bayıldı. Cemaat ise
    Mescidde bekliyordu, kendine gelince:

    -Ebû Bekir'e söyleyin, namazı kıldırsın, buyurdu.

    Hz.
    Âişe, Rasûlüllah (s.a.s.)'ın yerine kim geçerse geçsin, halk tarafından
    sevilmez, uğursuz sayılır, diye düşünüyordu. Bu sebeple:

    -Ey
    Allah'ın Rasûlü, Ebû Bekir yufka yüreklidir, makamınızda namaz
    kıldıramaz. Ağlamasından dolayı sesini kimse işitemez, başkasını vekil
    etseniz... dedi. Fakat Peygamber (s.a.s.) ilk emrini tekrârladı.

    -Ebû
    Bekir'e söyleyin, namazı o kıldırsın,(441) buyurdu. Böylece Perşembe
    günü yatsı namazından Rasûlüllah (s.a.s.) vefât edinceye kadar ki 17
    vakit namazı Hz. Ebû Bekir kıldırdı. Perşembe günü akşam namazı,
    ashâbın Rasûlüllah (s.a.s.)'ın arkasından kıldığı son namaz oldu.(442)


    c) Son Tavsiyeleri

    Rasûlüllah
    (s.a.s.)bazen ateşi düşüyor, hastalığı hafifliyordu. Hz. Ebû Bekir'i
    vekil yaptıktan sonra, bir namaz vakti kendinde iyilik hissetti. Hz.
    Ali ile Abbâs'ın oğlu Fazl'ın kollarında, ayaklarını sürüyerek Mescid'e
    çıktı. Rasûlüllah (s.a.s.)'ın çıkabileceği bilinmediğinden namaza
    durulmuştu. Hz. Ebû Bekir, imâmlıktan çekilmek istedi. Rasûlüllah
    (s.a.s.)yerinde durmasını işâret etti. Ebû Bekir'in yanına oturup
    namazını kıldı.(443) Namazdan sonra, minberin alt basamağına oturdu.
    Allah'a hamd ve sena ettikten sonra:

    Ey
    Muhâcirler! Size ensâr hakkında, hayırlı olmanızı vasiyyet ediyorum.
    Onlar benim has cemâatim ve en samîmî dostlarımdır. Vaktiyle onlar sizi
    evlerinde misâfir ettiler. Her konuda sizi kendilerine tercih
    ettiler... Halk Medine'de günden güne çoğalıyor, ensar ise gittikçe
    azalıyor, yemekteki tuz kadar kalıyor. Sizden biri işbaşına geçer de,
    başkalarına fayda ve zarar verebilecek yetkilere sâhip olursa, ensâr'ın
    iyiliklerini alsın, kusurlarını bağışlasın.(ı)

    Ashâbım!
    İlk muhâcirlere de saygılı olmanızı vasiyyet ediyorum. Bütün muhâcirler
    de birbirlerine hayırlı ve saygılı olsunlar. Her iş, Allah'ın irâdesi
    ve ancak O'nun izniyle meydana gelir. Onun irâdesi olmadan hiç bir şey
    olmaz. Allah'ın irâdesine karşı koymak isteyenler, sonunda mağlûb
    olurlar. Allah'ı aldatacaklarını sananlar, kendileri aldanırlar,
    buyurdu.(445) Sonra odasına döndü. Rasûlüllah (s.a.s.)'ın minberden son
    hutbesi bu oldu.


    d) İrtihâli

    Ölüm
    gecesi ateşi düşmüş, sabaha karşı rahatlamıştı.(446) Pazartesi sabahı,
    odanın Mescid'e açılan kapı perdesini açtı. Ashab-ı Kirâm, saf saf, Hz.
    Ebû Bekir'in arkasında sabah namazını kılıyorlardı. Onların bu hâline
    sevindi, tebessüm ederek seyretti. Hz. Ebû Bekir, Rasûlüllah
    (s.a.s.)'ın namaza çıktığını sanarak, ilk safa çekilmek istedi. Ashâb,
    Hz. Peygamber (s.a.s.)'i ayağa kalkmış görünce sevinçlerinden
    namazlarını bozayazdılar. Rasûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz mübârek
    eliyle, namazı tamamlamalarını işâret buyurdu. Sonra perdeyi kapatıp
    odasına çekildi.(447) Ashâb-ı Kirâmın, Rasûlüllah (s.a.s.) 'in mübârek
    yüzünü son görüşleri bu oldu.

    Benzi kansız, yüzü bembeyazdı. Öğleye doğru tekrar ağırlaştı. Sık sık bayılmalar başladı. sevgili kızı Hz. Fâtıma, başucunda:

    -Vay babamın ızdırâbına, diyerek çâresizlik içinde ağlıyordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz:

    -Üzülme
    kızım, bu günden sonra baban, hiç ızdırâp çekmeyecek, diye O'nu teselli
    etti.(448) Izdırâbı çoktu, fakat hâlinden şikâyet etmiyordu. Ara sıra
    ellerini yanındaki su kabına batırıp yüzünü ıslatıyordu.

