Sav'ın düğme gafletinden galeyana gelen yazarlardan kimi 'internet programı' iddiasına sığınırken, kimi üç maymunu oynamayı seçti. İçlerinden sadece bir yiğit özür diledi...
Şimdi muhtemelen o da, yenildikçe güreşe doymayan pehlivanlar tarafından, 'İslamcı' geçmişinden dolayı 'Kartel medyasının' içine sokulmuş bir truva atı muamelesi görecektir... Bizden söylemesi
Çuvalladık ey halkımSİYASİ bir savaşın öncü kuvveti değilim...
Bir propaganda dairesinin maaşlı elemanı da değilim...
"Ne gazeteciliği! Burada küffara karşı harp yapıyoruz... Madem harp hiledir... O zaman desisenin kralını çeviririm... Kazanacağım sevap da cabası" diyenlerden de değilim...
Bu nedenle hiç ama hiç gocunmam...
Çuvalladıysam çuvalladığımı kabul ederim...
Çünkü ben yüzü kızaranlardanım... Mahcup olabilenlerdenim... Özür dilemesini bilenlerdenim...
Özür dilerken zerre kadar gocunmam...
Dilenen özür karşısında,
"Ha! Ha! Bak! Nasıl da yanıldığı itiraf ediyor! Yuh olsun ona" diyebilecek olan uygarlıktan nasibini almamış adamların varlığı zerre kadar ırgalamaz beni...
Çünkü ben...
Özür dilemenin erdemine sonuna kadar inananlardanım...
Hatayı kabul etmenin bir uygarlık ölçüsü olduğunu bilirim...
Terbiyem buna müsaittir.
* * *
Kendilerini hep bir harp düzeni içinde görenlerin, hayatları boyunca bir kez olsun özür dilemediklerinin ve dilemeyeceklerinin tabii ki farkındayım...
Kendilerini bir propaganda savaşının gönüllü erleri kabul edenlerin, çevirdikleri onca dümene rağmen hayatlarında bir kez olsun
"Yahu ayıp ettik" demediklerinin ve demeyeceklerinin de bilincindeyim...
Kendilerini İslam davasının savunucusu olarak takdim eden rezil-kepaze heriflerin, yeryüzünün en alçakça eylemlerini bile zerre kadar yüzleri kızarmadan nasıl savunduklarını gördüm, görüyorum...
İki gazete fazla satacağız diye memleketi cepheleştirenlerin, yaptıkları onca alçaklığın ardından bir kez olsun
"Biz ne yapıyoruz böyle?" diye durup düşünmediklerinin ya da düşünmeyeceklerinin de farkındayım.
Ama varsın böyle olsun...
Ben terbiye ve ahlakımın ölçüsünü, karşımdakilerin terbiyesizlik ve ahlaksızlıklarına göre belirleyenlerden değilim ki...
Onlar tıynetlerinin gereğini yapacaklar... Ben de öyle...
Bu nedenle...
Lafı hiç eğip bükmeden, sorumluluğu başkalarının sırtlarına yüklemeye tenezzül etmeden, yanıltan unsurları ve kişileri ön plana çıkarıp sıyırma çabası içine girmeden...
Bu sütunlarda
"Önder Sav’ın dinlenmesi" olayıyla ilgili yazıp çizdiklerimden dolayı özür diliyorum...
Ben nerede hata yaptım- Deniz ******’ın
"Kükremiş sel gibi bendini çiğneyip aşması" karşısında,
"Yarım asırlık deneyime sahip koskoca siyasetçi... Herhalde elinde sağlam veri olmadan böyle aşıp taşmaz" diye düşünerek hata yaptım...
- Teknoloji özürlü, bankamatiğe kartını kaptırma potansiyeli taşıyan, telefonun
"No" tuşuna basmaktan aciz birinin
"CHP Genel Sekreterliği" makamını işgal edebileceğine zerre kadar prim vermeyerek hata yaptım...
- CHP Genel Başkanı Deniz ******’ın,
"Bak Önder! İyi düşün! Vakit denilen gazeteden seni aradılar mı? Cep telefonunu yanlışlıkla açmış olabilir misin?" diye sıkıştırıcı soruları sormuş olacağını ve Önder Sav’ın da
"Teessüf ederim... Ben cezai ehliyeti olmayan biri miyim?" diye yanıt vermiş olacağını sanarak hata yaptım...
-
"Telefonun no tuşuna basmadı, biz de dinledik" şeklindeki gerekçenin,
"Gazozuna ilaç attılar, o da ne yaptığını bilmeden kız çocuğuna sarkıntılık etti" gerekçesi kadar komik olduğunu düşünerek, yani
Önder Sav’ı fazla ciddiye alarak hata yaptım...
- Güzel ve yalnız Türkiye’mizin bir
"uzun kulaklar ülkesi" olduğuna dair dinlediğim sayısız öykünün gazına gelerek hata yaptım...
- Vakit adı verilen gazetenin her türlü dolabı çevirmeye, her türlü odağın maşası olmaya müsait yapısına aldanarak hata yaptım...
- Vakit Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi olan
"meczup kişi"nin, önce
"Dini bütün CHP’li bize kaset getirdi" deyip, ardından da
"Yes tuşu / No tuşu" olayına girmesindeki çelişkiye kafayı takarak, yani bir meczubun açıklamalarında tutarlılık arayarak hata yaptım...