    -Lâilâhe
    illâllâh. Ölümün de şiddetleri var. Allâh'ım, ölüm sıkıntılarına
    dayanmak için bana yardım et. Beni bağışla. Bana merhamet et, diye duâ
    ediyordu. Sonra elini kaldırdı, üç defa:

    -"Allah'ım,
    beni Rafîk-i A'lâ'ya (en yüce dosta) ulaştır." dedi. Başı, eşi Hz.
    Aişe'nin kucağındaydı. Bu duâ ile, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimizin
    mübârek eli düştü.(449/1) Hz. Âişe Yüce Peygamber (s.a.s.)'in başını
    şefkatle kaldırıp yastığına koydu. Pazartesi günü öğleden sonra
    âlemlere rahmet olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)'in aziz rûhu uçmuş,
    Rabbına kavuşmuştu. (1 Rebiül-evvel 11 H./27 Mayıs 632 M.)(449/2)


    (425) Müslim, 2/890 (Hadis No: 1218); Ebû Dâvûd, 1/442 (Hadis No: 1905); İbn Hişâm, 4/250-253; Tecrid Tercemesi, 10/431-434

    (426) Müslim, 4/2318 (Hadis No: 3024)

    (427) Hak Dini Kur'ân Dili, 8/6234

    (428) el-Mâide Sûresi, 3

    (429) el-Bakara Sûresi, 281

    (430) el-Buhârî, 2/64; Tecrid Tercemesi, 4/655 (Hadis No: 661); İbn Hişâm, 4/250

    (431) el-Buhârî, 2/93

    (432)
    Bkz. el�Buhârî, 4/ 183, 5/138, 6/101; Tecrid Tercemesi, 11/6 (Hadis No:
    1661) ve 11/267 (Hadis No: 1767); Riyâzü's-Sâlihîn 2/101 (Hadis No:690)


    (433) Bkz. el-Buhârî, 4/42

    (434) el-Buhârî, 2/106 ve 5/139-140; Tecrid Tercemesi, 4/762 (Hadis No :683 ve 11/15)

    (435) el-Buhârî, 1/36-37 ve 4/31 ve 5/137; Tecrid Tercemesi, 1/91 (Hadis No: 94) ve 8/476 (Hadis No: 1275)

    (436) el-Buhârî, 1/57 ve 5/140; Tecrid Tercemesi, 1/138 (Hadis No: 149) ve 11/16

    (437) İbnü'l-Esîr, el-Kâmil 3/319- 320; Târih-i Din-i İslâm, 3/556-557

    (438) el-Buhârî, 1/119-120; ve 4/191 ve 4/254; Tecrid Tercemesi, 2/339-343 (Hadis No: 292-293) ve 11/ 19-20

    (439) Tecrid Tercemesi, 11/18; Mevâhib-i Ledünniyye Tercemesi, 2/434

    (440)
    el-Buhârî, 4/213 ve 5/145; Rasûlüllah (s.a.s.), Şam tarafına
    gönderilmek üzere bir ordu hazırlamış, hastalanmasından bir gün önce
    komutanlığı Üsâme'ye vermişti. Orduda ilk muhâcirler ve ensârdan ileri
    gelen kimseler vardı. Üsâme ise henüz 20-27 yaşlarında bir gençti. Bu
    yüzden bazı dedi-kodu yapanlar olmuştu. Rasûlüllah (s.a.s.)'ın
    hastalığı ve vefâtı sebebiyle ordunun hareketi bir-kaç gün gecikti.

    (441) el-Buhârî, 1/165 ve 169; Tecrid Tercemesi, 2/510-536 (Hadis No: 387,394,397)

    (442) Bkz. el-Buhârî, 5/137; Tecrid Tercemesi, 11/14

    (443)
    el-Buhârî, 5/162; Tecrid Tercemesi, 2/510-519 (Hadis No: 387); Bu
    namazda cemâatin Hz. Ebû Bekîr'e, Ebû Bekir'in de Rasûlüllah (s.a.s.)'e
    uyduğu da rivâyet edilmektedir. (bkz. el-Buhârî, 1/162)

    (444) el-Buhârî, 1/223 ve 4/226-267; Tecrid Tercemesi, 3/116 (Hadis No: 503) ve 11/18; İbn Hişâm, 4/300

    (445) Tecrid Tercemesi, 11/18; Mevâhib-i Ledünniyye tercemesi, 2/434

    (446) Bkz. el- Buhârî, 5/141; Tecrid Tercemesi, 11/22-24 (Hadis No: 1667)

    (447) el-Buhârî, 1/165-166 ve 5/141; Tecrid Tercemesi, 2/528 (Hadis No: 395) ve 11/24

    (448) el-Buhârî, 5/144; Tecrid Tercemesi, 11/27 (Hadis No: 1669)

    (449/1) el-Buhârî, 5/139-144; Tecrid Tercemesi, 11/10-30 (Hadis No: 1663, 1665, 1668)

    (449/2) Bkz.Tecrid Tercemesi, 9/298 (Hadis No: 1442)


    RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN VEFÂTININ ASHÂB-I KİRÂM ÜZERİNDEKİ TESİRİ

    Rasûlüllah (s.a.s.)'in vefât ettiği hemen duyuldu. Bu haber, ashâb-ı
    kirâm üzerinde derin üzüntü meydana getirdi. Daha sabahleyin ayağa
    kalkmış halde görmüşler, iyileşiyor diye sevinmişlerdi. Beklenmedik acı
    haber, herkesi şaşkına çevirdi. Yola çıkmak için hazırlanan Üsâme
    ordusu da ordugâhtan döndü, kumandanlık sancağı Rasûlüllah (s.a.s.)'in
    kapısı önüne dikildi. Hicrette Rasûlüllah (s.a.s.)'in Medine'ye girdiği
    gün, en büyük bayram sevinci yaşanmıştı. Bugün en büyük acı ve mâtem
    yaşanıyordu. Münâfıklar ise, "Muhammed hak peygamber olsaydı,
    ölmezdi..." gibi küstahça sözler söylemişler, ortalığı
    bulandırmışlardı. Bu duruma sinirlenen Hz. Ömer, kılıcını çekerek:

    -Rasûlüllah
    (s.a.s.) ölmemiş, bayılmıştır. Kim Muhammed öldü derse, boynunu
    vururum, diyordu. Böyle bir hengâmede metânetini muhâfaza edebilen
    sâdece Hz. Ebû Bekir oldu.(450) Acı haberi öğrenen Hz. Ebû Bekir,
    kimseye bir şey söylemeden, doğru kızı Hz. Âişe'nin odasına girdi.
    Rasûlüllah (s.a.s.)'in yüzündeki örtüyü kaldırdı, iki gözünün arasını
    hürmetle öpüp ağladı.(451)

    -Anam,
    babam sana fedâ olsun. Allah'ın sana takdir ettiği ölüm geçidini
    geçtin. Fakat Allah sana ikinci bir ölüm tattırmayacaktır, dedi. Sonra,
    âilesini teselli edip ayrıldı.

    Ömer
    halka hâlâ "Rasûlüllah ölmedi, öldü diyenin boynunu uçururum" diye
    hitâbediyordu. Hz Ebû Bekir minbere çıktı. Halk, Hz. Ömer'i bırakıp,
    Hz. Ebû Bekir'in etrâfında toplandı. Ebû Bekir Cenâb-ı Hakk'a hamd ve
    senâ ettikten sonra:

    -Sizden
    her kim Muhammed (s.a.s.)'e tapıyorsa, iyi bilsin ki, Muhammed (s.a.s.)
    öldü. Her kim Allah'a kulluk ediyorsa, iyi bilsin ki, Allah bâkîdir,
    asla ölmez," dedi. Sonra şu anlamdaki âyetleri okudu.

    "Muhammed
    ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de nice peygamberler geçti. Eğer o
    ölür, veya öldürülürse geri mi döneceksiniz. Her kim geri dönerse,
    Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükâfatını
    verecektir." (Âl-i İmrân Sûresi, 144)

    "Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar (müşrikler) de ölecek." (ez-Zümer Sûresi, 30)

    Ashâb,
    o derece şaşkınlık içindeydi ki, bu âyetleri sanki önceden hiç
    duymamışlar, ilk defa Hz. Ebû Bekir'den işitiyorlardı. Hz.Ebû Bekir'in
    sözlerini ve âyetleri dinleyince herkes kendine geldi.(452) Evet,
    peygamber de olsa herkes ölecekti. İşte, iki cihânın serveri,
    peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammad (s.a.s.)'de ölmüştü.


    4- HZ. EBÛ BEKİR'İN HALÎFE (DEVLET BAŞKANI) SEÇİLMESİ


    Hz.
    Ebû Bekir'i dinledikten sonra, ashâbın heyecânı yatıştı. Aynı gün Benî
    Saide sofasında toplandılar. Hz. Ebû Bekir'i halife seçtiler. (1
    Rabiulevvel 11 H./ 27 Mayıs 632 M.)


    5- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN TEÇHÎZ VE DEFNİ


    Rasûlüllah
    (s.a.s.)'in cenâzesi, halîfe seçimi yapıldıktan sonra, salı günü
    yıkanıp hazırlandı. Bu vazîfeyi en yakın akrabası yaptı. Son hizmetinde
    bulunabilmek isteyen herkes, Hz. Âişe'nin odası önünde toplanmıştı. Bu
    yüzden Hz. Ali odanın kapısını kapattı, içeriye kimseyi almadı.
    Yalnızca ensar adına Bedir mücâhidlerinden Havlî oğlu Evs içeri alındı.


    Rasûl-i Ekrem
    (s.a.s.)'in mübârek vücûdu, bir sedir üzerine konuldu. Dış elbisesi
    soyuldu. Yıkama işini bizat Hz. Ali yaptı. Amcası Abbâs ile oğulları
    Abdullah, Fazl ve Kusem, cesedin çevrilmesine yardımcı oldular. Üsâme
    ile azadlı kölesi Şukran da su döktüler. İç gömleği çıkarılmayıp vücûdu
    üzerinden oğulduğu için Hz. Ali'nin eli Rasûlüllah (s.a.s.)'in mübârek
    vücûduna dokunmamıştır.(453)

    Cenâzelerde genellikle görülen koku ve nahoş şeylerden hiçbiri O'nda yoktu. Bu yüzden Hz. Ali:

    -Hayâtında
    da pâksın, ölümünde de pâksın, diyerek yıkadı. Sonra üç parça beyaz
    pamuk bezi ile kefenleyip(454) odanın kapısı açıldı.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.)'in mübârek cesedi, sedirin üzerine konulmuştu. Önce erkekler,
    sonra kadınlar, en sonra da çocuklar ayrı ayrı namazını kıldılar
    Rasûlüllah (s.a.s.) hayâtında olduğu gibi ölümünden sonra da herkesin
    imâmı olduğu için, O'nun cenâze namazında kimse imâm olmadı. Hz
    Âişe'nin odası küçüktü. Bu yüzden namaz, gece yarısına kadar devâm
    etti.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) Efendimiz: "Cenâb-ı Hak, peygamberlerin ruhunu, onların
    defnedilmesini istediği yerde kabzeder," buyurmuştu.(455) Bu sebeple
    Rasûlüllah (s.a.s.)'in kabri, Hz Âişe'nin odasında, üzerinde son
    nefesini verdiği döşeğin serildiği yerde, Ensâr'dan Ebû Talha
    tarafından kazıldı. Salıyı Çarşambaya bağlayan gece yarısı defnedildi.
    (2/3 Rabiu'l-evvel 11 H-28/29 Mayıs 632 M.) Mübârek cesedini, kabri
    saâdete Hz. Ali, Fazl, Üsâme ve Avf oğlu Abdurrahman indirdiler.
    Hz.Âişe:

    -Biz Rasûlüllah (s.a.s.)'in defnedilğini, çarşamba gecesi gece yarısı duyduğumuz kürek seslerinden anladık, demiştir. (456)


    (450) İbn Hişâm 4/305; Tecrid Tercemesi, 11/30-31

    (451) Mehmet Raif, Muhtasar Şemâil-i Şerif Tercemesi, 266, İst, 1304

    (452) Bkz. el-Buhârî, 5/142-143; Tecrid Tercemesi, 11/31-32; İbn Hişâm, 4/306

    (453) İbn Hişâm, 4/312-313

    (454) el-Buhârî, 2/75; Tecrid Tercemesi, 4/422 (Hadis No: 627)

    (455) İbn Hişâm, 4/314; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 5/266

    (456) İbn Hişâm, 4/314


    RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN TERİKESİ

    Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, hayâtı boyunca son derece sâde
    yaşamıştır. Eline geçen her şeyi derhal yoksullara dağıtmış, günlük
    ihtiyacı dışında hiç bir mal edinmemiştir.(457) Bu sebeple, vefâtında
    mirascıları tarafından paylaşılacak hiç bir şey bırakmamıştır(458),
    Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in hanımlarından Hz. Cüveyriye'nin kardeşi Hâris
    oğlu Amr:

    -Rasûlüllah
    (s.a.s.) vefâtında ne bir dirhem gümüş, ne bir dinar altın , ne bir
    köle, ne de başka bir şey bıraktı, Yalnızca (Mısır Mukavkısı'nın hediye
    gönderdiği) beyaz bir ester ile silahını ve bir de (sağlığında)
    vakfettiği (fedek ve Hayber'deki) arâzîyi bıraktı (459), demiştir.

    Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'de:

    -Vefâtımda
    vârislerim ne dinar, ne de dirhem paylaşacak. Bıraktığım (arâzînin)
    zevcelerimin nafakası ve işçinin ücretinden geri kalan irâdı vakıftır"
    buyurmuştur.(460)

    Kur'ân-ı
    Kerîm'de, kâfirlerden savaş sonunda elde edilen ganimet malların beşte
    biri ile, savaş yapılmadan anlaşma yolu ile alınan "fey" malların
    tasarrufunun Rasûlüllah (s.a.s.)'e aît olduğu beyân edilmiştir.(461) Bu
    sebeple, savaş yapılmadan alınan Benî Nadîr ve Fedek arâzîsinin tamamı
    ile savaş sonucu elde edilen Benî Kurayza ve Haybeyr arâzisinin beşte
    biri, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in tasarrufunda bulunuyordu.(462)

    Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz:

    "Biz
    peygamberler cemaatine mirâscı olunmaz, bıraktığımız her mal sadakadır,
    vakıftır," buyurmuştu.(463) Bu sebeple bu topraklar, Rasûlüllah
    (s.a.s.)'in vefâtından sonra mirâscıları arasında paylaştırılmadı. Her
    birine, Rasûlüllah (s.a.s.) hayatta iken yaptığı gibi, gelirlerinden
    hisse verildi. Rasûlüllah (s.a.s.) 'in mirâsçıları kızı Hz. Fâtıma ile
    amcası Hz. Abbâs ve hayatta olan zevceleriydi.


    (457) Bir sefer dönüşünde, Uhud Dağı karşıdan görülünce:

    Uhud
    Dağı benim için altına çevrilip tamâmen altın olsa, tek bir dinârdan
    fazlasının üç günden çok bende kalmasını istemezdim, hemen dağıtırdım.
    Bir dinarı da ancak borcum için hazırlardım, buyurmuştur. (bkz.
    el-Buhârî, 3/82, 7/178, 8/128; Müslim, 2/687 (Hadis No:991); Tecrid
    Tercemesi, 7/376 (Hadis No: 1075)

    Yoksullara
    dağıttıktan sonra, bir kaç altın elinde kalmış, bunları Hz. Âişe'ye
    emânet etmişti. Hastalığında Hz. Ali'ye dağıttırdıktan sonra: "İşte
    şimdi içim ferahladı, eğer Rabbına bu altınlar yanında iken kavuşsaydı,
    Muhammed'in hâli nice olurdu?" buyurmuştu. (Târih-i Din-i İslâm, 3/560)


    (458) Satın aldığı 30 ölçek arpa borcu için vefât ettiğinde Rasûlüllah (s.a.s.)'in zırhı rehin bulunuyordu. (el-Buhârî, 5/145)

    (459) el-Buhârî, 3/186 ve 144; Tecrid Tercemesi, 8/235 (Hadis No: 1167)

    (460) el-Buhârî, 3/169; Tecrid Tercemesi, 8/273 (Hadis No :1173)

    (461) Bkz. el-Enfâl Sûresi, 40 ve el-Haşr Sûresi, 6

    (462) Tecrid Tercemesi, 8/274

    (463) Bkz. el-Buhârî, 4/42-43, 5/23-25; Tecrid Tercemesi, 8/498 ve 10/177 (Hadis No: 1288 ve 1577)



    7- RASÛL-İ EKREM (S.A.S.)'İN ÜSTÜN AHLÂKI

    "Allah'ım beni ahlâkın en güzeline yönelt. Kötü ahlâktan uzaklaştır"(464).


    Rasûlüllah
    (s.a.s.)Efendimiz, simâca insanların en güzeli, ahlâk yönünden de
    insanların en üstünüydü(465). "Sizin en hayırlınız, ahlâken en üstün
    olanınızdır." (466) "Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için
    gönderildim".(467) buyurmuştu. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de "Aziz
    Peygamberim, şüphesiz sen en üstün bir ahlak üzeresin",
    buyurulmuştur.(468)

    Rasûlüllah
    (s.a.s.)'in yaşayışı, Kur'ân-ı Kerîm'in sanki canlı bir tablosuydu. Eşi
    Hz. Âişe'den Rasûlüllah (s.a.s.)'in ahlâkı sorulunca:

    -"Siz
    Kur'ân-ı Kerîm okumuyor musunuz? O'nun ahlâk'ı Kur'ân'dan ibâretti""
    diye cevâp vermişti.(469) Çünkü O'nun yaşayışı ve bütün davranışları
    Kur'ân-ı Kerîm'in insanlara gösterdiği hidâyet yolunun uygulanmasıydı.
    Nitekim, sâdece sözleriyle değil, yaşayışı, fiil ve davranışlarıyla da
    uyulması gereken en güzel örnek olduğunu Yüce Kitâbımız Kur'ân-ı Kerîm
    beyân etmektedir: "Sizin için Allah Rasûlünde en güzel örnek
    vardır".(470)

    Rasûl-i
    Ekrem (s.a.s.) güler yüzlü, nâzik tabîatlı, ince ve hassas rûhlu idi.
    Katı yürekli, sert ve kırıcı değildi. Ağzından sert ve kaba hiç bir söz
    çıkmazdı. Kur'ân-ı Kerîm'de bu konuda: "Allah'ın rahmeti eseri olarak,
    sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın,
    şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi."(471/1) buyrulmaktadır.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) başkalarını tenkit etmez, kimsenin ayıbını yüzüne
    vurmazdı.(471/2) Yanlış ve hoşlanmadığı bir davranış görürse,
    "içinizden bazı kimseler, şöyle şöyle yapıyorlar..." şeklinde, bu
    davranışları yapanların kim olduklarını belli etmeden ve hiç kimseyi
    kırmadan yanlış ve hataları düzeltirdi.(472) Kimsenin sözünü kesmez,
    konuşması bitinceye kadar dinlerdi. Tartışmayı sevmez, sözü gereğinden
    çok uzatmazdı. Kendini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmaz; kimsenin
    gizli hallerini araştırmazdı. Allah'a hürmetsizlik olmadıkça, şahsına
    yapılan kötülükleri, ne kadar büyük olursa olsun, bağışlar, eline imkân
    geçince öc almayı düşünmezdi. Ancak Allah'ın yasaklarını çiğneyenlere
    hak ettikleri cezâyı verirdi.(473) Nitekim, Mekke'nin fethedildiği gün,
    daha önce kendisine her türlü kötülüğü ve hakareti reva gören Mekke
    müşriklerine:

    -"Bugün size geçmişten dolayı azarlama yok", (Yûsuf Sûresi, 92) serbestsiniz diyerek hepsini affetmişti.(474)

    İffet
    ve hayâ yönünden, köşesinde oturan bâkire kızdan daha utangaçtı.(475)
    "Hayâ imandandır".(476) "Hayâ ancak hayır getirir"(477) buyurmuştur.
    Bir şeyden hoşlanmadığı zaman açıkça söylemez, bu durum yüzünden
    anlaşılırdı.(478) Hiç bir yemeği beğenmezlik etmez, arzu etmezse
    yemezdi(479). Elini yıkamadan ve "Besmele" çekmeden yemeye başlamaz.
    Allah'a hamdetmeden de sofradan kalkmazdı.

    Bütün
    insanları eşit tutar, zengin-fakir, efendi-köle, büyük-küçük ayrımı
    yapmazdı. Mekke'nin fethi esnâsında Fâtıma adlı bir kadın hırsızlık
    yapmış, soylu bir âileden olduğu için bu kadına cezâ verilmemesi
    istenmişti. Bu olayla ilgili hutbesinde Rasûl-i Ekrem:

    "Sizden
    önceki ümmetlerin helâk edilmeleri ancak şu sebepledir: Onlar,
    içlerinden zengin ve soylu bir kimse hırsızlık yaptığı zaman onu
    bırakırlar fakir ve zayıf bir kimse çaldığında ise ona cezâ verirlerdi.
    Allah'a yemin ederim ki, Muhammed (s.a.s.)'in kızı Fâtıma da çalmış
    olsaydı, muhakkak elini keser, cezâsız bırakmazdım" (480) buyurdu.

    Her
    bakımdan kendisine güvenilirdi. Verdiği sözü mutlaka zamanında yerine
    getirirdi. Dürüslükten ayrıldığı, şaka bile olsa yalan söylediği hiç
    görülmemiştir. Bu yüzden O'na henüz Peygamber olmadan
    "Muhammedü'l-emîn" denilmişti. Nitekim Peygamberliğini ilan ettiği
    zaman, iman etmeyenler bile O'na "yalancı, yalan söylüyor",
    diyememiştir.(481) En yakın hısımlarını Safâ tepesine toplayıp onları
    İslâm'a dâvet için, "Size şu dağın arkasında düşman atlılarının
    bulunduğunu söylersem, bana inanır mısınız?" dediği zaman: "Hepimiz
    inanırız çünkü Sen yalan söylemezsin" diye cevâp vermişlerdi.(482)
    Kendisi böyle olduğu gibi, herkesin dürüst olmasını isterdi.
    "Doğruluktan ayrılmayınız, çünkü doğruluk, iyilik ve hayra götürür,
    İyilik ve hayır da, kişiyi Cennet'e ulaştırır. Kişi doğru söyleyip
    doğruluğu aradıkça, Allah katında sıddîkler zümresi'ne yazılır. Yalan
    sözden ve yalancılıktan sakınınız. Çünkü yalan insanı kötülüğe
    sevkeder. Kötülük de kişiyi Cehennem'e götürür, İnsan yalan söylemeğe
    ve yalanı aramağa devâm ede ede, Allah katında nihayet yalancı yazılır"
    (483), buyurmuştur.

    Rasûlüllah
    (s.a.s.) insanların en cömerdi ve en kerîmiydi. (484) Eline geçen her
    şeyi muhtaçlara dağıtır, kimseyi eli boş çevirmezdi.(485) "Ben ancak
    dağıtıcıyım, veren Allah'tır", der(486) ihtiyâcından fazla bir şeyin
    kendinde veya evinde bulunmasını istemezdi. "Uhut Dağı altına çevrilip
    de benim olsa, borcum için ayıracaklarım müstesna, ondan tek bir
    dînârın bile üç geceden çok yanımda kalmasını istemezdim" (487)
    buyurmuştur.

    Son
    derece mütevâzi ve alçak gönüllü idi. Bir topluluğa geldiğinde, kendisi
    için ayağa kalkılmasını istemez, nereyi boş bulursa, oraya otururdu.
    Arkadaşları arasında otururken ayaklarını uzatmazdı. Arkadaşları her
    işini yapmayı kendileri için şeref ve cana minnet saydıkları halde,
    bütün işlerini kendi görür, ev işlerinde hanımlarına yardım
    ederdi.(488) Methedilmesini ve aşırı hürmet gösterilmesini
    istemez,"Hristiyanların Meryem oğlu İsâ'ya yaptıkları gibi yapmayınız.
    Ben sâdece Allah'ın elçisi ve kuluyum"(489) derdi. Fakîr kimselerle
    düşüp-kalkmaktan, yoksulların, dulların, kimsesizlerin işlerini
    görmekten zevk alırdı. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, hiç bir şeyi
    beğenmezlik etmezdi.(490). Yiyecek bir şey bulamayıp aç yattığı bile
    olurdu.

    Bütün
    işlerini tam bir düzen ve nizâm içinde yapardı. Namaz ve ibâdet
    vakitleri, uyku ve istirahat için ayırdığı saatler, misâfir ve
    ziyâretçilerini kabûl edeceği vakitler hep belirliydi. Vaktini boş
    geçirmez, her ânını faydalı bir işle değerlendirirdi. "İnsanların çoğu
    iki nimetin kıymetini takdirde aldanmışlardır: Sıhhat ve boş vakit",
    buyurmuştur(491).

    Ahlâklı
    ve faziletli sanılan nice kimseler, yakından tanındığı zaman, pek çok
    kusurlarının bulunduğu görülür. İnsanı en yakından tanıyan, onun iç
    yüzünü ve bütün gizli hallerini en iyi bilen, şüphe yok ki eşidir.
    Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) ilk vahiy'den sonra gördüklerini anlattığı zaman
    eşi Hz. Hatice:

    -"Allah'a
    yemin ederim ki, Cenâb-ı Hak hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen
    akrabanı gözetirsin, işini görmekten âciz kimselerin ağırlıklarını
    yüklenirsin, fakîre verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın.
    Misâfiri ağırlarsın, Hak yolunda herkese yardım edersin..."
    diyerek(492) O'nun Peygamberliğini hemen kabûl etmiş, en küçük tereddüt
    göstermemiştir.

    Çocukluğundan itibâren 10 yıl hitzmetinde bulunan Hz. Enes:

    -Rasûlüllah
    (s.a.s.)'e 10 yıl hizmet ettim. Bir kere bile canı sıkılıp, öf, niçin
    bunu böyle yaptın, neden şunu şöyle yapmadın, diye beni azarlamadı",
    demiştir.(493)

    Kâinâtın
    Efendisi, Rabbımızın Yüce Elçisi Sevgili Peygamberimizin büyüklüğünü,
    üstün ahlâkını ve örnek yaşayışını gerektiği şekilde bu satırlar içinde
    anlatmak şüphesiz mümkün değil. O'nun büyüklüğünü ve ahlâkının
    yüceliğini bir parça sezdirebilmişsem, kendimi bahtiyâr sayarım.

    "Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;

    Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.

    Medyûndur o Masûm'a bütün bir beşeriyyet;

    Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret"(494).

    Salât ve selâm O'na, âline, ashâbına ve yolunda olanlara.


    (464) Müslim, 1/535 (Hadis No: 771)

    (465) el-Buhârî, 4/ 1819 (Hadis No, 2337); Tecrid Tercemesi, 9/311 (Hadis No:1449)

    (466) el-Buhârî, 4/166; Müslim 4/1810 (Hadis No 2321); Tecrid Tercemesi 9/318 (Hadis No:1456)

    (467) Mâlik, el-Muvatta, 2/904 (neşr, M. Fuad Abdülbaki) Kahire, 1370/1951

    (468) Nûn Sûresi, 4

    (469) Müslim, 1/514 (Hadis No: 746)

    (470) el-Ahzâb Sûresi, 21

    (471/1) Âl-i İmrân Sûresi, 159

    (471/2) el-Buhârî, 4/167; Tecrid Tercemesi, 9/321 (Hadis No: 1460)

    (472) Ebû Dâvûd, 2/550

    (473) el-Buhârî, 4/166; Müslim, 4/1813 (Hadis No: 2327); Ebû Dâvûd, 1/550; Tecrid Tercemesi, 9/319 (Hadis No: 1457)

    (474) İbn Hişâm 4/54; İbnü-l Esîr, a.g.e., 2/252; Zâdü'l-Meâd, 2/394; Tecrid Tercemesi, 10/340-341

    (475) el-Buhârî, 4/167; Müslim 4/ 1809 (Hadis No: 2320); Tecrid Tercemesi, 9/320 (Hadis No: 1459)

    (476) el-Buhârî, 1/11; Tecrid Tercemesi, 1/32 (Hadis No: 23)

    (477) el-Buhârî 7/100; Tecrid Tercemesi, 12/163 (Hadis No: 2001)

    (478) el-Buhârî 4/167; Tecrid Tercemesi, 9/321 (Hadis No: 1460)

    (479) el-Buhârî 4/167; Tecrid Tercemesi, 9/321 (Hadis No: 1461)

    (480) el-Buhârî, 5/97 ve 8/16

    (481) el-Enâm Sûresi, 33

    (482) Tecrid Tercemesi, 9/285

    (483) el-Buhârî, 7/95; Müslim, 4/2013 (Hadis No. 2607); Ebû Davût, 2/593; Tirmizi 4/347 (Hadis No: 1971)

    (484) el-Buhârî, 4/167; Müslim, 4/1802 (Hadis No: 2307)

    (485) Müslim, 4/1805 (Hadis No:2311)

    (486) el-Buhârî, 1/26; Müslim, 2/719 (Hadis No:1037)

    (487) el-Buhârî, 3/82; Tecrid Tercemesi, 7/376 (Hadis No: 1075); Riyâzü's-Sâlihîn, 1/501-503 (Hadis No: 467-468)

    (488) el-Buhârî, 1/64, 1/193; Tirmizi, 4/654 (Hadis No: 2489)

    (489) el-Buhârî, 4/142; Tecrid Tercemesi, 9/213 (Hadis No: 1405)

    (490) el-Buhârî, 4/167

    (491) el-Buhârî, 5/170; Tirmizi, 4/550 (Hadis No: 2304)

    (492) el-Buhârî, 1/3; Tecrid Tercemesi, 1/3-10 (Hadis No:3)

    (493) el-Buhârî, 7/82; Müslim, 4/1084 (Hadis No: 2309); Tecrid Tercemesi, 12/148 (Hadis No: 1987)

    (494) Mehmet Akif, Safahat, VII. Kitap (Gölgeler), "Bir Gece" başlıklı şiirden.



    KAYNAKLAR

    1- Bûharî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil (v.256/870). el-Câmiu's-Sahîh, I-VIII, İstanbul, 1315 h.


    2- Cevdet Paşa, Ahmet (v.1313/1895), Kısas-ı Enbiyâ, I-III, İstanbul 1308


    3- Hamîdullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, I-II, (Terceme: Said Mutlu ve Sâlih Tuğ), İstanbul 1385-1388/1966-1969


    4- Hamîdullah, Muhammed, Hz. Peygamberin Savaşları, (Terceme: Sâlih Tuğ), İstanbul, 1962


    5- Hamîdullah, Muhammed, el-Vesâiqu's siyâsiyye, Beyrut, 1405/1985


    6- İbn Esîr, Ali b. Muhammed eş-Şeybânî, (v.630/1232) el-Kâmil fi't-târih, I-XIII, Beyrut, 1385/1965


    7-
    İbn Hişâm, Abdülmelik (v.218/834). es-Siyretü'n Nebeviyye, I-IV(nşr.
    Mustafa es-Seka, İbrâhim el-Ebyâri, Abdülhafiz Şiblî), Beyrut 1391/1971



    8- İbn Kayyım, Muhammed b. Ebi Bekr, (v.751/1350), Zâdü'l-meâd, I-IV (nşr: Muhammed Hamid el-Feqi) Kahire, 1373/1953


    9- İbn Kesîr, Ebû'l-Fidâ İsmail b. Ömer,(v. 774/1373), el-Bidâye ve'n-Nihâye, I-XIV, Beyrut, 1966


    10- İbn Sa'd, Ebû Abdillah Muhammed (v.230/844) et-Tabakatü'l-Kübrâ, I-VIII Beyrut, 1398/1978


    11- Keskioğlu, Osman, Hatemü'l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ankara, 1966 (A.Himmet Berki ile müşterek)


    12- Konrapa, Zekâi, Peygamberimiz, İslâm Dini ve Aşere-i Mübeşşere, İstanbul, 1968


    13- Mahmud Esad Efendi, (v.1336/1917), Târih-i Din-i İslâm, I-III, İstanbul 1319-1329


    14-
    Miras, Kâmil, (1376-1957) Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, I-XII, ilk
    üç cildi Ahmet Naim (v.1353/1934) tarafından hazırlanmıştır.) İst.
    1928-1948, IB.


    15-
    Müslim, Ebû'l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî, (v.
    261/875), el-Câmiu's-Sahîh, I-V (nşr.: M. Fuad Abdülbâki), Kahire,
    1374-1375 h./1954-1955 m.


    16-
    Şiblî, Mevlâna ve Süleyman Nedvi, Asr-ı Seâdet, İslâm Tarihi, I-X (Trc:
    Ömer Rıza Doğrul) İstanbul, 1346-1353 h./ 1928-1935 m.


    17- Yazır, Muhammed Hamdi, (Elmalı Hamdi Efendi, v. 1358/1942), Hak Dini Kur'ân Dili, I-IX, İstanbul, 1935-1939


    Kaynak: Tamamı Diyanet İşleri Bşk.lığından alınmıştır.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
    SEMENTA
    YÖNETİCİ
    YÖNETİCİ
    SEMENTA


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 4694
    Doğum tarihi : 15/12/87
    Yaş : 36
    Location : Gevezeçiçek
    İş/Hobiler : Yayın Editörü/MÜZİK
    Lakap : tatlı cadı
    Kayıt tarihi : 23/07/07
    Aldığı Övgü Aldığı Övgü : 42

    karakter kağıdı
    Healt:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue10/10Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (10/10)
    Exp:
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Left_bar_bleue200/200Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty_bar_bleue  (200/200)
    tuttuğu takım: BEŞİKTAŞ BEŞİKTAŞ

    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty
    MesajKonu: Geri: Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı   Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı Empty2010-01-05, 02:29

    Kaynak: http://www.kurandan.com/db/peygamberimizinhayati7.htm
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    http://sementafan.blogspot.com/
     
    Hz. MUHAMMED (sav) Hayatı
    Sayfa başına dön 
    1 sayfadaki 1 sayfası
     Similar topics
    -

    Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
    Gevezeçiçeğinyeri :: BiLim - KüLtür - SanaT :: DERSLER&ÖDEVLER&STAJ&TEZLER-
    Buraya geçin: